Türkiye’de yanlış hatırlamıyorsam 1980’lerde Orhan Gencebay’ın söylediği meşhur arabesk şarkılardandan biri ‘Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni’ diye başlardı.
Sıradan insanlar olarak bizler elbette hatalar yaparız, gelgelelim iş siyasete, siyasi kişi ve kurumlara geldimi orada hata olmaz!
Türkiye’de hata yapan bir siyasi kişi veya kurum, kuruluş yoktur. Herkes hatadan münezzeh, herkes dediğiyle her yaptığıyla haklıdır! Bunu nereden biliyoruz? Aradan yıllar geçse de kimsenin geriye dönüp ‘ben de şurada hatalı davrandım’ dememesinden! Hatalarımız bulunmadığı için onlardan ders de çıkartma imkânından da mahrumuz, böylece aynı fasit daire içinde dönüp (debelenip) duruyoruz. Hep ötekinin suçlu, hep ötekinin hatalı olduğunu düşünen gruplardan, siyasi parti veya zümrelerden örülü bir toplumu sağlıklı diye görmek mümkün mü?
Daha geriye gitmeden, siyasetin şöyle son 20 yılına bir bakın. 1997’den bu yana geçen 20 yılda Türkiye pek çok kırılmaya şahitlik etti. Bu dönemde ülkenin kaderinde söz sahibi olmuş kişiler veya kurumlar içinde, aldıkları kararlara veya yaptıkları işlere dair bir muhasebe yapan, bir özeleştiride bulunan var mı? Askerler, sivil bürokratlar, siyasetçiler, yüksek yargı mensupları, gazeteciler, aydınlar…Mesleklerini artık icra etmiyor olsalar bile neredeyse hiçbirinden eski tâbirle şöyle sadre şifâ bir itiraf, bir özeleştiri işiten oldu mu?
Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olmuş insanlar, artık bir ikbal beklentisi kalmadığı zamanlarda bile kendi hatalarından bahsetme cesaretini gösteremiyor. Kendi gerçekliğini, yıllar geçtikten sonra bile konuşamayan bir ülkede yaşıyoruz.
Bunları neden yazıyoruz, özeleştiri neden önemli?
Önemli, çünkü Türkiye’de bir kutuplaşmadan şikâyet ediyorsak, dahası bu kutuplaşma siyasal ve sosyal alanda müthiş bir kilitlenmeye sebep oluyorsa bunu kırmanın, bu cendereden çıkmanın etkili yollardan biri özeleştiridir. Özeleştiri insanların ya da kurumların kendi kendileriyle yüzleşmeleri, varsa hatalarını yanlışlarını kabul etmeleri ve onlardan bir takım sonuçlar çıkartmaları demek.
Türkiye birkaç ay sonra yapılacak yeni bir seçime doğru yol alırken bu özeleştiri müessesesinin pek çok kişi ve kesim için faydalı olacağını zannediyorum. Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki politik hareket girdiği bütün seçimlerden ve referandumlardan galip çıkmışsa onun muarızı olan kesimlerin meseleye biraz da bu açıdan bakmaları gerekmiyor mu? 2002’den sonra TSK’nın komuta kademesindeki bir kısım generalin Fazilet Partisi ile AK Parti veya Erbakan ile Erdoğan arasındaki farkı görememiş olmasının bedellerini hem TSK hem siyaset ve tabii toplum ağır ödedi. 2003 yılında Selimiye Kışlası’nda yapılan konuşmaları o zamanki adıyla ‘Cemaat’ faktörüyle, bu yapının kamuoyunu Ergenekon davalarına hazırlamaya dönük kara propaganda hamleleriyle izah etsek bile ortada yine de bir 27 Nisan bildirisi, 367 kararı, kapatma davası gibi vak’alar var.
Aradan yıllar geçti, o kararlara yön veren aktörlerin çoğu bugün sahnede bile değil ama onların içinden veya o kesimden her üçü de siyasete gayri meşru müdahale niteliğindeki o hamlelerin birer ‘hata’ olduğunu ifade eden kimse çıkmadı. Mesela 27 Nisan bildirisini kaleme alan Yaşar Büyükanıt’ın ‘O bildiriyi yazmamalıydım’ dediğini işittiniz mi? 27 Nisan bildirisi ve arkasından gelen Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı amaçladığı siyasi hedeflerin tam tersi sonuçlar vermiş, iktidar partisini kendi siyasi performansıyla erişmesi kolay kolay mümkün olamayacak bir noktaya, yüzde 34’ten yüzde 47’ye taşımıştı.
2007 yılının Anayasa Mahkemesi üyeleri bize çıkıp ülkenin hukuk tarihine bir kara leke olarak geçen 367 kararını nasıl aldıklarını, o günlerde ne tür telkinlere mâruz kaldıklarını, bu baskılara neden ‘hayır’ diyemediklerini itiraf etmiş midir? Mesela 2007 yılında Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Tülay Hanım’ın (Tuğcu) aradan on yıl geçtikten sonra bile Türk halkına söyleyeceği bir şey yok mu?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugün yere göğe konulamayan ‘onursal genel başkanı ‘Deniz Baykal’ın o günlerdeki siyasi hamleleri doğru muydu? Deniz Bey bugün geriye dönüp o günlere baktığında ne görüyor? Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunu Anayasa Mahkemesi’ne götürdükten sonra 30 Nisan 2007 günü mahkemeyi adeta tehdit eden bir dille konuşuyordu: ‘Anayasa Mahkemesi ‘367’ye gerek yok’ doğrultusunda bir karar alırsa bu Türkiye’yi çok tehlikeli bir çatışmaya doğru sürükleyecektir”
Deniz Baykal’ın bu sözleri için ‘yanlıştı’ dediğini, o sürece dair bir özeleştiride bulunduğunu işittiniz mi?
