Oral Çalışlar
Hepimiz CHP’ye kızıyoruz biraz da kendimize kızsak ya
Sosyalist, devrimci, radikal solcu diye kendini tanımlayan çevrelerde daha da katı bir CHP aleyhtarlığı vardır. CHP, Atatürk’ün modern Türkiye hedefinin gerçekleşmesi amacıyla kuruldu. Anadolu’daki okumuş yazmışlara, devlet memurlarına, öğretmenlere, mühendislere, doktorlara, avukatlara, kısacası orta sınıflara dayanan bir partiye dönüştü.
Şevki Yılmaz’a cevap vereyim derken…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Yılmaz’a cevap verirken kullandığı üslup ve yaptığı benzetmeler ne yazık ki seviyeyi daha da aşağı çekici ve yanlış. Özel’in tarihe gönderme yaparak “senin ecdadın, benim ecdadım” benzetmesine girmesi hatalı.
Osmanlı Sarayı’ndan Sabiha Sultan
İpek Çalışlar’ın “Sabiha” (Yapı Kredi Yayınları) kitabı, yıllardır birikmiş soruların cevabını arıyor. İpek (Çalışlar) önceki üç kitabında Atatürk’ü ve iki önemli kadını Halide Edib’i ve Latife Hanım'ı yazmıştı. Sivil bir bakış açısı ve kadın gözüyle dönemi anlatan üç kitap birçok önyargının yıkılmasına da ön ayak oldu.
Entelektüel Kleopatra
Entelektüel, okumuş yazmış, akademik düzeyde dilbilim alanında eğitim görmüş bir Kleopatra erkeklerin hoşuna gitmedi. Onun çirkin ve yuva yıkan fettan bir kadın olarak tanınmasını...
Kleopatra o bildiğiniz kadın gibi değildi…
Dizi, Kleopatra’nın dilbilim çalışan bir akademisyen, çok sayıda dile hakim güçlü bir entelektüel olduğunu vurguluyor. Onu fettan, erkek avcısı gibi gösteren anlatılar bu diziyle alt üst oluyor ve bir dünya lideri gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Kraliçe dünyanın birçok ülkesinin baş şehrini ziyaret etmiş. Roma İmparatorluğu ile karşılaştırıldığında Mısırlı kadınların erkeklerle neredeyse eşit haklara sahip olduklarını görüyoruz. Mısırlı kadınlar istedikleri erkekle evlenebiliyorlardı.
DEM-CHP ittifakı mümkün mü? Ne işe yarar?
DEM Parti’nin militan kesimleri başından beri CHP ile derinlemesine iş birliği istemiyor. Partinin ana omurgasını oluşturan bu çizgi, “CHP devletin partisi ve bizim derdimize derman olamaz. Biz kendi bağımsız gücümüzle bir şey yapmalıyız” noktasında. CHP’ye oy vermekle DEM Parti’ye oy vermek arasında gidip gelen, Türkiye’nin iç dengelerini hesaplayan kitle (Kürt iş adamları, büyük şehirlerde yaşayan hali vakti yerinde Kürtler, Kürt olmayıp da demokratik tercihlerle DEM’e oy verenler) DEM Parti’ye yönelik milliyetçi tepkinin artması endişesi içinde.
Hollanda’ya Türk şiirini taşıyan: Mehmet Emin Yıldırım
Bizim çevreden Hollanda'ya ilk giden Mehmet Emin olduğu için, sonradan gidenlere kucak açtı. Yol yordam öğretti, tercümanlığımızı yaptı. Kaybettiği ilk eşi Selma ile birlikte evini açtı. Yerleşme sancılarımızı hafifletti.” Mehmet Emin, barışçı, şiddet karşıtı, özgürlükçü bir sosyalistti. Gülümsemesi, yüzünden hiç eksik olmazdı. Hollanda’ya gittiğimde mutlaka uğrardım. Birçok meselede aynı fikirdeydik. Tam 13 yıl ülkesine dönememişti. Aynur, onun 13 yıl sonra Türkiye’ye döndüğü gün (2 Temmuz 1993) yaşadığımız Sivas katliamının Mehmet Emin’i çok sarstığını anlattı.
