Metin Karabaşoğlu

ÇOCUKLARLA KONUŞURKEN | Bizim evin futbol halleri

Bize göre, izlediğimiz maçlarda, pozisyon gereği oluşan bir faulden sonra faulü yapan oyuncunun faul yaptığı oyuncudan özür dilemesi ve kalkmasına yardım etmesi, faul yapılan oyuncunun da jest veya mimikleriyle özrü kabul ettiğini göstermesi, bir maçın en güzel sahnelerinden idi meselâ. Emek hırsızlığına yeltenmeden dürüstçe oynanan bir maçtan sonra, sonuç ne olursa olsun, iki takım oyuncularının birbirlerini tebrik etmeleri de öyle.

ANALİZ – Âlimlik, siyaset ve Ayasofya Başimamı örneği

Güç ve başarıyla ilgili alanlar, özellikle de siyaset alanı, haddi aşmaya, hukuktan ayrılmaya ve yozlaşmaya müsait; dolayısıyla da “Ola ki uyarılmanız gerekir” hükmünün tatbikine ihtiyaç duyulan alanlardır.

Babam için…

İsmine dair telmihle, sık sık, “Ben muzaffer doğdum, muzaffer öleceğim” derdi babam. Bununla, dünyalığa tamah ederek karakterini bozmayacağını ve daha yüksek imkânlara sahip görünme uğruna hak yemeye tenezzül etmeyeceğini ima ederdi. Muzaffer öldüğüne şahidim. Keşke herkes ‘zafer’i onun bulduğu yerde arasa…

Bir şehzadenin romanı

Kardeş katli gibi bir zulme dahi meşruiyet aramaya çalışan bir zihin, sizce başka hangi zulme kapı aralamaz? Böyle bir zihniyet dünyasının, ‘hikmet-i hükûmet’le sevk edilemeyeceği herhangi bir yol ve yön var mıdır? Beka, nizam, selamet, emniyet söylemleriyle meşru görmeyip tavır koyacağı bir adaletsizlik mevcut mudur?

‘İslâmcılık’tan geriye kalan: ‘Müslüman milliyetçiliği’

Kitlesellik ve iktidar üzerinden ulaşılan ‘kutlu’ bir ‘sonuç’a odaklanan ‘İslâmî’ hareketlerin gelip dayanacağı nokta, ihlâs ekseninin yitimi ile birlikte dinin ideolojileştirilmesi, uhrevî olanın dünyevîleştirilmesi, âyetin sloganlaştırılması ve bu meyanda dindarlığın da bir dinsel milliyetçiliğe dönüşmesidir.

Emaneti ganimet bilmek

Her savaş cihad değildir. Siyasî mücadele savaş değildir. Siyasî rakip düşman değildir. Siyasî muhalifler, küffâr ordusu değildir. O halde devlet yönetimi ve siyasî iktidar, bir savaş sonrasında ele geçirilen ganimet gibi değil, mucibince amel etmek ve hıyanet etmemek üzere tevdi edilen bir emanet olarak görülmeyi gerektirmektedir. Emaneti ganimet bilmek bir felâket davetiyesidir.

Koca ‘Apartmanı’nda gördüğüm Türkiye

O küçük, derme-çatma, hepi topu üç metreyi ancak aşan boyuyla Koca Apt.’ına bakarken, kendimi de içinden çekip çıkarmadan, umumî haliyle yaşadığım ülkeye bakıyor gibi hissettim açıkçası.

Gençlerden öğrenmek

Kendi namıma, olayların da teyidiyle, ellisinden sonra ‘gençlerden öğrenme’ diye birşeyin de var olduğunu öğrendim. Açık söyleyeyim, bu, iyi de geldi bana; bakışımı, düşünüşümü, duruşumu iyileştirdi.

Hiç büyümeyenlerin ülkesi

Aşırı bireyselliğin Batı toplumlarını gerçek anlamda ‘toplum’ olmaktan alıkoyduğu bu topraklarda sıkça söylenir. Bu ne kadar doğru bilemem; ama doğru ise dahi, bu söylemin görmezden geldiği ve örttüğü bir gerçek, bizi de, ferdiyetlere saygılı müzakereci bir dil değil de kendi doğrusunu mutlaklaştırarak dayatan vesayetçi bir dil geliştiren ‘kollektif kimlik’lere hapsolmuşluğun gerçek anlamda ‘toplum’ olmaktan alıkoyduğu...

Büyük düşüş: Bilgiye hürmetten cehalete övgüye

Ağır bir hasar var önümüzde. Meselâ ekonomide varolan hasardan çok daha ağır bir hasar. Cehaleti öven, bilgiye düşman olan, ehliyeti tehdit olarak gören, kaba ve kibirli bir popülizm uğruna işinin ehli insanları okey masalarının hakaret mezesi yapmaktan çekinmeyen ve daha az akılla daha fazla inanç ve sadakat devşireceğini sanan bir zihniyetin hasarı bilmem nasıl tarif edilebilir ve bilmiyorum nasıl aşılabilir?

