Ana SayfaYazarlarParamparça...

Paramparça…

 

Almanya’da görülen aşırı sağcı Nasyonal Sosyalist yeraltı örgütüne yönelik beş yıldır devam eden davada karar açıklandı. 10 kişiyi öldürmek, banka soygunları yapmak ve bombalı saldırılarla suçlanan bu örgütün lideri Beate Zschäpe, ömür boyu hapis cezasına çaptırıldı. Bu karar örgütün mağduru olan insanların yakınlarını tatmin etmedi, asla da tatmin etmeyecek… Mağdurlara göre Alman devleti 10 yıldan fazla süreyle işlenen cinayetlere, bombalı saldırılara göz yummuştu…

 

Bugün Münih Yüksek Mahkemesi’nin açıkladığı karar aklıma Fatih Akın’ın Altın Küre’de En İyi Film ödülünü alan ‘Paramparça’ filmini getirdi. Film, NSU tarafından bombalı saldırıda eşi ve oğlu öldürülen bir kadının adalet yerine gelmeyince, ‘kendi adaletini’ aramasını çok sert, çarpıcı bir dille anlatıyordu. Sinemalarımızda her başarılı yapım gibi sessiz sedasız, az izleyiciye ulaşan film hakkında ilk izlediğimde yazmak istemiştim. Araya tembellik girdi bugüne kaldı… 

 

Diane Kruger, Numan Acar ve Ulrich Tukur’un muhteşem performans gösterdiği filmde, eşi Nuri ve yedi yaşında oğlunu Hamburg’daki bombalı saldırıda kaybeden Katja’nın adalet arayışı konu ediliyor. Katja için hayata tutunmanın tek anlamı, eşi ve oğlunu öldürenlerin bulunup, adalet önüne çıkarılmasıdır. Bu şekilde hayata ancak hayata tutunabilecektir. Katja, eşi ve çocuğu için adalet ararken karşısına bir sürü engel çıkar. Soruşturmayı yürüten savcılık eşi Nuri’nin geçmişte uyuşturucu satmaktan cezaevine girdiği üzerinde yoğunlaşır. Nuri, uyuşturucu satmaktan girdiği cezaevinde okuyarak üniversiteyi bitirmiş, Katja ile tanışıp çocuk sahibi olduktan sonra bambaşka bir hayatı olmuştur. Hamburg’daki küçük ofisinde özellikle Türklerin mali konularında yardımcı olmaktadır. Saldırının olduğu gün, Katja’nın işi olduğundan oğlu Rocco babasının yanına gelmiştir…

 

Soruşturmayı yürüten Alman savcılığının katillerden çok mağdur üzerine yoğunlaşması bana Malatya’da yürütülen Zirve Davası’nı hatırlattı. Davanın görüldüğü günlerde mağdur avukatından Zirve Davası dosyasını çalıştığım gazete için almıştım. 22 klasör olan dosyanın tam 20 klasörü mağdurların faaliyetlerine ayrılmış, sanıklarla ilgili iki klasörlük inceleme dosyası ise üstün körü bir şekilde hazırlanmıştı. Dosyada sanıkların cinayet öncesi ilişkileri, yaptıkları görüşmeler çok az bir şekilde yer almıştı.

 

Biz dönelim filmin hikâyesine… Katja bütün bu engellemelere rağmen katillere ulaşır, cinayeti işleyen çiftin erkek olanının babasının da ihbarıyla ırkçı çift tutuklanıp, mahkemeye çıkarılır.  Mahkeme süresince bütün deliller sanıklar aleyhine toplanmıştır. Bomba, sanıklardan erkeğin babasının çiftlik evinde yapılmış, kız tarafından patlamanın olduğu ofisin girişine bisikletle bırakılmıştır. Nuri’nin tek suçu ise Türkiye kökenli olmasıdır. Mahkeme sonunda bütün deliller sanıkların aleyhine olmasına karşın, bombanın yapıldığı çiftlik evindeki ambarın kapısının anahtarsız olması ve herkesin ulaşabileceği gerekçesiyle sanıklar delil yetersizliğinden serbest bırakılır. Kararı açıklayan mahkeme başkanı, “ Sizi suçsuz olduğunuz için değil aksine kişisel olarak suçlu olduğunuza inandığım halde, suçunuzu tam olarak ispatlayamadığımız için, hukuk sistemimizin buna izin vermediği gerekçesiyle serbest bırakıyorum” der…

