Oral Çalışlar
Masamdaki kitaplar okuduğum kitaplar
Kıbrıslı gazeteci Başaran Düzgün’ün “Öksüz Atlar Ülkesinde” romanı. Kıbrıs’ın bilmediğimiz karmaşık değişik milliyetlerin iç içe yaşadığı bir tarihi döneminden çatışmalara uzanan yakın tarihine tanık oluyoruz. Bir belgesel niteliğindeki bölümleri, yaşanmış bir tarihin heyecanı içinde sizi sürükleyip götürüyor. Çok beğendim.
Hrantsız Türkiye hep eksik…
Bir başka yolculuktayız, Antalya’dayız, bu Hrant’la ikinci gelişimiz. Akdeniz Üniversitesi’nde, bir açık oturuma katılacağız. Aldığımız davet, bize yönelik oluşturulan hava, tedirgin edici. Hrant, ben ve ayrıca iki konuşmacı daha var. Salona girince, karşımızda, önceden hazırlanmış bir senaryo... Bütün salona küçük Türk bayrakları dağıtılmış. Bir grup, örgütlü şekilde bayrakları bize doğru sallıyor ve sloganlar atıyor. Hrant konuşmaya başlıyor. Yavaş yavaş saldırgan hava dağılıyor. O sırada Hrant’ın mahkum edilmesine yol açan bir makalesi tartışılıyor. Ermenilere yönelik bir eleştiri içeren, özetle “İçinizdeki Türk zehrini atınız” diyen bir makale. “Vay sen Türk zehri dedin” diye kıyametler koparılıyor.
Numan Bey’in sıkıntısı…
Can Atalay Meclis’in seçilmiş milletvekilidir. Maaşını alıyor, ailesi vekillik haklarından yararlanıyor. Gerçekten daha sakin bakamaz mıyız? Arkasında binlerce oy alan bir milletvekilinden söz ediyoruz. “Adil yargılanmadığı” en üst başvuru merci olan Anayasa Mahkemesi tarafından iki kez ifade edilmiş bir milletvekili. Anayasa, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının kesin ve bağlayıcı olduğunu ifade ediyor.
“Murtçu Mersin”den mutlu Mersin’e
Yoksulluk dönemlerinde Mersin’in köylülerinin geçim kaynaklarından birisi de 'murt'tu. Köylüler bu meyveyi şehre getirip satarak harçlıklarını çıkarırdı. Babam bizim Mersin köylerinden gelen yakınlarımıza, şaka yollu, “Murtçular geldi” demekten hoşlanırdı. Çukurova’nın eteklerinde yetişir Mersin ağacı. Yabanisinin meyvesi mor, aşılısı beyaz olur. Bizler o yörenin insanları bu güzel ve özel kokulu meyveye “murt” deriz. “Evlerinin önü Mersin” derken kast edilen, Mersin ağacıdır.
“Eskiyi unut yeni yolu tut”
Türkiye kötü şehircilik örnekleriyle dolu. Çirkin yapılaşma, deprem tehlikesi altında olmasına rağmen bu konuda hiçbir ciddi önlem almayan, alamayan örneklerle karşı karşıyayız. İktidar ya da muhalefet bu açıdan, şehirleri berbat etme bakımından çok bir fark göstermiş değil. Şehirlerin de bir kimliği, bir karakteri vardır. Çarşılarıyla, dini yapılarıyla, çeşmeleri, hanları, hamamları, konaklama yerleriyle bir bütün olarak bir anlam ifade ederler.
Bölükbaşı Meclis’e nasıl girdi?
Kırşehir, Haziran 1957'de yeniden il durumuna getirildi. Osman Bölükbaşı'nın doğduğu Hasanlar Köyü, Nevşehir'e bağlanmıştı. 1957 seçimlerinde, Osman Bölükbaşı cezaevindeydi. O yıl yapılan seçimlerde, Cumhuriyetçi Millet Partisi’nden yeniden milletvekili seçildiğinde, tutukluydu. Bölükbaşı’nın avukatları, tahliye için başvurdular. Talepleri reddedildi. Dönemin etkili ve güçlü isimlerinden Meclis Başkanı Refik Koraltan, engellemeleri dinlemedi. Milletin vekilliğini kazanmış bir kişiyi hapishanede tutmayı doğru bulmuyordu. Bölükbaşı’nın tahliye edileceğini açıkladı.