Fayton gitti akülü geldi sorun tükenmedi
Turist sayısı çığ gibi çoğalınca, faytonların sıkıntıları da arttı. Adalılara, fayton sırası asla gelmez olmuştu. Atlar aşırı işten perişan sağda solda çatlıyorlardı. Sonunda faytonlar bir gecede kaldırıldı. Yerine akülü araçlar geldi. Bu kez en büyük sorun izinsiz bireysel akülü araçlar oldu. Toplu taşıma için akülü küçük otobüsler, akülü taksiler devreye girerken, binlerce akülü araç da adayı istila etti. Kuralına, kaidesine uymak bir yana, keyfilik arttı.
Siirtliler, Romanlar, Bitlisliler de gidiyor
Rumlar, Emeniler, Yahudiler gitmişti. Ya da tek tük kalmıştı. Birçok bina terk edilmişti. Sokağımızdaki Laz Bakkal, önemli bir merkez görevini yerine getiriyordu. Bir üst sokağımızda camcı, nalbur, marangoz, kasap, bakkal, biraz aşağıda demirci Arto ile kömür ve odun depoları fotoğrafı tamamlıyordu. Mahalle, terk edilmiş bir merkez görüntüsündeydi. Galata Kulesi çevresinde kasabın duvar dibine attığı kemikleri ortalıkta kemiren köpekler eksik olmazdı. Tek bir esnaf lokantamız vardı.
İstanbul’un orta yerinde Zeytinburnu mozaikleri
İstanbul’un yeni çekim merkezlerinde gelişen sürprizlerden biri de Zeytinburnu Mozaik Müzesi oldu. Belediye Başkanı Ömer Arısoy’un Kazlıçeşme Sanat’tan çalışma arkadaşlarının davetiyle bir tesadüf sonucu müzeyi gezip gördük. Çok geniş bir mekana yayılan müze İstanbul’un tarihine yeni boyutlar katacak yeni bilgiler içeriyor. Ünlü Kazlıçeşme deri atölyelerinin bulunduğu bölge.
Can Atalay kararı
Daha önce Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Enis Berberoğlu kararında da iki milletvekilinin üyelikleri düşürülmüş sonra Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru hakkını kullanarak yaptıkları itirazla üyelikleri geri verilmişti. İktidarla muhalefetin olaya yaklaşımını anlamak bakımından tarihsel belge olarak düşündüğüm için AK Parti sözcüsünün ve CHP sözcüsünün konuşmalarını paylaşıyorum.
Aydının otoriteye karşı gelebilme gücü
Despotik ülkelerdeki aydınların durumuyla, demokratik ülkelerdeki aydınların durumu doğal olarak birbirinden çok farklı. Gelişmiş ülke aydını daha rahat konuşur, daha rahat eleştirir. Ancak oralarda da ciddi sorunlar olabilir. Gelişmiş ülkede, polisin gücünün yerini, sermayenin veya akademik otoritelerin gücü alabilir. Bunun yanında ‘iptal kültürü’ de bir sivil baskı mekanizması olarak devreye girebilir.
“Aysel’e hepimiz aşıktık…”
Aysel, “Beni istemeye geleceklerdi ve babam hep duymazlıktan geliyordu. Bir gün 'Neden geliyorlar?' diye sordu babam. 'Altan'la evleneceğiz de o nedenle geliyorlar' dedim. Babam 'Ne iş yapar?' diye sordu, ben de 'Gazeteci' dedim. 'Hayır kızım, onu sormuyorum, mesleği ne?' demez mi...”
12 Eylül 1980 sabahının fotoğrafı
Ecevit ve Demirel siyasi yasakları kalktıktan sonra yeniden ülkeyi yönetme imkanını elde ettiler. Bu kez Ecevit’le çok yakın iki dost haline dönüştüler. "Siyasette dün dündür bugün bugündür" diyen Demirel de Ecevit de önemli izler bıraktı. O dörtlü fotoğraf bir siyasi tarihin dönüm noktalarından birisinin sembolü olarak hafızalara kazındı.
