Alper Görmüş
“Bir kere adını koyalım, bu bir işgaldir”den sonra gelenler…
‘Hak’tan ve ‘adalet’ten çok ‘güç’e inananların ya da ‘güçlü’nün karşısında ‘haklı’nın yanında durma cesaretine sahip olmayanların baş vurduğu dil hileleri var. Bunları kullanarak, hem berbat ahlaki pozisyonunuza dışarıdan gelebilecek eleştirileri seyrelttiğinizi düşünüyorsunuz hem de altlarda bir yerde işleyip sizi rahatsız eden vicdanınızın sesini kısmış oluyorsunuz: “Hayır, ben haklının hakkını, mağduriyetini teslim ediyorum, fakat bir de gerçeklik diye bir şey var; ahlaki pozisyon başka ‘objektif analiz’ başka!”
ANALİZ | Putin’in dün geceki ‘Büyük Birader’ konuşması: Savaş barıştır, özgürlük köleliktir
"Özgürlük politikamızın merkezindedir. Bu herkesin kendi geleceğini ve çocuklarının geleceğini bağımsız olarak belirleme özgürlüğüyle ilgilidir. Ve bu hakkın, seçme hakkının, günümüz Ukrayna topraklarında yaşayan tüm halklar tarafından kullanılabileceğini önemli görüyoruz."
ANALİZ | Anketler yanlış mı? Tercihler bu ölçüde ‘çarpıtılıyor’ olabilir mi?
Anketlerde oylarını Cumhur İttifakı’na vereceğini söyleyen deneklerin acaba ne kadarı aslında vermeyeceği halde sosyal çevresinden çekinerek böyle diyor, başka bir deyişle “tercihini çarpıtıyor?” Ali Babacan bu oranın çok yüksek olduğu kanaatinde… Haklı olabilir mi? Sandıklar açılıp da “sürpriz”in boyutları ortaya çıktığında anlayacağız.
“7 dakika 40 saniye insanı” olmak
Cumhurbaşkanı tarafından ayağa kaldırılan fakat o “oturun” demeyi unuttuğu için cumhurbaşkanını 7 dakika 40 saniye boyunca ayakta izleyen belediye başkanları hadisesinin yaşandığı bir ülkemiz var. Düşününce, benzerlerinin Sovyetler Birliği gibi ülkelerde yaşandığı başka örnekler de geliyor akla.
ANALİZ | “FETÖ’cülük” suçlamasının fars hali: Nesip Yıldırım hadisesi
Geçtiğimiz Cuma bir şafak operasyonuyla gözaltına alınan insan hakları savunucusu avukat Nesip Yıldırım’a yöneltilen suçlama belli oldu: Bir baz istasyonu incelemesinde, bundan 7-8 yıl önce bir “FETÖ’cü”nün Yıldırım’ı iki kez aradığı (toplam 37 saniye) ortaya çıkmış. Hepsi bu. Ne konuştukları da belli değil, sadece konuşmuşlar. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yıl önce verdiği açık söze rağmen sabahın köründe gözaltına alınmayı gerektiren bir suçmuş! Şimdi hakikaten, nedir bu?
Demokrasi sınavında muhalefet bloku için samimiyet kriterleri
Muhalefet bloku, bir tür koalisyon protokolü gibi düşünülen yol haritasını açıklarken güzel fakat soyut vaatlerden kaçınmalı, diyeceklerini madde madde, net bir üslupla ifade etmeli. Bu ülke, “muhalefette doğru söyler iktidarda şaşar”ı ezber etti artık. Soyut vaatler, “fazla köşeli sözler vermeyelim, iktidarda bize de lazım olabilir, sonra sözümüzden cayamayız’ duygusu yaratır ve sözün inandırıcılığını zedeler.
ANALİZ | Tek adam sisteminin bir dezanvantajı: ‘Hatalara halk adına müdahale eden Cumhurbaşkanı’ algısından yararlanamamak
“Başkan” değil sadece cumhurbaşkanı olduğu eski sistemde Erdoğan’ın zaman zaman başvurduğu bir taktik vardı: Geniş kitleleri rahatsız eden gelişmeleri izliyor, sonra da onları ilk defa duymuş gibi ‘müdahale’ ediyordu. Fakat her şeyi denetlediği yeni sistemde bilmiyormuş gibi yapmak mümkün değil. Yine de can yakan elektrik faturalarıyla ilgili olarak geçtiğimiz hafta yapılan minik tarife makyajının nasıl sunulduğu hatırlanınca işin rengi değişiyor. Anlıyoruz ki, “haberim yoktu” denemese de kimsenin yapamayacağını yapıp “halkı rahatlatan” başkan imajı yine de parlatılmaya çalışılacak.