AK Parti Murat Kurum’la nasıl bir mesaj veriyor
Görebildiğimiz kadarıyla İstanbul kampanyasını doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Erdoğan yürütüyor. Kurum’un karşısında, Ekrem İmamoğlu var. İddialı, enerjik, kendini İstanbul sınırlarıyla bağlı hissetmeyen bir siyasetçiden, bir lider adayından söz ediyoruz. Parti yönetiminde asıl ağırlığın İmamoğlu tarafında olduğu söyleniyor. İmamoğlu, hedefinin 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu, açıkça dile getiriyor. İktidar cephesinden baktığınızda, İmamoğlu başarısız bir belediye başkanı.
Anayasa Mahkemesi neden hedefte?
Son Can Atalay kararı nedeniyle Yargıtay dairesi ile Anayasa Mahkemesi arasında bir uyuşmazlık ortaya çıktı. Anayasanın 158. maddesindeki son cümle, mahkemeler arasında uyuşmazlık meydana geldiğinde nasıl giderileceğini, açıkça belirtiyor: “Diğer mahkemeler ile Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır” deniliyor. Bugüne kadar, Anayasa Mahkemesi kararları, eleştirilseler bile uygulanmıştır. Umarım bu gelenek sürer.
Bayrak ve yumruk
Yerel seçimler yaklaşırken yoğunlaşan kutuplaşma, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirebilir mi? Siyasetin bu kadar gerilimi sürdürmesi ve ayakta tutması nereye kadar mümkün olabilir? Gerçekten giderek kimyası bozulan bir cinnet hali var mı? Bundan emin değilim. Ancak bir çaresizlik söz konusu. Siyaset, gerilimi seçmek yerine iyileştirici rol oynamalı. Hepimiz, kutuplaşmanın yarattığı daralma ve gerilme ile başa çıkmaya çalışıyoruz.
Lefterli Fenerbahçe Metinli Galatasaray Recepli Beşiktaş…
Beşiktaş’ı diğer kulüpler takip etti. Bir eğlence ve yarış amacıyla başlayan Süper Kupa finalinde, siyaset öne çıktı. Atatürk posterleri, İstiklal Marşı, Ay yıldızlı bayrak; toplumun belli bir kesiminde, Suudilere tepkiye dönüştü. Zaten Arap dünyasına her zaman mesafeli duran bir kitle, bayrakları daha yükseğe kaldırarak, tepki alanını genişletti. Tabii, büyük kulüplerin, ülke kamuoyu üzerindeki etkisi inkar edilemez.
Yeni yıl muhasebesi: Nasıl bir Türkiye hayal etmiştik?
Arada bir Tarsus’a gittiğimde, bağların olduğu bölgeye uğruyorum. İçimi bir hüzün basıyor. Gençlik hayallerimizi ve umutlarımızı hatırlıyorum. Her şey çok güzel ve özelmiş gibi geliyor. Halbuki yoksulluk diz boyuydu. Çaresizlik, çıkış yollarını kapatıyordu. Araya giren 60 yılda umduğumuz yere geldik mi? Araba yolu olmayan, kamyonların yolda kaldığı bir köy olan babamın köyü Dedeler’in hemen yakınından Adana-Mersin otoyolu geçiyor. Köyümüz şehrin bir parçası haline gelmiş. Eshab-ı Kehf Dağı ve Yedi Uyurlar Mağarası’nın olduğu bölge hâlâ bakımsız. Ben İstanbul’dayım. Hayatım burada şekillendi. Uzun süredir İstanbulluyum. “Nerelisin?” diye sorduklarında “Tarsusluyum” diyorum.
Esat Oktay Yıldıran’dan Şeyh Sait’e! Sigortalarıyla oynanan devlet
12 Eylül darbesinin simgelerinden Esat Oktay Yıldıran’ın ismi geçtiğimiz günlerde bir ilkokula verildi. Bunun özellikle Kürtler üzerinde ağır bir travmaya neden olduğu görülüyor. AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, “Bu Şeyh Sait Bulvarı’na karşı bir misilleme midir?” diye soruyor, Milli Eğitim Bakanı’nı eleştiriyor. Gerçekten de Esat Oktay Yıldıran’ın toplumsal karşılığı ne? Adı neden yeniden hatırlatılıyor?