Kendilerine ‘demokrat, solcu’ diyen kimi aydınlar Ocak 2016 gibi Fethullah Gülen grubunun ‘suç örgütü’ kimliğinin çoktandır apaçık ortaya çıktığı bir zaman diliminde Fethullahçıların Abant Platformu’na katılmakta bir beis görmemiş, orada ‘Demokrasinin Türkiye Sorunu’ nu tartışabilmişlerdi. Ahmet İnsel veya Binnaz Toprak gibi isimlerden ‘Bu yaptığımız yanlıştı’ diyen biri oldu mu?
O yargıçlar o koltuklarda oturmaya, akademisyenler de o kürsülerde ders vermeye devam ediyor. Herkes işinin başında olsun, itirazımız yok ama ya özeleştiri? Bu insanların kamuoyuna anlatacakları hiçbir şey yok mu?
Demek ki yok!
Bunları AKP’nin bu yıllar içinde nasıl da mağdur edildiğini anlatmak için yazmıyoruz, o zaten inkârı mümkün olmayan bir gerçek. (Kaldıki iktidar partisinin dün kendisine yapılan haksızlıkları unutup bugün pekçok alanda mağduriyetler yaratmakta olduğu da bir başka gerçek) Bizim burada vurgulamak istediğimiz iktidar partisinin son yıllarda eriştiği zaferlerin ve toplumda bu kadar karşılık bulmasının sadece Erdoğan’ın siyasi dehasıyla veya bu partinin iktidardaki performansıyla izah edilemeyeceğidir.
Erdoğan’ı ve partisini bu kadar büyüten faktörler arasında rakiplerinin bugün neredeyse hiçbiri özeleştiri konusu yapılmayan büyük siyasi hataları var. Dahası kamuoyunun bir kesiminin, bilhassa da dün mağdur edilen kesimlerin bunlara dair bir özeleştiri yapıldığını görmüyor olması AKP’nin iktidardaki ömrünü uzatan faktörlerden biridir.
Özeleştiride İki İstisna
Peki hiç mi şöyle dört başı mâmur diyebileceğimiz bir özeleştiri yapılmadı bunca yıl?
Bizim hatırladığımız sadece iki örnek var.
Bunlardan biri Sabah grubunun eski sahibi Dinç Bilgin’den gelmişti. Neşe Düzel, Nazlı Ilıcak ve Ali Bayramoğlu’na 28 Şubat dönemindeki günahlarını itiraf etmiş, nedâmet getirmişti. Gazetelerini darbecilerin emrine nasıl verdiklerini, gazetelerini ve gazetecileri para-banka ilişkilerine nasıl alet ettiklerini tek tek anlatmıştı. Bu ifşaat ve itiraflar internette bulunabilir. (Yeri gelmişken, birilerinin kulağına gitsin diye yazalım, Dinç Bey o darbe günlerini anlatırken ‘28 Şubat'ta gazeteler ortak başlıklarla çıkıyordu. Çünkü aynı yerden besleniyorlardı, haberler aynı kaynaklardan geliyordu…’ diyor)
O günlerin Sabah gazetesinin patronundan bahsetmişken, mesela bugün hâlâ köşe yazarlığı yapan o zamanın Sabah gazetesi Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge’nin 28 Şubat günlerindeki faaliyetlerine dair yapacağı bir özeleştiri yok mudur?
Yakın tarihimizde ikinci özeleştiri ise belki de hiç tahmin edilmeyecek bir yerden, askerlerden geldi. Fikret Bilâ’nın ‘Komutanlar Cephesi’ kitabında generallerin Kürt meselesi konusunda ‘itiraf’ diyebileceğimiz açıklamaları olmuştu. Mesela Aytaç Yalman şöyle diyordu : ‘Bizler o dönemde Kürt yoktur’ diye eğitilmiştik. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyorduk. Dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmişti gibi tarifler dolaşıyordu. O dönemde sosyal istekleri iyi tahlil edemedik. Daha açık bir ifadeyle biz olayın sosyal yönünü görememişiz, bu denle sorunu zamanında çözememişiz. Dolayısıyla sağlıklı bir entegrasyon gerçekleştirememişiz”
AK Parti’nin 1950’den sonra Türk siyasi tarihinde başka hiçbir partiye nasip olmamış çok uzun bir iktidar ömrü oldu. Pekalâ bir özeleştiri yapılabilecek kadar uzun bir süre iktidarda kaldılar. Buna rağmen bu partinin liderinden ya da önde gelen isimlerinden öyle dişe dokunur bir özeleştiri duymuşluğumuz yoktur. Tayyip Erdoğan’ın Gülen örgütünün ‘gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olduğu için’ verecek hesabı olduğunu kabul edip ‘Bunun için rabbim de milletim de bizi affetsin ‘ demişliği var ama işte hepsi o kadar.
Türkiye’de hatırat yazılmıyor diye bir şikayet vardır ya, acaba diyorum bunun sebebi ülkenin kaderine yön veren bu insanların yazmak istemeyecekleri şeylerin yazmak istediklerinden fazla olması mıdır?
Orhan Gencebay’ın söylediği ‘Hatasız kul olmaz’ diye başlayan arabesk şarkı ‘kaybettim kendimi, ne olur bul beni’ diye devam ederdi. Türkiye’nin kendini bulabilmesinin yolu biraz da özeleştiriden geçiyor. Bilhassa iktidar partisinin elinde kendini ‘kader kurbanı’ olarak gören bütün muarızlara şiddetle tavsiye olunur.