Ana SayfaYazarlarMeclis şimdi ne yapacak?

Meclis şimdi ne yapacak?

 

22 Temmuz 2004 günü Sakarya’nın Pamukova ilçesinde meydana gelen tren kazasında yeni açılan Ankara-İstanbul hızlandırılmış tren seferini yapan Yakup Kadri Karaosmanoğlu adlı tren aşırı hızdan dolayı raydan çıkmış, kazada 41 yolcu hayatını kaybetmiş, 89 yolcu da yaralanmıştı.

 

Uzmanlara göre kazanın sebebi, Ankara-İstanbul arasında yetersiz altyapıya rağmen hızlandırılmış trenin acele edilerek açılmasıydı. O kazayla ilgili de iki makinist gözaltına alınmıştı.

 

Ama son kazadan farklı olarak 2004’deki tren kazası ertesi gün hükümete yönelik eleştirel başlıklarla bütün gazetelerin manşetlerindeydi.

 

(Akşam: Hızlı Facia, Cumhuriyet: Hızlandırılmış Katliam, Hürriyet: Seri Cinayet, Milliyet: Bir Şov Uğruna Öldüler, Posta: Göz Göre Göre Facia, Sabah: Hızlandırılmış Katliam, Takvim: Kaderimiz Pisi Pisine Ölmek, Vakit: Hızlı Tren Raydan Çıktı, Vatan: Cinayet, Yeni Şafak: Facia.)

 

4 Ağustos 2004 günü Pamukova tren kazasını görüşmek üzere CHP grubu tatilde olan Meclis’i toplantıya çağırdı.

 

CHP milletvekilleri, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım hakkında gensoru önergesi verdiler.

 

Gensoru önergesinin Meclis genel kurulunun gündemine alınıp alınmamasıyla ilgili ön görüşmelere geçildi.

 

Eski anayasanın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilmesi gerekiyordu.

 

Hükümet ve Ulaştırma Bakanı Meclis’teki yerlerini aldı.

 

Televizyonlardan canlı yayınlanan Meclis oturumunda kürsüye çıkan konuşmacılar kaza üzerine hararetli ve bilgilendirici konuşmalar yaptılar, hükümete sorular sordular.

 

CHP grubu adına söz alan genel başkan Deniz Baykal, Ulaştırma Bakanı’na dönerek “İnsana değer veriyorsanız bu noktada istifa etmeyeceksiniz de ne zaman istifa edeceksiniz” dedi.

 

Daha sonra konuşmalara cevap vermek üzere kürsüye Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım çıktı. Konuşmasına “Her şeyden önce, gensoruya konu olan tren kazası hakkında kasıtlı olarak kamuoyunda oluşturulan bilgi kirliliğinin giderilmesine fırsat tanıdığı için, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna özellikle teşekkür ediyorum. AK Parti Grubuna da, bu önergeye müspet yaklaşıp destek verdikleri için ayrıca teşekkür ediyorum” diyerek başladı ve kazayla ilgili Meclis’e ayrıntılı bilgi verdi, sözlü sataşmalar arasında sözlerini tamamladı.

 

Görüşmeler sonunda gensorunun Meclis’te görüşülmesi beklendiği gibi reddedildi. Zaten parlamenter sistemde bir bakanın gensoruyla düşürülmesi hükümetin de teamüller gereği sonu demek olduğu için bu şaşırtıcı olamadı.

 

Ama anayasanın ve Meclis iç tüzüğünün sağladığı gensoru ön görüşme imkanı, yasamanın yürütmeyi sorgulamasına, muhalefetin iktidara hesap sormasına, kamuoyunun kafasındaki soruların sorulup, cevapların verilmesine imkan sağlamış oldu.

 

Ama artık bu görüşme sadece arşiv sayfalarında kalan bir hatıra.

 

Bundan 14 yıl önce meydana gelen Pamukova’daki tren kazasıyla ilgili Meclis’te yaşanan bu tartışmaların Çorlu’daki tren kazasından sonra yaşanması mümkün değil.