Tarikatlar Sivil Toplum örgütü müdür?
Cumhuriyetin kuruluşu yıllarında şeyhlerin, dedelerin tehlike olarak görüldüğü bir dönem yaşandı. Bu yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde vakıf ya da başka bir yolla kurulan veya mülk olarak bir şeyhin kullanımında olan tekke ve zaviyelerden, cami ve mescit olarak kullanılanlar dışında kalanlar kapatıldı.
Akşener neden Demirel ya da Özal olamadı?
İYİ Parti’nin makul düşünen milletvekilleri ve yöneticileri bu işin çıkmaz olduğunu görüyorlar ve bir siyasi yenilginin parçası olmamak için partilerinden ayrılıyorlar. Meral Akşener, her ne kadar Süleyman Demirel’le siyaset yapmışsa da bir Demirel kıvraklığı gösteremedi. Bir Özal gibi akıntıya karşı yüzebilen, ufkun öte yanını görebilen bir tutum sergileyemedi. Demirel, sağdaki birleştirici güç olarak Türkiye’nin geçmiş 50 yılına damgasını vurdu. İyi kötü. Ancak merkezi bırakmadı. Aşırılıklarla uzlaşsa da kendisi aşırılığın temsilcisi olmadı.
ÇAPA’ya devam (2) Ne olacak bu binaların hali?
“Özellikle Avcılar kampüs binaları (5-6 katlı çoğu kaçak katlar) yıkılıp modern 3 katlı depreme dayanıklı yeni binalar yapılabilirdi. Rektör ve dekanlar, yanlış kararlarla paraları çöpe attı. Bu gerçek 2019 yılında İstanbul’da 5.5 büyüklüğündeki deprem ile ortaya çıktı. Tüm kampüs binaları ağır hasar gördü. Avcılar’daki binalar bu deprem sonrası yıkıldı. Fakülteler sağa sola taşındı; göçmen durumundalar. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin birçok binası yıkıldı. Cerrahi bölümleri Yeşilköy'de bir yerlerdeler. Bazı bölümler iki üç katlı prefabrik geçici yetersiz yapılarda hizmet verebiliyor. Çapa’nın son halini bilmiyorum. Bazı alanları yıkmışlardı. Sizin belirttiğiniz bina da küçük bir depremde yerle bir olabilir. Binaların yıllardır yenileri yapılmıyor.”
Çapa Tıp Fakültesi’nden izlenimler
Çapa Tıp, iki yüz yıldır hizmet veren, ülkemizin sağlık hizmetlerinin temel taşlarından, öncü kurumlarından. Hastanede tedavi gören bir yurttaş olarak geçirdiğim birkaç günde, Çapa’nın ayakta kalma mücadelesi verdiği izlenimi edindim. Ülkemizin çağdaş dünyaya yüzünü ilk döndüğü kurumlardan olan Çapa Tıp, gerekli özenden mahrum bir evlat gibi. Onun kaderi bizim de kaderimizi yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu kurum hem doktorların hem milletin, vatandaşın. Özellikle de özel hastaneye gücü yetmeyenlerin önemli bir kısmı burada tedavi oluyor.
Futbol yalnızca futboldan ibaret değil
Yıllar önceydi. Reşat’la (Çalışlar) Fenerbahçe’nin Kadıköy’deki bir maçını izlemeye gitmiştik. Bir kısım seyirci sürekli futbolculara, hakeme küfür ediyordu. Şaşırıp kaldık. Reşat dayanamadı, “Abi ya küfür etmeyin, futbolcuların moralini bozuyorsunuz…”
Küfürbazlardan birisi karşılık verdi: “Sen ne diyorsun kardeşim. O bizim takım ister söveriz, isteriz severiz kime ne?”
Cumhuriyet üzerinde anlaşmak, Atatürk konusunda uzlaşmak
Cumhuriyet’in artık ortak bir miras olduğu gerçeği kabul görüyor. Cumhuriyet’in başından beri demokrasiyle ilgili sorunları vardı. Bugün de var. Siyaseti genel olarak devletin demokratik olup olmaması fazla ilgilendirmiyor. Demokrasi bilinci henüz yeteri kadar olgunlaşmamış durumda. Otoriterleşmeye kapılar açık. Muhalefet ise karmakarışık. Özgürlük arayışı içinde olan da var, iktidarla milliyetçilik yarışına girenler de… Hal böyle olunca Cumhuriyet iki tarafın da üzerinde uzlaşabileceği bir zemin sayılabiliyor. Cumhuriyet değerleri de “nasıl anlarsan öyle yap” şeklinde “self servis” bir ortak malzemeye dönüşebiliyor.