Türkiye’yi kim yönetiyor? Prof. İzzet Özgenç söyleyebileceğini söyleyip sustu, devamı için ‘siyaset’i işaret etti
Serbestiyet, bir televizyon programında “(…) Kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde…” diyen hukukçu profesör İzzet Özgenç’ten bu cümlesini açmasını istedi. Bir zamanlar, kendi deyişiyle “Tayyip Bey ile beraber” olan Özgenç, Serbestiyet’e verdiği cevapta bir akademisyen olarak bundan fazlasını söyleyemeyeceğini belirtti ve devamını tartışma görevinin ‘siyaset’te olduğunu ima etti… “Ben, bunları açık açık, ulaştırmam gereken insanlara iletiyorum, konuşuyorum. Kimse benim bu söylediklerime itiraz etmiyor” şeklindeki sözleri de ‘siyaset’ derken özellikle AK Partilileri kastettiğini akla getiriyor.
ANALİZ | Hakan Atilla’nın anlattıkları, Halkbank davasının Türkiye’de bir korku süreci olarak yaşandığını doğruluyor
Hakan Atilla, ABD’de yargılandığı iki yıl boyunca eşinin ve çocuğunun ABD’ye gitmesine Türkiye’den izin verilmediğini söylüyor. Neden acaba? Eşi ve çocuğu ABD’ye gitmiş bir Hakan Atilla ile Türkiye’de kalmış bir Hakan Atilla arasında fark olacağı mı düşünülmüş? Bu engelleme, eşi ve çocuğu yanına gelmiş ve “rahatlamış” Hakan Atilla’nın muhtemel tercihlerinden duyulan rahatsızlığın bir yansıması olabilir mi?
Mumcu’nun cenaze töreni, 28 Şubat ve CHP’deki değişim çabasının durdurulması
Uğur Mumcu’nun cenaze töreni, törene katılan kitlelerin ruh hali üzerinden yeni ve güçlü bir devlet siyasetinin inşa edilebileceği duygusunu yaratmıştı. Bu yoldan gidildi ve sonunda 28 Şubat’a varıldı. Bu, hikâyenin bilinen kısmı… Madalyonun öbür yüzünde, o cenaze töreninin, Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) Batı tipinde bir sosyal demokrat partiye dönüştürme uğraşlarını berhava etme doğrultusunda araçsallaştırılması var.
ANALİZ | Dil koparma bahsinde Erdoğan’a “sizi sansürledik” dendi mi, denmedi mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sezen Aksu’yu hedef alan sözlerinin iktidar medyasında yer almamış olması bir dizi soruyu davet ediyor. Cumhurbaşkanı, sözlerinin kendisine yakın medyada yayımlanmamasının ‘sağlandığından’ haberdar mı? Haberdar değilse, bilgilendirilmediyse, başta İletişim Başkanı olmak üzere yakın kadrosu böyle bir şeye nasıl cesaret edebilmiştir? Haberdarsa, egosunun iriliği malum bir insan olarak cumhurbaşkanı buna nasıl bir tepki vermiştir?
1996: ‘Yeşil’ bir Kurban Bayramı’nda Güldal Mumcu’yu ziyaret ediyor
Uğur Mumcu cinayeti sonrasının en tuhaf gelişmelerinden biri de 1996’da yaşandı. O yılın Kurban Bayramı’nda ülkenin bildiği en acımasız Devlet tetikçilerinden biri, ellerinden tuttuğu biri kız biri erkek iki çocukla birlikte, biri kız biri erkek iki çocuğuyla birlikte yaşayan Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret etti. Bu olayın imâ ettiklerine, sembolizmine bakıp da Güldal Mumcu’yu, bildiklerini uzun yıllar boyunca kendine sakladığı için eleştirmek mümkün mü?