 

Çünkü cumhurbaşkanlığı sistemi için yapılan anayasa değişikliğiyle gensoru tarih oldu.

 

Artık, gensoru dışında da bakanların Meclis’te milletvekillerinin karşısına çıkıp, icraatlarıyla ilgili hesap vermesi mümkün değil.

 

Çünkü artık bakanlar Meclis’te değiller.

 

Bakanlar Meclis’ten seçilmediği gibi, Meclis’e çağrılıp icraatlarıyla ilgili bir konuda bilgi de vermeyecekler.

 

Yine Pamukova Kazası ile ilgili 22 Temmuz 2004’den itibaren Meclis’te hükümete sorulan sözlü sorularla yaşanan yüz yüze tartışmalar da artık yaşanmayacak.

 

Çünkü, bakanlar Meclis’te olmayacağı için sözlü soru da artık yok.

 

Milletvekillerinin Çorlu kazası gibi bir olayla ilgili yapabilecekleri iki şey var.

 

Birincisi; Meclis’te konuyla ilgili genel görüşme açılması veya araştırma komitesi kurulması için önergesi vermek.

 

Fakat bu genel görüşme ve Meclis araştırmalarına da yeni anayasaya göre bakanlar katılamayacak.

 

Yani konunun doğrudan muhatapları olmadan Meclis’te bu konular tartışılabilecek. Tabii Meclis çoğunluğu bunu isterse.

 

Vekillerin yapabileceği ikinci şey, ilgili bakana yazılı soru sormak. Bu sorulara bakanlığın 15 gün içinde cevap vermesi gerekiyor. Ama bu cevabın sorunun tam cevabı olması gerekli değil. Bakan uygun gördüğü şekilde bu soruya cevap verebilir.

 

Hatta süresi içinde yazılı soruya cevap Meclis’te az rastlanan bir uygulama.

 

Örneğin 25. dönemde milletvekillerinin bakanlara sorduğu 28829 yazılı sorudan sadece yüzde 10’u (3011’i) zamanında cevaplandırılmış.

 

9755’i üzerinden zaman geçtikten sonra cevaplandırılmış, 14.239’u ise hiç cevaplandırılmamış.

 

Doğrudan yüz yüze soru sormaya imkan verdiği için sözlü sorularda bu oran daha yüksek. Yine son Meclis dönemi olan 26. dönemde 1622 sözlü soru önergesinden 568’i bakanlar tarafından soruyu soran muhatabına karşı cevaplandırılmış. Vekiller böylece takip eden soru sorma imkanını da kullanmışlar.

 

Ama yeni sistemde artık milletvekilleri sadece Meclis’te değil bakanları Ankara’da da çok sık göremeyebilirler.

 

Mevcut kabinede Cumhurbaşkanı ve dört bakan dışındaki bakanlar bürokrasi ve iş dünyasından teknokratlar olduğu, siyasi kimlikleri de olmadığı için milletvekillerinin bakanlar üzerindeki ağırlıkları ve yaptırım güçleri azalacak.

 

Yani orta ya da uzun vadede seçmenlerin Meclis’e gidip, milletvekilleri üzerinden bakanlıklarda ve bürokraside işlerini halletmesi devri de yavaş yavaş kapanacak.

 

Güç ilişkileri konusunda uzman tecrübeli Ankara bürokrasisi de bu durumla ilgili hızlıca vaziyet alacaktır.

 

Bunun, Ankara’da bir genel müdürün ya da üst düzey bir bürokratın bir milletvekilinin telefonuna anında cevap verme refleksini zayıflatan bir vaziyet alma olacağını tahmin etmek zor değil.

 

“Bütün bunlar zaten angarya işlerdi, milletvekillerinin işi yasa yapmak, ona yoğunlaşsınlar” denebilir.

 

Ama yasama kısmında da vekillerin başı eskisi kadar sıkışık olmayabilir.

