Alper Görmüş

ANALİZ | Hakan Atilla’nın anlattıkları, Halkbank davasının Türkiye’de bir korku süreci olarak yaşandığını doğruluyor

Hakan Atilla, ABD’de yargılandığı iki yıl boyunca eşinin ve çocuğunun ABD’ye gitmesine Türkiye’den izin verilmediğini söylüyor. Neden acaba? Eşi ve çocuğu ABD’ye gitmiş bir Hakan Atilla ile Türkiye’de kalmış bir Hakan Atilla arasında fark olacağı mı düşünülmüş? Bu engelleme, eşi ve çocuğu yanına gelmiş ve “rahatlamış” Hakan Atilla’nın muhtemel tercihlerinden duyulan rahatsızlığın bir yansıması olabilir mi?

Mumcu’nun cenaze töreni, 28 Şubat ve CHP’deki değişim çabasının durdurulması

Uğur Mumcu’nun cenaze töreni, törene katılan kitlelerin ruh hali üzerinden yeni ve güçlü bir devlet siyasetinin inşa edilebileceği duygusunu yaratmıştı. Bu yoldan gidildi ve sonunda 28 Şubat’a varıldı. Bu, hikâyenin bilinen kısmı… Madalyonun öbür yüzünde, o cenaze töreninin, Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) Batı tipinde bir sosyal demokrat partiye dönüştürme uğraşlarını berhava etme doğrultusunda araçsallaştırılması var.

ANALİZ | Dil koparma bahsinde Erdoğan’a “sizi sansürledik” dendi mi, denmedi mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sezen Aksu’yu hedef alan sözlerinin iktidar medyasında yer almamış olması bir dizi soruyu davet ediyor. Cumhurbaşkanı, sözlerinin kendisine yakın medyada yayımlanmamasının ‘sağlandığından’ haberdar mı? Haberdar değilse, bilgilendirilmediyse, başta İletişim Başkanı olmak üzere yakın kadrosu böyle bir şeye nasıl cesaret edebilmiştir? Haberdarsa, egosunun iriliği malum bir insan olarak cumhurbaşkanı buna nasıl bir tepki vermiştir?

1996: ‘Yeşil’ bir Kurban Bayramı’nda Güldal Mumcu’yu ziyaret ediyor

Uğur Mumcu cinayeti sonrasının en tuhaf gelişmelerinden biri de 1996’da yaşandı. O yılın Kurban Bayramı’nda ülkenin bildiği en acımasız Devlet tetikçilerinden biri, ellerinden tuttuğu biri kız biri erkek iki çocukla birlikte, biri kız biri erkek iki çocuğuyla birlikte yaşayan Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret etti. Bu olayın imâ ettiklerine, sembolizmine bakıp da Güldal Mumcu’yu, bildiklerini uzun yıllar boyunca kendine sakladığı için eleştirmek mümkün mü?

Halk TV izleyicileri için gerçek ânı: Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’ değil ‘Devlet’ öldürdü

Halk TV’nin çok izlenen programı “Görkemli Hatıralar”ın dünkü (23 Ocak) bölümü, 29 yıl önce suikast sonucu öldürülen gazeteci Uğur Mumcu’ya ayrılmıştı. Programda Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu salonu dolduran ve 29 yıldır Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’nın öldürdüğüne inanan Halk TV izleyicilerinin gözünün içine bakarak onlara eşini ‘Devlet’in öldürdüğünü anlattı. Programın sunucusu Serhan Asker o konuşurken birkaç kez araya girip Halk TV izleyicilerinin “tarihi bir program” izlemekte olduğunu söyledi. Haklıydı…

2006’da bebek olan bugünün gençleri için bir hatırlatma: Hrant’ı ölmeden evvel öldüren dava

“Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur…“ Bu cümleyle Hrant Dink’i ‘Türklüğe hakaret’ten mahkûm etmek nasıl bir şeydi biliyor musunuz? Hani ‘Abdest almadan namaza durmayın’ diyen birini şeriat mahkemesinde ‘namaza durmayın’ dediği gerekçesiyle cezalandırmışlar ya, işte tam böyle bir şeydi.