Arşak da gitti…
Tarsus’la önemli bağlarımdan birisiydi Arşak. Agop’un telefonunu açınca onu kaybettiğimizi anladım. Bakırcı dedem Mehmet Emin Bülbüloğlu’nun kalfası ve ortağı Agop amcanın oğluydu Arşak. Dedemizden...
Muhalefet partileri: Olmak ya da olmamak
İktidar zorluklar içinde. Muhalefet ise bu zorluklardan yararlanabilecek bir dinamizm gösteremiyor. Toplumdaki değişim isteği de her geçen gün artıyor. Bu durumda ne olabilir? Var olan seçeneklerin ötesinde yeni sürükleyici ve etkileyici figürler ortaya çıkabilir. Avrupa’da son yıllarda örneklerine sıkça rastladığımız genç liderler toplumun desteğini kazandılar ama büyük fark yaratamadılar. Bizde ortam genç liderlere daha az şans veriyor. Daha olası çözüm ise muhalefet partilerinin toplumun “birleşin ve değiştirin” talebine karşılık gelecek yeni dayanışma yolları geliştirebilmeleri. Eğer iktidar, muhalefetin elindeki 4-5 büyük şehri kazanırsa, Türk siyasi tarihinde bir devir kapanabilir, yereliyle geneliyle tek partili bir ülkeye dönüşürüz.
Batı’nın ikili karakteri Doğu’nun despotizmi…
Tabii ki, “emperyalist Batı”dan söz etmek mümkün. Peki “Batı’ya alternatif” veya “denge unsuru” olarak düşünülen Doğu ne durumda? Batılı emperyalistlerden daha acımasız diktatörlüklerle kendi halklarını ezdikleri ortada değil mi? Batı’ya dönersek… İki farklı Batı’dan söz etmek mümkün… Bir tarafta, demokrasi, hak hukuk adalet ve eşitlik konusunda elde ettiği kazanımlarıyla, toplumdaki ifade özgürlüğüne (dünyanın geri kalanına kıyasla) verdiği değerle çağdaş Batı… Madalyonun öteki yüzünde ise İsrail’i eleştiren sanatçıların kültür-sanat etkinliklerini iptal etmeye başlamış, yoksul ülkelerde yaşayanları neredeyse insan olarak görmeyen vahşi Batı...
AK Parti İstanbul’u kazanabilir mi?
31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerin en kritik karşılaşması İstanbul seçimleri olacak. 14 Mayıs seçimleri muhalefet açısından bir hayal kırıklığı idi. Bir süre kendilerine gelemediler. Yenilgi onların üzerinde uyarıcı bir etki yapmış gibi göründü. AK Parti ise İstanbul ve Ankara’yı kazanmanın hesabı içinde. Bu kez aday tespitinde AK Parti geride kalmış görünüyor. Her seçimde adaylar çok önceden belirlenirken bu kez daha ağır gidiyor.
Avrupa hükümetleri Filistin’e neden soğuk?
AB ülkelerinin hükümetlerinin büyük kısmı neden böyle bir haksızlığa destek oluyor? Eğer bu soruyu yanıtlayabilirsek, Türkiye’ye yönelik tavırları ve arka plandaki ideolojiyi ve psikolojiyi daha iyi anlayabiliriz. Batı dünyasında bir çifte standart olduğu, İslam dünyasına soğuk ve üstten bakan bir tavrın egemen olduğu bir gerçek. Bunun birinci nedeni din mi? İslam dünyasının büyük bir kısmının yoksul ve çaresiz oluşu mu? Yoksa Müslümanların ten rengi ve dış görünümü mü bu soğukluğa sebep?