ANALİZ: Metin Karabaşoğlu: Siyaset yolunu buluyor ama din kaybediyor

Trump’a yönelik ‘dindarlık’ vurgulu tercihler, özelde Trump adına gerçekleştirilen dua seansları tablosu, her dinin samimi müntesipleri açısından ibretlik bir boyut içeriyor. O manzarayı, siyasî tarafgirliğin nasıl bir göz bağı oluşturabildiğinin; dinin himayesini bir siyasetçiye ihale etmenin dinin ahlâkî ilkelerini gözardı edecek derecede savrulmaları nasıl mümkün kılabildiğinin bir örneği olarak okumak, bu ibretlerden ilki olsa gerektir.

Diye bilmek yetmez, diyebilmek gerekir

Müslüman ülkelerin istisnasız hepsi (varsa bir istisna, bilen hatırlatsın ki haksızlık etmiş olmayayım), yanlışı yanlış olarak bildiği gibi doğrusunu da bildiği halde söyleyemeyenlerin diyarı. Müslüman dünyada her bir ülke, diye bilip de diyemeyenlerin ülkesi. Fas’tan Malezya’ya bütün coğrafyanın keskin gerçeği ne yazık ki bu. Diye bilenler az değil, lâkin diyebilenler çok az.

Çocuklar neden ölür?

Savaşın sesi, uzaktan hoş geliyor nedense. Ölüm, bizim çocuğumuzu yakalamadığı sürece, hamasetin en ağır dozunu kullanmak; savaştan, fedadan, ‘bir ölüp bin doğmaktan’ söz etmek zor değil. Ama onsekizinde yahut yirmisinde bir gencin yerine koyalım kendimizi; bir de onun babasının yerine...

ANALİZ: ‘Siyasî iktidarlar fikrî iktidar derdine düşerse, çıkacak sonuç slogan üretmek olur’

“Siyasî iktidarlara düşen, ‘fikrî iktidar’ diye yahut ‘kültürel iktidar’ diye bir hedef koyup; hayatın her alanını kendi rengiyle boyama, her alanda hegemonyasını kurma çabasına girmek değil; düşüncenin oluşumu ve gelişimi için bu özgürlüğü teminat altına alabilmek ve kendisinden düşünce ve hikmet üretilecek bilgiye ulaşmanın imkânlarını temin etmektir."

‘Ülke’ ile ‘ilke’ arasında

Aslolan ilkelerdir. Aslolan adalettir, özgürlüktür, merhamettir; menfaatin değil erdemin izini sürmektir, asabiyet değil insaftır ve hakkâniyettir. Aslolan, ‘profesyonel’ veya ‘konjonktürel’ vicdanlılık değil, her hal ve şartta olup biteni vicdanın terazisi ile tartmaktır. Bütün bu ilkeler mucebince bakarsak, başkası yaptığında yanlış olanı, biz yaptığımızda da yanlış olarak tesbit etmek, savunmamak, bilakis yanlışın terkedilmesi için çaba sarfetmek gerekir. Yahut yanlışı bize karşı gözüken bir ülke yapınca ses çıkarıp, bize taraf gözüken bir ülke yapınca savunmaya kalkışmamak gerekir.

Vatanseverlik görünümlü narsizmler

Öğrendim ki, çoğu durumda vatanseverlik, iddia edilenin tam zıddı bir konumda olmayı; yükselen koroya ve hatta linç dalgasına rağmen bu konumda sebat etmeyi gerektirebilir. Tarih, vatanseverliği tekeline alanların, farklı her fikri ve her duruşu ‘vatana ihanet’le damgalayanların vatanları, toplumları ve insanlık için sebep olduğu felâket hatıraları ile yüklü.

ANALİZ – Karabaşoğlu: ‘Mesele tarikatların devlete sızması değil, devletin sızma konusu olmaktan çıkartılmasıdır’

“Adalet, ehliyet ve liyakat temel ilke olduğunda, kamu hizmeti veya iktidarla ilgili hiçbir alan bir ‘imtiyaz’ alanı haline gelmeyeceği ve hiç kimse ‘ehliyet ve liyakat’ olmaksızın ‘aidiyeti’ üzerinden bir konum edinemeyeceği için devlet ‘sızma konusu’ olmaktan çıkacaktır.”

