15 Temmuz 2016’da meşru iktidara yönelik olarak, devlet içine çöreklenmiş ve birçok kritik noktayı ele geçirmiş bir yapı darbeye teşebbüs etti. Darbe teşebbüsü, halkın ve darbe karşıtı güçlerin işbirliğiyle bastırıldı. Kaotik bir ortam doğdu, bir istisna hali meydana geldi. İktidar, bu istisna haline yaslanarak siyasal alanı daralttı, özgürlükleri bastırdı, bütün yetkileri tek bir merkezde topladı. Gaye, darbecileri tespit edip cezalandırmak ve mümkün olduğunca erken bir tarihte normale dönmekti.
Lakin iktidar, zamanla bu olağanüstü yetkileri çok sevdi. Bir an önce demokrasiyi yeniden rayına oturtmak yerine, eline geçirdiği kudreti azami ve daimi kılmanın en doğru yol olduğuna kanaat getirdi. Bir taraftan beka korkusu, diğer taraftan da aşırı yoğun bir milliyetçi propagandayla, darbe sonrasında sınırlı bir şekilde ve kısa sürede kullanılması gereken bu istisna halini sürekli kılmayı tercih etti.
Popülist ve otoriter bir siyasi kurgu
İktidar bloku, popülist ve otoriter bir yönetimi yücelten bir kurguyla hareket etmeye başladı. Çoğulculuğu bir tehlike addedip çoğunlukçuluğa methiyeler dizdi. Azınlıkta kalanların sesini kıstı, muhalefet partilerini baskı altına aldı. Meclisi devre dışına itti. Halkın temsilini sadece karizmatik ve ‘organik’ bir lidere bağladı. Bir varoluş ilkesi olarak savunduğu “halk iradesi/millet iradesi” kavramının içini boşalttı, iktidar partisinin vekilleri dâhil olmak üzere bütün seçilmişleri atanmışlara tâbi kıldı. Denetim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi demokratik bir yönetiminin temel şartlarını yerle yeksan etti.
Türkiye hızla otoritarizme savrulmaya başladı. Ancak demokrasiden uzaklaşmanın bedeli ağırdı. Hak ve özgürlük sahası küçüldü, hukuk rafa kalktı, ekonomi derin bir krize girdi ve kurumsal yapı işlemez oldu. Bütün göstergelerin olumsuz yönde seyretmesi, kaçınılmaz olarak, toplumsal alana da sirayet etti. İnsanların kaygıları arttı, yarını öngörebilme olanakları köreldi, geleceğe dair umutları azaldı, iktidara dönük eleştirel sesler yükselmeye ve çoğalmaya başladı.
Kurgunun çöküşü
Böylece bir darbenin ürünü olan anti-demokratik siyasi kurgu çöktü. İktidarın beş yıldır bel bağladığı bu kurgunun çöküşü şimdilerde çok daha net bir şekilde görülüyor. Büyüğü ve küçüğüyle iktidar ortaklarının tamamında bir aşınma yaşanıyor. Oy kaybı araştırmalara her geçen gün daha fazla yansıyan AK Parti’nin iktidarının özellikle ilk dönemlerinde genişlettiği zemini daralıyor ve parti kurulduğu dönemdeki sınırlarına, hattâ onun aşağısına çekiliyor. Oy kaymaları, henüz kesin bir adres bulamamış olsa ve kararsız bir dalgalanma seyretse de, iktidarın dengesini ve kimliğini değiştirmeye muktedir bir nitelik arz ediyor.
İktidar ise artık aşikâr olan oy kaybına karşı yeni çare geliştiremiyor. İlkin kanamayı durduracak ve akabinde yarayı sağaltacak bir derman bulamıyor. Bir normalleşme ve çıkış umudu veremediği için tabanındaki erimenin önüne geçemiyor. Muhalefetin hareketlenmesinden ve özgüven kazanmasından ürküyor. Buna cevap teşkil edebilecek yeni bir yol açamadığı için de en iyi bildiği yola dönüyor: Muhalefeti kriminalize ediyor, mühendislik faaliyetlerinden medet umuyor ve kimlik siyasetine yükleniyor.
Şimdilerde nassın tedavüle sokulmasının hikmeti de bu! Erdoğan, yirmi yıldır ülkeye hükmediyor. Hatırlatmaya gerek yok herhalde, bu sürede devlet bütün işlemlerini faiz ile yürüttü. Onu bırakın; Erdoğan yakın tarihte birçok kez, dünyanın ekonomik sisteminin bir gereği olduğundan bahisle faizi yeni bir yoruma tâbi tutmak gerektiğini belirtti. Hattâ bu noktada İslam ülkelerine çağrıda bulundu. Hakeza bugün de onun yönetimi altındaki devlette faizin işlemediği bir alan yok.
Dini ve milli bir direnç merkezi
Herkes gibi o da bunları biliyor. Ama sanki bütün bunlar yokmuş gibi davranması aslında sıkışmışlığın bir göstergesi. Erdoğan, değişen talepleri karşılayabilecek yeni bir siyaset üretememekten kaynaklanan siyasi zaafını, dinî ve millî değerler üzerinden bir direnç merkezi oluşturarak gidermeye veya hiç olmazsa asgari seviyeye çekmeye çalışıyor. Zira elde kalan tek malzeme bu!
Ancak bunun işe yarayacağı şüpheli, AK Parti’nin son dönemlerde üç seçmen kitlesi ile arası açıldı: Kürt seçmenlerin büyük bir kısmı, rasyonel politikalar talep eden merkez-sağ seçmenlerin bir kısmı ve son zamanlardaki savrulmalardan rahatsızlık duyan muhafazakâr-dindar seçmenlerin bir kısmı. Yani Erdoğan’ın kaybı çok katmanlı; buna, iktidarın mühendislik kapasitesinin sınırlı olduğunu ve kimlik siyasetinin de istiap haddine vardığını eklediğinizde, nassı aniden keşfetmesinin Erdoğan’a beklediği faydayı sağlaması zor.
Asıl mesele Erdoğan’ın siyasi kurgusunun çökmesi; palyatif tedbirlerle, muhalefeti bölmeye uğraşmakla, suni gündemlerle ve temcit pilavı gibi söylemlerle bu kurgunun marazları ortadan kaldırılamaz.