 

Bunun için yine geçen dönemin yani son parlamenter sistemle Meclis’in çalıştığı 26. dönemin yasama istatistiklerine bakmak yeterli.

 

26. dönemde Meclis’e 953 “kanun tasarısı” gelmiş. Kanun tasarısı hükümetten Meclis’e gönderilen yasa tasarılarına verilen ad. Bu tasarılar bakanlıkların ihtiyaçlarına göre, onların bürokrasileri tarafından hazırlanmış tasarılar. Bu 953 tasarıdan 477’si kanunlaşmış, 427’si de komisyonlarda beklemiş. (Tabii artık onlar da kadük oldu)

 

Buna karşın bu 2 yıl beş aylık 26. dönemde Meclis’e gelen “kanun teklifleri”, yani milletvekillerinin hazırladığı yasa önerilerinin sayısı 2348 olmuş ve bunlardan sadece 50’si kanunlaşmış.

 

Yani 26. dönemde Meclis mesaisinin yüzde 90’ını hükümetten gelen kanun tekliflerini görüşmek ve yasalaştırmak oluşturmuş.

 

Yeni cumhurbaşkanlığı sistemiyle bakanlıkların ihtiyacı olan bu kanun tekliflerinin büyük bir çoğunluğu artık kararnamelerle çözülebilecek. Yani Meclis’in üzerinden mesaisinin en büyük kısmını kaplayan bir yük de kalkmış olacak.

 

Yeni dönemde rutin işler dışında Meclis iş yükünü eğer ihtiyaç duyulursa ceza kanununda veya sayı yetersiz olsa da anayasada yapılacak değişikler ve en çok bütçe oluşturacak.

 

Cumhurbaşkanlığı’ndan gelecek bütçe eğer genel kurulda reddedilirse Cumhurbaşkanı, geçen yıl ki bütçeyi enflasyon oranında artırarak yola devam edebilecek.

 

Burada tek heyecanlı olabilecek kısım bütçenin bütçe komisyonunda görüşülmesi.

 

Çünkü Cumhurbaşkanlığı’ndan gelecek bütçe Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 45 gün görüşülerek, değiştirebilecek. Komisyonda değiştirilip, genel kurulda kabul edilen bir bütçeyi Cumhurbaşkanı’nın geri çevirmesi mümkün değil.

 

Burada kritik olan son anayasa değişikliğiyle artık bütçe komisyonunda iktidara 40 üyeden 25’inin otomatik olarak verilmemesi. Her parti Meclis’teki vekil sayısına göre komisyonda temsil edilecek. Yani bütçe için komisyonda çoğunluk olmak kritik.

 

Ama son 390 vekil sayısına göre AK Parti 19, MHP 3 vekille komisyonda yer alacağı için burada da bir sorun çıkması beklenemez. Ama komisyonlardaki bu kritik sayı AK Parti-MHP’nin koalisyon vasfını güçlendirecektir.

 

Muhalefet vekillerinin yürütme karşısında denge ve denetim için ellerindeki Meclis’te söz alma imkanlarının da son tüzük değişikliğiyle epey kısıtlandığı düşünülürse, artık daha sessiz bir Meclis’le karşı karşıya kalacağız.

 

Muhalefetin elinde grup toplantıları dışında, basın toplantıları, siyaseti Meclis dışına taşımak, gölge kabineler kurmak gibi alternatifler var… Tabii Meclis televizyonu dışında görünmeyi başarabilirlerse…

 

Yani 27. dönem milletvekillerinin, Meclis’te 26. dönem milletvekillerine göre biraz daha sıkılacağı kesin…

 

Siyasetçilerin yerini teknokratlara bırakacağı bu dönemde, Ankara’ya gelecek seçmenler de Meclis yerine, işlerini halletmek için doğrudan Beştepe’nin ve bakanlıkların kapılarını zorlayacaktır.

 

Belki böylece milletvekilleri de sakinleşecek Meclis’teki odalarında boş zamanlarını olan biten üzerine düşünmek, bolca kitap okumak için bir fırsata çevirirler…

- Advertisment -