Sezen Aksu: “Bir”leştirmeden birleştiren…

Toplumların esenliğinin göstergelerinden biri de ortaklaşa sevilen insanlar çokluğu… Böyle insanların sayısı ne kadar çoksa o toplum o kadar huzurludur. Kutuplaşmadan, ayrışmadan beslenenlerin onları hedef alması doğal… Bundan tam 15 yıl önce yazdığım (Ocak, 2007) portresinde Sezen Aksu’yu ve müziğini ‘ortak hayat’ımızdaki önemi açısından ele almıştım. 15 yıl sonra, onu nefretlerinin nesnesi haline getirmeye çalışanlara karşı o portreyi Serbestiyet okurlarıyla bir kez daha paylaşıyorum.

Benzerleri eskiden sadece bir mahalleye dert olurdu

Nihal Bengisu Karaca’nın Halk TV ekranında görülmesi, “oraya nasıl çıkarsın”cıların mahallesiyle “onu nasıl davet edersiniz”cilerin mahallesine dert olmuştu. Karaca’nın başına gelenlerin işaret ettiği Türkiye canlı, taptaze olarak önümüzde. Fakat biliyor musunuz, bu 30 yıl önce de böyleydi. Bugün, medyadaki “herkes kendi çöplüğünde” pratiğine kendi meslek hayatımda yaptığım itirazları hatırlatmak istiyorum; meslek hayatımın “iyi ki de yapmışım” dediğim fasıllarından birini…

ANALİZ | İktidar olmuş muhafazakârlık: Uydurup inandıkları ‘büyük resmi’ görmek, küçük insanların dertlerine gözlerini kapamak!

"Tüm dünyaya söyleyin, Kazakistan'da büyüyen tek şey yolsuzluk. Ülke Nazarbayev'in ailesinin özel şirketi haline geldi… Protestocuyum demekten korkmuyorum. Ben kendi hayatımı yaşadım. Artık çocuklarım için buradayım. Ülkenin en parlak gençleri yurtdışına gitti. Neden? Çünkü burada hayat yok…" İktidarın ve iktidar destekçilerinin gözünde böyle çığlıkların hiçbir anlamı yok artık. Onların gözünde bu çığlıkların sahipleri “küresel emperyalizmin oyununa gelmiş” gafiller…

ANALİZ | Nihal Bengisu Karaca tartışması: Kutuplar kutup yıldızlarını sevmez

Nihal Bengisu Karaca’nın Halk TV yayınına katılmasının iki mahalleye de dert olması, bazılarının giydikleri deli gömleğini çıkarmaya hiç niyetlerinin olmadığını gösteriyor. Bu deli gömleğinin bir anda ortadan kalkmasını bekleyemeyiz, bu romantizm olur. Fakat hiç değilse seküler ve dindar diye bölünmüş dünyaların içinde yer alsalar da “kutup”ların ağırlıklı tavrının dışına çıkabilmişleri, çıkmaya çalışanları boğmasak iyi olmaz mı?

ANALİZ | Bahçeli’nin İmamoğlu ısrarının satır aralarında ne var?

Devlet Bahçeli’nin İmamoğlu konusunu bu kadar deşmesi ve AK Parti’deki ‘sönümlendirme’ çabasına rağmen ısrarla sürdürmesi manidar. Neden böyle yaptığına dair benim bir cevabım yok, şimdilik dikkat çekmekle yetinmek istiyorum. Üzerine bir şeylerin inşa edileceği bir zemin döşeme faaliyetiyle karşı karşıya olabiliriz.

Don’t Look Up: Toplumsal alıklaşma üzerine bir film

Dünyanın altı ay sonra bir kuyruklu yıldızın çarpması sonucunda ‘patlayacağı’nı ispatlayan bilim insanları yerine demagog bir başkanın “kuyruklu yıldızdaki, fakirliği ilelebet bitirecek madenleri ele geçirme” masalına inanan, inanmakla kalmayıp bilim insanlarının söylediklerini ciddiye alanları düşman belleyen milyonlarca insanın varlığını anlatan bir film sanmam ki mesela 20 yıl önce inandırıcı bulunsun. Fakat artık inandırıcı buluyoruz, çünkü gerçek hayatta da oluyor.

ANALİZ | “Bunlardan 900 bin tane daha var…”

Sıradan ve masum görünen bazı kelime tercihleri bazen ne kadar çok şey söyleyebiliyor… Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın meşhur video-tweet’indeki bir kelimeden söz ediyorum; video da tweet de korkunç ama tweet’teki “bunlar” kelimesini görünce içimi ilave bir ürperti kapladı.