 

Mahkemenin kararından sonra adalet duygusu tükenmiş ve yaşama tutunma gücü kalmamış olan Katja, katil çiftin peşine düşer. Ölmekle öldürmek arasına iç çatışmalar yaşayan genç kadın, katil çiftin peşine düşer. Katil çift kendilerine mahkeme süresince de destek olan Yunanistan’daki Altın Şafak örgütünün himayesiyle Yunan adalarında karavanda tatil yapmaktadır. Katillerin izini süren genç kadın bir yandan da internette bomba yapımını öğrenir. 

 

Çifti ıssız bir sahilde sıradan tatil yaparken bulan Katja, hazırladığı uzaktan kumandalı bombalı çantayı önce karavanın altına koyar ve beklemeye koyulur. Sonra, gidip çantayı koyduğu yerden alır. Çantayı sırtına takar ve yürüyüşten dönen çiftin karavanın kapısını çalar…

 

Gençliğinde sosyalizm ütopyasına inanan benden yaşça büyük bir dostum 30 yıldan fazla bir süredir Almanya’da yaşıyor. Bu dostumla ara ara sohbet ediyoruz. Kendisi Almanya’da yaşayan Türklerin hayatlarını kolaylaştırmak için mücadele veren sivil toplum örgütlerinde çalışıyor. Almanya özelinde Avrupa’da artan ırkçılığı da konuşuyoruz haliyle. Alman devletinin yabancılara karşı özellikle Türk toplumuna karşı artırdığı baskıları konuşuyoruz. Okullarda Türkçe öğrenmenin önüne her geçen gün yeni engellemeler başlamış. Asıl ürkütücü olan ise NSU gibi radikal ırkçı örgütlerden çok, sıradan insanlara da yabancı düşmanlığının artmış olması… Bu ırkçı yaklaşımlar giderek bütün dünyaya habis bir hastalık şeklinde yayılıyor.

 

Her seçimden sonra, “ Bu ülkede yaşanmaz” diyenlere duyurulur. Dünyanın diğer taraflarında, çiçek, böcek, sevgi kelebekleri uçuşmuyor. Giderek kötüleşen, ‘’öteki’’ olan için zorlaşan bir dünyada yaşıyoruz. Demokrasilerine, hukuk sistemlerine ve insan haklarına övgüler dizilen Avrupa’nın mültecilere karşı tavrı ortada… İşin tuhaf olmayan tek yanı ise Avrupa’yı örnek gösterip, ‘insan hakları, bireysel özgürlükler’ konusunda büyük laflar edip nihayetinde umutlar kırılınca gitmelere düşenlerin büyük bir çoğunluğunun mülteciler konusunda aynı düşmanlığı beslemesi. Kendi hayatlarının konforunu mültecilerin bozduğuna inanması…

 

24 Haziran seçimlerinde yükselen milliyetçi dalgayı da dünyadan bağımsız düşünmek, bizi büyük yanılgıya götürür. Dünyada yükselen korumacılığı ve onun getirdiği kötülükleri biz de yaşıyoruz. Bunu aşmanın yolu ise her seçimden sonra yaşadığın toplumu aşağılayıp, gitmekten bahsetmekten geçmiyor. O toplumu anlamaktan ve ona dokunmaktan geçiyor. Fazla iyimser bulsanız da benim dünya için de yaşadığım memleket içinde geleceğe dair umutlarım var. Yeni Türkiye ilgili konuşmasında Edip Cansever’in dizelerini kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ustanın baştan sona hüzün kokan ama bir yerinde umudu dürten ‘Mendilimde Kan Sesleri’ şiirinin bir bölümüyle cevap verelim: “…Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi. O çocuklar büyüyecek. O çocuklar büyüyecek. O çocuklar… Bilmezlikten gelme Ahmet Abi, umudu dürt. Umutsuzluğu yatıştır.”

 

- Advertisment -