Halk TV izleyicileri için gerçek ânı: Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’ değil ‘Devlet’ öldürdü
Halk TV’nin çok izlenen programı “Görkemli Hatıralar”ın dünkü (23 Ocak) bölümü, 29 yıl önce suikast sonucu öldürülen gazeteci Uğur Mumcu’ya ayrılmıştı. Programda Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu salonu dolduran ve 29 yıldır Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’nın öldürdüğüne inanan Halk TV izleyicilerinin gözünün içine bakarak onlara eşini ‘Devlet’in öldürdüğünü anlattı. Programın sunucusu Serhan Asker o konuşurken birkaç kez araya girip Halk TV izleyicilerinin “tarihi bir program” izlemekte olduğunu söyledi. Haklıydı…
2006’da bebek olan bugünün gençleri için bir hatırlatma: Hrant’ı ölmeden evvel öldüren dava
“Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur…“ Bu cümleyle Hrant Dink’i ‘Türklüğe hakaret’ten mahkûm etmek nasıl bir şeydi biliyor musunuz? Hani ‘Abdest almadan namaza durmayın’ diyen birini şeriat mahkemesinde ‘namaza durmayın’ dediği gerekçesiyle cezalandırmışlar ya, işte tam böyle bir şeydi.
Sezen Aksu: “Bir”leştirmeden birleştiren…
Toplumların esenliğinin göstergelerinden biri de ortaklaşa sevilen insanlar çokluğu… Böyle insanların sayısı ne kadar çoksa o toplum o kadar huzurludur. Kutuplaşmadan, ayrışmadan beslenenlerin onları hedef alması doğal… Bundan tam 15 yıl önce yazdığım (Ocak, 2007) portresinde Sezen Aksu’yu ve müziğini ‘ortak hayat’ımızdaki önemi açısından ele almıştım. 15 yıl sonra, onu nefretlerinin nesnesi haline getirmeye çalışanlara karşı o portreyi Serbestiyet okurlarıyla bir kez daha paylaşıyorum.
Benzerleri eskiden sadece bir mahalleye dert olurdu
Nihal Bengisu Karaca’nın Halk TV ekranında görülmesi, “oraya nasıl çıkarsın”cıların mahallesiyle “onu nasıl davet edersiniz”cilerin mahallesine dert olmuştu. Karaca’nın başına gelenlerin işaret ettiği Türkiye canlı, taptaze olarak önümüzde. Fakat biliyor musunuz, bu 30 yıl önce de böyleydi. Bugün, medyadaki “herkes kendi çöplüğünde” pratiğine kendi meslek hayatımda yaptığım itirazları hatırlatmak istiyorum; meslek hayatımın “iyi ki de yapmışım” dediğim fasıllarından birini…
ANALİZ | İktidar olmuş muhafazakârlık: Uydurup inandıkları ‘büyük resmi’ görmek, küçük insanların dertlerine gözlerini kapamak!
"Tüm dünyaya söyleyin, Kazakistan'da büyüyen tek şey yolsuzluk. Ülke Nazarbayev'in ailesinin özel şirketi haline geldi… Protestocuyum demekten korkmuyorum. Ben kendi hayatımı yaşadım. Artık çocuklarım için buradayım. Ülkenin en parlak gençleri yurtdışına gitti. Neden? Çünkü burada hayat yok…" İktidarın ve iktidar destekçilerinin gözünde böyle çığlıkların hiçbir anlamı yok artık. Onların gözünde bu çığlıkların sahipleri “küresel emperyalizmin oyununa gelmiş” gafiller…
ANALİZ | Nihal Bengisu Karaca tartışması: Kutuplar kutup yıldızlarını sevmez
Nihal Bengisu Karaca’nın Halk TV yayınına katılmasının iki mahalleye de dert olması, bazılarının giydikleri deli gömleğini çıkarmaya hiç niyetlerinin olmadığını gösteriyor. Bu deli gömleğinin bir anda ortadan kalkmasını bekleyemeyiz, bu romantizm olur. Fakat hiç değilse seküler ve dindar diye bölünmüş dünyaların içinde yer alsalar da “kutup”ların ağırlıklı tavrının dışına çıkabilmişleri, çıkmaya çalışanları boğmasak iyi olmaz mı?