ANALİZ | İktidarı övme şehveti gazeteciye mahcubiyet olarak döner

Gazeteciler de insan ve sonuçta onların da ideolojik, siyasi eğilimleri var. Fakat bu eğilimlerini; onayladığına aşk, onaylamadığına öfke boyutuna taşırlarsa önlerine gelen haberlere soğukkanlı yaklaşma şansları azalır, heyecanlanırlar, kontrol melekeleri zayıflar ve bu da onları sonunda mahcup olacakları aculluklara sürükler. Yeni Şafak, iktidarı övme şehveti nedeniyle bir hafta içinde İki defa mahçup oldu. Birinde övdüğü iktidardan zılgıt yedi, ikincisinde alay konusu oldu.

Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi / 15 Temmuz’u izleyen Misâk-ı Millî vurguları ve sonrasında olanlar

Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan hemen sonra yapmaya başladığı Misâk-ı Millî temalı konuşmalar, içeride izlemeye karar verdiği ve artık sonuçlarını net bir biçimde idrak ettiğimiz politikalarını devlet içinden destekleyeceğini umduğu en katı kesimlere bir ittifak çağrısıydı. Sonrasında olanlar bunu doğruladı: MHP ile ittifak; Kürt sorununu “terör sorunu” olarak tarif etmek ve ona uygun hareket etmek, Kürt siyasi hareketini meşruiyet sınırlarının dışına çıkarmaya gayret etmek; sınır ötesi harekâtlar; bu harekâtlara karşı çıkan yüksek rütbeli askerlerin tasfiyesi; Batı’dan uzaklaşmak, Rusya ve Çin’e yaklaşmak…

Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi / 17-25 ile 15 Temmuz arasında neler oldu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonrasında dilinden düşürmeyeceği “yerli ve milli” kavramını ilk kez Haziran 2015 seçim propagandası sırasında kullandı. Erdoğan böylece o andan itibaren ülkede oluşturmaya çalışacağı saflaşmayı da ilan etmiş oluyordu: “Millî bir çizgi izleyenler” ve “millî bir çizgi izlemeyenler…” Bu, devlet içindeki Kemalizmden daha ‘milliyetçi’ çevrelere verilmiş ilk selamdı, akabinde başlatacağı Misak-ı Milli tartışması ise bir ittifak çağrısı…

Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi başlıyor: 24 Aralık 2013

Zamanında Erdoğan’ın en yakınındaki kişilerden biri olan Yalçın Akdoğan 24 Aralık 2013’te Star gazetesinde kaleme aldığı yazısında, çok kısa bir süre öncesine kadar iktidar ortağı olan Gülen Cemaati’ni “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranlar” olarak tanımladığında herkes çok şaşırdı. Yazının yayın tarihinin 17-25 hadisesinin göbeğine denk gelmesi herhalde tesadüf değildi. O yazı bir ittifak çağrısıydı.

ANALİZ | Muhafazakâr milletvekilleri başkanlarını solculara muhtaç etti, ama kimse onları ‘dâvâya ihanet’le suçlamadı

İngiltere Parlamentosu’nda önceki gün (14 Aralık) çok ilginç bir oylama oldu. 100’eyakın muhafazakâr milletvekili, kendi liderlerinin kurduğu hükümetin getirdiği Covid-19 önlem paketine karşı çıktı. Fakat paket yine de geçti, çünkü 20 İşçi Partisi milletvekili teklife olumlu oy verdi. Bu, parti içindeki en büyük ‘isyan’ ama öncesinde defalarca ‘lidere rağmen’ oy vermiş çok sayıda muhafazakâr milletvekili var İngiliz parlamentosunda.