Adaletle sınanan siyaset

Kimsenin hayatı paranteze alınabilir, feda edilebilir bir keyfiyette görülemez. Kimsenin hukuku ‘teferruat’ olarak görülemez. Kamu yararı, devletin menfaati, milletin selameti, ulusal çıkar, millî güvenlik, insanlığın geleceği, kutlu gelecek, mutlu yarınlar… hangi gerekçeyle olursa olsun, tek bir masumun hakkı, hukuku ve hayatı başkalarınca feda edilemez.

‘Devlet aklı’na karşı ortak iyi

Özgür bir müzakere zemininde kamuoyunun denge ve denetlemesinin en ziyade gerekli olduğu konularda farklı yelpazelerin neredeyse hepsinin devletin durduğu yerde hizalanması, çok sesliliğin asıl olduğu kamusal alandan kritik anlarda hep tek bir sesin yükselmesi… Neden ‘sözkonusu devlet ise herşey teferruat’ oluveriyor?

Görmemiz gereken gözbağı

Trump’ı, Putin’i ve Çin’i aklayanların veya en azından onların yaptıkları mezalim karşısında suskun kalmayı seçenlerin, onlar yaptığında suskun kaldığı şeyler üzerinden Avrupa Birliği’ni ‘kötünün kötüsü’ olarak resmetmesinin makul bir izahı olamaz. Bu, gözbağcılıktır; toplumu bir noktaya kilitleyip el çabukluğuyla bir iş kotarmaktır.

İyilik ‘ben’den, kötülük ‘gen’den!

Bir topluluk kötülüğü hep dışarıya süpürüyorsa; kendi içinde ve kendi eliyle gerçekleştiği aşikâr durumlarda dahi, irtikap edilmiş kötülüğü kendisine yakıştırmayıp ‘dış güçler’den ‘soy-sop karışıklığı’na, ‘sütü bozuk’luktan ‘içimizdeki hainler’e kadar bir dizi açıklama modeliyle meselesini ‘çözüyor’sa, o topluluğun yaşanandan ders çıkarma ve aynı hatayı tekrarlamama imkânı ellerinden kayıp gidiyor demektir.

Oksidentalizm: Panzehir değil, zehir!

Doğu bütün iyiliklerin menbaı değil, Batı bütün kötülüklerin kaynağı değil. (…) Mücadele esasen dünyanın her tarafındaki iyiler ile kötüler arasında, hakperestler ile menfaatperestler arasında, adiller ve zalimler arasında, vicdanlılar ve vicdansızlar arasında, merhametliler ve merhametsizler arasında olduğu halde, dünyayı Batı-Doğu keskinliği içinde ayırmak doğru değil, adil de değil.

Başkasının mutsuzluğunda mutluluk aramak

Dört tarafı ‘düşmanla çevrili’ görmenin, dahilde ve hariçte ‘bedhâhlar’ gören gözlere sahip olmanın kazandırdığı ne oldu? Kürde, Ruma, Araba, Ermeniye mutluluk getirmediği aşikâr olan bu bakış, Türke olsun getirdi mi? Bir ortak yaşam örgüsü içinde yaşayagelmiş bu toplulukların yekdiğerini düşman olarak gördüğü, ötekinin kaybında kazanç aradığı bir sürecin kazananı yok. Herkes kayıpta, hepsi birden mutsuz.

Herşeyi bilenlerin ülkesi

Sağda solda, doğuda batıda, üstlerde aşağıda, büyükşehirde veya taşrada, dindar camiada yahut seküler çevrelerde farketmez, nereye gitseniz, herşeyi bilenlerden geçilmiyor ülkemizde. Herşeyi bildikleri için, bir alanda uzman olduğunu söyleyenlere dahi o alanda işin aslının ne olduğunu yine onlar öğretiyorlar; “Bildiğin gibi değil” repliğini her defasında kullanarak...

Kemalizmin bir yeniden-üretimi olarak Hamidizm

‘Ulu önder Mustafa Kemal’e karşı ‘ulu hakan Abdülhamid’ inşası, üreticilerinin ve alıcılarının zannınca Kemalizme muhalefetin en güçlü biçimiydi. Halbuki, kalıplarını bire bir taklit edip Abdülhamid figürüne tatbik ederek yaptıkları, Kemalizmin zihniyet dünyasına ve icraat anlayışına övgünün ve hayat bahşetmenin en güçlü biçimiydi.

Zafer zafer büyüyen bir yenilgi*

Bu ülkenin dindarlarının epeyce büyük bir kısmı, semboller üzerinden bir okumayla, zafer üstüne zafer kazandığını düşünerek yaşıyor hâlâ. Adaleti ve özgürlüğü paranteze alabilen, yeri geldiğinde tahakkümüne din üzerinden meşruiyet arayabilen bir siyasetin elinde dinin araçsallaşmasıyla ‘zafer zafer büyüyen bir yenilgi’nin zemini döşeniyor.