ANALİZ | Bahçeli’nin İmamoğlu ısrarının satır aralarında ne var?
Devlet Bahçeli’nin İmamoğlu konusunu bu kadar deşmesi ve AK Parti’deki ‘sönümlendirme’ çabasına rağmen ısrarla sürdürmesi manidar. Neden böyle yaptığına dair benim bir cevabım yok, şimdilik dikkat çekmekle yetinmek istiyorum. Üzerine bir şeylerin inşa edileceği bir zemin döşeme faaliyetiyle karşı karşıya olabiliriz.
Don’t Look Up: Toplumsal alıklaşma üzerine bir film
Dünyanın altı ay sonra bir kuyruklu yıldızın çarpması sonucunda ‘patlayacağı’nı ispatlayan bilim insanları yerine demagog bir başkanın “kuyruklu yıldızdaki, fakirliği ilelebet bitirecek madenleri ele geçirme” masalına inanan, inanmakla kalmayıp bilim insanlarının söylediklerini ciddiye alanları düşman belleyen milyonlarca insanın varlığını anlatan bir film sanmam ki mesela 20 yıl önce inandırıcı bulunsun. Fakat artık inandırıcı buluyoruz, çünkü gerçek hayatta da oluyor.
ANALİZ | “Bunlardan 900 bin tane daha var…”
Sıradan ve masum görünen bazı kelime tercihleri bazen ne kadar çok şey söyleyebiliyor… Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın meşhur video-tweet’indeki bir kelimeden söz ediyorum; video da tweet de korkunç ama tweet’teki “bunlar” kelimesini görünce içimi ilave bir ürperti kapladı.
ANALİZ | İktidarı övme şehveti gazeteciye mahcubiyet olarak döner
Gazeteciler de insan ve sonuçta onların da ideolojik, siyasi eğilimleri var. Fakat bu eğilimlerini; onayladığına aşk, onaylamadığına öfke boyutuna taşırlarsa önlerine gelen haberlere soğukkanlı yaklaşma şansları azalır, heyecanlanırlar, kontrol melekeleri zayıflar ve bu da onları sonunda mahcup olacakları aculluklara sürükler. Yeni Şafak, iktidarı övme şehveti nedeniyle bir hafta içinde İki defa mahçup oldu. Birinde övdüğü iktidardan zılgıt yedi, ikincisinde alay konusu oldu.
Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi / 15 Temmuz’u izleyen Misâk-ı Millî vurguları ve sonrasında olanlar
Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan hemen sonra yapmaya başladığı Misâk-ı Millî temalı konuşmalar, içeride izlemeye karar verdiği ve artık sonuçlarını net bir biçimde idrak ettiğimiz politikalarını devlet içinden destekleyeceğini umduğu en katı kesimlere bir ittifak çağrısıydı. Sonrasında olanlar bunu doğruladı: MHP ile ittifak; Kürt sorununu “terör sorunu” olarak tarif etmek ve ona uygun hareket etmek, Kürt siyasi hareketini meşruiyet sınırlarının dışına çıkarmaya gayret etmek; sınır ötesi harekâtlar; bu harekâtlara karşı çıkan yüksek rütbeli askerlerin tasfiyesi; Batı’dan uzaklaşmak, Rusya ve Çin’e yaklaşmak…
Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi / 17-25 ile 15 Temmuz arasında neler oldu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonrasında dilinden düşürmeyeceği “yerli ve milli” kavramını ilk kez Haziran 2015 seçim propagandası sırasında kullandı. Erdoğan böylece o andan itibaren ülkede oluşturmaya çalışacağı saflaşmayı da ilan etmiş oluyordu: “Millî bir çizgi izleyenler” ve “millî bir çizgi izlemeyenler…” Bu, devlet içindeki Kemalizmden daha ‘milliyetçi’ çevrelere verilmiş ilk selamdı, akabinde başlatacağı Misak-ı Milli tartışması ise bir ittifak çağrısı…
Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi başlıyor: 24 Aralık 2013
Zamanında Erdoğan’ın en yakınındaki kişilerden biri olan Yalçın Akdoğan 24 Aralık 2013’te Star gazetesinde kaleme aldığı yazısında, çok kısa bir süre öncesine kadar iktidar ortağı olan Gülen Cemaati’ni “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranlar” olarak tanımladığında herkes çok şaşırdı. Yazının yayın tarihinin 17-25 hadisesinin göbeğine denk gelmesi herhalde tesadüf değildi. O yazı bir ittifak çağrısıydı.