Ünlü tablonun gizemi…
Mucha, Crane’in maddi olarak desteklediği bir sanatçıydı. Crane, Halide’den Mucha’ya poz vermesini istemişti. Halide de Mucha’ya keyifle poz verdi. Halide’nin resim macerası da bu dostluktan kaynaklanmış, ünlü ressam, yaptığı portrenin bir trajedi kahramanını andırmasını istediğini anlatmıştı. Halide Edib, Crane’e mektubunda ‘Hem poz verip hem de anılarımı yazamıyorum’ diye şakacıktan yakınıyordu. Halide Edib, Crane’e yolladığı mektupta Mucha’nın karşısına geçerek nasıl poz verdiğinden şöyle söz ediyordu: “Bu süreçten olağanüstü hoşlandım. Mekan büyülü bir sessizlik içinde ve Mucha yakından tanımaya gerçekten değecek bir kişi…
Türkiye’den sürgün Avrupa’da başbakan adayı
Bir önceki hükümette Adalet Bakanlığı yapan Dilan’ın partisi seçimleri kaybetti. Onun Hollanda başbakanı olma beklentisi bir başka seçime kaldı. Dilan Yeşilgöz’ün siyasi başarısı Türkiye’de (sosyal medyadaki spekülasyonları saymazsak) fazla övünç konusu yapılmadı. Kendisi göçmen olan Dilan, göçmen karşıtı bir sağcı partinin lideri. Dersim kökenli bir Alevi Kürt’ün, Hollanda’nın göçmen karşıtı bir akımının liderliğine yükselmesi kaderin garip bir cilvesi.
Yeni bir kitabım var: İsyan Günleri-68
Hepimiz kendi kahramanlarımızın, kaybettiklerimizin acısını bastırarak, yola devam edebileceğimizi sandık. 68’de başka bir dünya ve başka bir Türkiye vardı. Hayallerimizin gerçekleşeceğine inandıran bir ortam vardı. Dünyanın dört bir yanından devrim haberleri geliyordu. Bize de uğrar diye düşünmüştük. Kimimiz Che Guavera’nın yoluyla, kimimiz Mao, kimimiz Lenin diyerek devrimin yolunu çiziyorduk. Umudumuzu besleyecek bir ortam vardı. Bugünden baktığımızda bütün bu heyecanın, o günün havasıyla beslendiğini, zaman zaman gerçeklerden koparak bambaşka bir dünya yarattığımızı görebiliyorum.
Tarsus’un altı Kudüs üstü Vatikan gibi
Biz Tarsuslular, şehrimize düşkünüz. Kendi aramızda övünüp dururuz. Bu aslında Anadolu’da doğup büyümüş birçok insanın doğal refleksidir de diyebiliriz.
Gazeteci arkadaşımız Verda Özer, birkaç gündür...
Gazetecilere Yeşil Pasaport…
Son Gazze olaylarında da görüldüğü gibi, her yere önce gazeteciler koşuyor. Bu konunun taşıdığı aciliyet yeniden ortaya çıktı. Resmi basın kartlı gazeteci sayısının, baroya kayıtlı avukat sayısından çok daha az olduğunu da belirtmekte yarar var. Bazı itirazlar da geldi. “Yeşil pasaport devlet görevlileri içindir, siz devlet görevlisi misiniz?” dediler. Elbette devlet görevlisi değiliz, ama kamuya hizmet ediyoruz.
Abdülhamid-Mithat Paşa tartışması! Sürgüne mi gönderelim burada mı yargılayalım?
II. Abdülhamid, Anayasa'ya muhalif olan grupların eylemleri nedeniyle İstanbul’da cezalandırılmalarını istemiş ve sürgüne gönderilmelerine karşı çıkmıştır. Sadrazam Mithat Paşa, sorunu Vekiller Heyeti’ne getirmiştir. Eylemcilerin yargılanmadan derhal sürgün cezasına çarptırılmalarını Padişah'tan istemiştir. II. Abdülhamid, görünüşte de olsa yargılama yolunu önermiştir.
Yasaklanan Cumartesi Anneleri için olumlu adımlar
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda HEDEP Batman Milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki’nin Cumartesi Anneleri’ni hatırlatması üzerine İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Cumartesi Anneleri ile ilgili biz iyi niyetliyiz, onlar da zaten mağdur” diyerek devreye girdi. Yerlikaya “Sayın Cumhurbaşkanımız da kabullerinde aynı şeyi söylemişti. O zamanki sözünden hareketle bu olayı suhuletle, en güzel şekilde çözeceğiz” sözleriyle Cumartesi Anneleri'ni umutlandıran bir vaadde bulundu.Cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda buluşan ve taleplerini dile getiren annelere Polis müdahale etmedi.