ANALİZ | “Sıkıntı yok, varsa da sorumlusu iktidar değil” haberciliğinde bugün Yeni Akit’in günü…

Ekonomide işlerin o kadar da kötü olmadığını, olduğu kadarından da dış güçlerle ‘iş tutan’ muhalefetin, ‘stokçu’ büyük marketlerin sorumlu olduğunu anlatmak için neler buluyorlar neler… En favori olanı, en sık tekrarlananı, işin çok olduğuna fakat insanların iş beğenmedikleri için işsiz kaldıklarına dair haberler… TL’nin değerinin düşüşü konusunda Yeni Şafak güzel bir iş çıkarmıştı. Bugün de gıda fiyatlarındaki artış konusundaki teziyle Yeni Akit devrede…

İktidarın çaresizlik içinden çıkardığı çare ‘baskın seçim’ olabilir

İktidar kanadından gelen ‘müjdeli’ vaatlerle ‘yeni ekonomik model’in altı ay sonra bireylerin refahına yansıyacağı propagandasını birlikte mütalaa edince akla ‘baskın seçim’ ihtimalinin gelmemesi mümkün değil… “Altı ay sonra süper olacağız” vaadinin laf olarak hiçbir inandırıcılığının olmadığını muhakkak ki Erdoğan da biliyor. Fakat iktidar, alım gücünün geçici olarak yükselmesinin yaratacağı iyimserlik hissiyle bu vaadin etki gücünün ve inandırıcılığının artacağını hesap ediyor olabilir. Yani ‘atı alanın altı ay dolmadan Üsküdar’ı geçmesi’ üzerine kurulmuş bir hesap…

Erdoğan’la devletin simbiyotik ilişkisinin ideolojisi: Milliyetçilik üstü az İslamiyet

Cumhuriyet mitingleri günlerinde biri çıkıp da 15 yıl sonrasında devletle AK Parti’nin ilişkisinin karşılıklı düşmanlıktan karşılıklı muhtaçlık biçimine dönüşeceğini öne sürseydi, muhalifinden muvafıkına herkes ona deli muamelesi çekerdi. Fakat işte şimdi o noktadayız. Peki buraya nasıl gelindi? Erdoğan, devletin gönül tellerini ilk ne zaman titretti ve sonrası nasıl gelişti? Bugün ve önümüzdeki birkaç yazıda: Erdoğan’la devletin simbiyotik ilişkisinin özet tarihi.

Sinirlenecek bir şey yok, sadece verdiğiniz sözü tutmanız isteniyor…

AİHM, haklarının ihlal edildiğini söyleyerek kendisine müracaat eden TC Devleti vatandaşı Osman Kavala’yı haklı buluyor ve tutukluluğuna son verilmesini istiyor. Peki, “Evet, ben AİHM’nin bütün kararlarını -doğru bulsam da bulmasam da- uygulayacağım” sözünün altına imzasını koyan TC devleti ne yapıyor? Kararı uygulamıyor. Hangisi daha haysiyetli? Ne olursa olsun sözünde duran bir devlet mi yoksa kâh bir kabadayının kâh bir çocuğun mantığı ve tutumuyla verdiği sözü tutmayan bir devlet mi?

‘Kahpe dış güçler’in muhalefet söylemi olduğu yıllar

Bakmayın şimdi çağdaş-seküler kesimlerin, her musibetin altında bir ‘dış güç’ arayan iktidar propagandasıyla dalga geçmelerine… “Bizi bölmek ve parçalamak isteyen dış güçler” söylemi bir zamanlar onların tekelindeydi… Kendin ettin kendin buldun: Şimdi gülünç bulduğun her taşın altında ‘dış güç’ arama mugalatasının, “bunlar da nasıl inanıyor iktidarın bu yalanlarına” diye küçümsediğin insanlar üzerinde bu kadar etkili olmasında senin payın yok mu sanıyorsun?

ANALİZ | 1,5 yıl önce yakalanan 4,9 ton kokain için Türkiye ve Kolombiya arasında bir türlü irtibat kurulamıyor!

İnternet çağında akıl almaz bir ‘iletişimsizlik’ hikâyesi: Haziran 2020’de Kolombiya’da ele geçirilen 4 ton 928 kilo kokainin soruşturması bir türlü açılamıyor. Sebebi, iki ülke narkotikçilerinin arasında bir türlü sağlıklı bir bağlantının kurulamaması. İnternet çağında bunun nedeninin ‘iletişim sorunları’ olduğunu kimse söyleyemez. Belli ki mutfakta birileri var fakat onlar yemeği pişirmek için orada bulunan aşçılar değil; tam tersine onlar yemeğin pişmesini engellemek için oradalar.

‘Tuzak’ 50+1 midir yoksa bizzat Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi mi?