ANALİZ | Muhafazakâr milletvekilleri başkanlarını solculara muhtaç etti, ama kimse onları ‘dâvâya ihanet’le suçlamadı
İngiltere Parlamentosu’nda önceki gün (14 Aralık) çok ilginç bir oylama oldu. 100’eyakın muhafazakâr milletvekili, kendi liderlerinin kurduğu hükümetin getirdiği Covid-19 önlem paketine karşı çıktı. Fakat paket yine de geçti, çünkü 20 İşçi Partisi milletvekili teklife olumlu oy verdi. Bu, parti içindeki en büyük ‘isyan’ ama öncesinde defalarca ‘lidere rağmen’ oy vermiş çok sayıda muhafazakâr milletvekili var İngiliz parlamentosunda.
ANALİZ | “Sıkıntı yok, varsa da sorumlusu iktidar değil” haberciliğinde bugün Yeni Akit’in günü…
Ekonomide işlerin o kadar da kötü olmadığını, olduğu kadarından da dış güçlerle ‘iş tutan’ muhalefetin, ‘stokçu’ büyük marketlerin sorumlu olduğunu anlatmak için neler buluyorlar neler… En favori olanı, en sık tekrarlananı, işin çok olduğuna fakat insanların iş beğenmedikleri için işsiz kaldıklarına dair haberler… TL’nin değerinin düşüşü konusunda Yeni Şafak güzel bir iş çıkarmıştı. Bugün de gıda fiyatlarındaki artış konusundaki teziyle Yeni Akit devrede…
İktidarın çaresizlik içinden çıkardığı çare ‘baskın seçim’ olabilir
İktidar kanadından gelen ‘müjdeli’ vaatlerle ‘yeni ekonomik model’in altı ay sonra bireylerin refahına yansıyacağı propagandasını birlikte mütalaa edince akla ‘baskın seçim’ ihtimalinin gelmemesi mümkün değil… “Altı ay sonra süper olacağız” vaadinin laf olarak hiçbir inandırıcılığının olmadığını muhakkak ki Erdoğan da biliyor. Fakat iktidar, alım gücünün geçici olarak yükselmesinin yaratacağı iyimserlik hissiyle bu vaadin etki gücünün ve inandırıcılığının artacağını hesap ediyor olabilir. Yani ‘atı alanın altı ay dolmadan Üsküdar’ı geçmesi’ üzerine kurulmuş bir hesap…
Erdoğan’la devletin simbiyotik ilişkisinin ideolojisi: Milliyetçilik üstü az İslamiyet
Cumhuriyet mitingleri günlerinde biri çıkıp da 15 yıl sonrasında devletle AK Parti’nin ilişkisinin karşılıklı düşmanlıktan karşılıklı muhtaçlık biçimine dönüşeceğini öne sürseydi, muhalifinden muvafıkına herkes ona deli muamelesi çekerdi. Fakat işte şimdi o noktadayız. Peki buraya nasıl gelindi? Erdoğan, devletin gönül tellerini ilk ne zaman titretti ve sonrası nasıl gelişti? Bugün ve önümüzdeki birkaç yazıda: Erdoğan’la devletin simbiyotik ilişkisinin özet tarihi.
Sinirlenecek bir şey yok, sadece verdiğiniz sözü tutmanız isteniyor…
AİHM, haklarının ihlal edildiğini söyleyerek kendisine müracaat eden TC Devleti vatandaşı Osman Kavala’yı haklı buluyor ve tutukluluğuna son verilmesini istiyor. Peki, “Evet, ben AİHM’nin bütün kararlarını -doğru bulsam da bulmasam da- uygulayacağım” sözünün altına imzasını koyan TC devleti ne yapıyor? Kararı uygulamıyor. Hangisi daha haysiyetli? Ne olursa olsun sözünde duran bir devlet mi yoksa kâh bir kabadayının kâh bir çocuğun mantığı ve tutumuyla verdiği sözü tutmayan bir devlet mi?