50+1’in AK Parti’ye kurulmuş bir tuzak olduğundan söz ediliyor… İyi de, başkanlık sistemine geçmeye karar vermiş bir siyasi yapı 50+1’i kabul etmeyerek bu sistemin meşruiyetini savunabilir miydi? Nitekim o günlerde hiç duymadık böyle bir tartışmayı. Bugün bile, sistemin mimarlarından Mehmet Uçum, vazgeçilirse sistemin meşruiyetinin kalmayacağını söylüyor. Yani: Tuzak varsa, başkanlık sistemindeki seçilememe riskini görüp, tartışmayı önce soğutan sonra ortadan kaldıran AK Parti’ye “buyurun, engel olmayacağız” denmesinde vardır.

ANALİZ | ‘Üst akıl’ 2001’de MB’ye neden “Halkbank’a para vermeyin” demişti?

Ecevit döneminde ekonomiden sorumlu bakan olan Masum Türker CNNTürk’te katıldığı tartışma programında, 20 yıl bekledikten sonra 2001’deki büyük ekonomik krizin, IMF ikinci başkanı Fischer’in Merkez Bankası’na “Halkbank’a para vermeyin” dediği için çıktığını söyledi. İktidar yanlıları fırsatı kaçırmadı: “Nerede diye soruyordunuz, alın size üst akıl…”

ANALİZ | Deniz üstünde yürüyen başbakana ‘inanmayan’ o gazeteciler, Erdoğan’ın faiz teorisine ‘inanan’ bu gazeteciler

Tablomuz şöyledir: Cumhurbaşkanı Erdoğan ortaya atmasaydı kimsenin aklına bile gelmeyecek “faiz sebep enflasyon sonuç” teorisi şimdi ‘ana akım’ medyada yere göğe sığdırılamıyor. Dünyadaki hiçbir iktisatçının savunmadığı bir teori bu… Benzersizliğini “milli” olmasından aldığı, o nedenle de değersizleştirilmeye çalışıldığı söyleniyor. Ne var ki, bizim Cumhurbaşkanımızın “milli” yöneticiler olarak gösterdiği başka hiçbir ülke yöneticisi de savunmuyor bu teoriyi.

Cemaat’i 15 Temmuz’a ‘sürükleyen’, AK Parti’yi 50+1 ‘tuzağına düşüren’ bir aktör mü vardı?

Gazeteci Ahmet Dönmez’in “Cemaat içeriden 15 Temmuz’a adım adım nasıl sürüklendi” yazı dizisiyle, AK Parti içinden gelen “50+1 tuzaktı, bizi bu tuzağa sürüklediler” sızlanmaları, eski iktidar ortaklarının bugünden bakıldığında hayli tuhaf görünen hamlelerini (Cemaat için darbe teşebbüsü, AK Parti için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve 50+1) biraz daha anlaşılır kılıyor. Ortada bir sürüklenme, tuzağa düşürme varsa “sürükleyen”, “tuzağa düşüren” özne kim olabilir?

AİHM’ye göre devletten bilgi sızdırmak bazı durumlarda memurların ifade hürriyeti

AİHM, devletin bazı meşru sırlarının olabileceğini kabul ediyor ve bunlara erişimleri olan memurlara da devletin bu hassasiyetine karşı saygılı olma yükümlülüğü getiriyor. Fakat Mahkeme bu noktada çok önemli bir istisna koyuyor: “Kamu çıkarı” ya da “genel çıkar…” AİHM, bu nitelikteki bilgi ve belgelerin sızdırılmasının memurların “ifade hürriyeti”nin sınırları içinde olduğunu kayda geçiriyor.

AİHM’nin, bilgi sızdıran devlet çalışanları hakkındaki çok önemli kararını hatırlamanın tam zamanı

Devlet bürokrasisi içinden yeni ve büyük sızıntıların beklendiği bu dönemde, bizzat öznesi olduğum bir AİHM davasının hükmünü burada hatırlatmak istiyorum. Nokta dergisinin 14 Nisan 2007’de askeri mahkeme kararıyla basılıp aranması hakkındaki benim ve beş Nokta çalışanının açtığı dava, 19 Ocak 2016’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mahkûmiyetiyle sonuçlandı. AİHM’nin bu kararı, devlet alanından bilgi sızdıran kamu görevlilerinin (whistle-blowers) korunması hakkında önemli vurgular içeriyor.