Masamdaki kitaplar okuduğum kitaplar
Kıbrıslı gazeteci Başaran Düzgün’ün “Öksüz Atlar Ülkesinde” romanı. Kıbrıs’ın bilmediğimiz karmaşık değişik milliyetlerin iç içe yaşadığı bir tarihi döneminden çatışmalara uzanan yakın tarihine tanık oluyoruz. Bir belgesel niteliğindeki bölümleri, yaşanmış bir tarihin heyecanı içinde sizi sürükleyip götürüyor. Çok beğendim.
Hrantsız Türkiye hep eksik…
Bir başka yolculuktayız, Antalya’dayız, bu Hrant’la ikinci gelişimiz. Akdeniz Üniversitesi’nde, bir açık oturuma katılacağız. Aldığımız davet, bize yönelik oluşturulan hava, tedirgin edici. Hrant, ben ve ayrıca iki konuşmacı daha var. Salona girince, karşımızda, önceden hazırlanmış bir senaryo... Bütün salona küçük Türk bayrakları dağıtılmış. Bir grup, örgütlü şekilde bayrakları bize doğru sallıyor ve sloganlar atıyor. Hrant konuşmaya başlıyor. Yavaş yavaş saldırgan hava dağılıyor. O sırada Hrant’ın mahkum edilmesine yol açan bir makalesi tartışılıyor. Ermenilere yönelik bir eleştiri içeren, özetle “İçinizdeki Türk zehrini atınız” diyen bir makale. “Vay sen Türk zehri dedin” diye kıyametler koparılıyor.
Numan Bey’in sıkıntısı…
Can Atalay Meclis’in seçilmiş milletvekilidir. Maaşını alıyor, ailesi vekillik haklarından yararlanıyor. Gerçekten daha sakin bakamaz mıyız? Arkasında binlerce oy alan bir milletvekilinden söz ediyoruz. “Adil yargılanmadığı” en üst başvuru merci olan Anayasa Mahkemesi tarafından iki kez ifade edilmiş bir milletvekili. Anayasa, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının kesin ve bağlayıcı olduğunu ifade ediyor.
“Murtçu Mersin”den mutlu Mersin’e
Yoksulluk dönemlerinde Mersin’in köylülerinin geçim kaynaklarından birisi de 'murt'tu. Köylüler bu meyveyi şehre getirip satarak harçlıklarını çıkarırdı. Babam bizim Mersin köylerinden gelen yakınlarımıza, şaka yollu, “Murtçular geldi” demekten hoşlanırdı. Çukurova’nın eteklerinde yetişir Mersin ağacı. Yabanisinin meyvesi mor, aşılısı beyaz olur. Bizler o yörenin insanları bu güzel ve özel kokulu meyveye “murt” deriz. “Evlerinin önü Mersin” derken kast edilen, Mersin ağacıdır.
“Eskiyi unut yeni yolu tut”
Türkiye kötü şehircilik örnekleriyle dolu. Çirkin yapılaşma, deprem tehlikesi altında olmasına rağmen bu konuda hiçbir ciddi önlem almayan, alamayan örneklerle karşı karşıyayız. İktidar ya da muhalefet bu açıdan, şehirleri berbat etme bakımından çok bir fark göstermiş değil. Şehirlerin de bir kimliği, bir karakteri vardır. Çarşılarıyla, dini yapılarıyla, çeşmeleri, hanları, hamamları, konaklama yerleriyle bir bütün olarak bir anlam ifade ederler.
Bölükbaşı Meclis’e nasıl girdi?
Kırşehir, Haziran 1957'de yeniden il durumuna getirildi. Osman Bölükbaşı'nın doğduğu Hasanlar Köyü, Nevşehir'e bağlanmıştı. 1957 seçimlerinde, Osman Bölükbaşı cezaevindeydi. O yıl yapılan seçimlerde, Cumhuriyetçi Millet Partisi’nden yeniden milletvekili seçildiğinde, tutukluydu. Bölükbaşı’nın avukatları, tahliye için başvurdular. Talepleri reddedildi. Dönemin etkili ve güçlü isimlerinden Meclis Başkanı Refik Koraltan, engellemeleri dinlemedi. Milletin vekilliğini kazanmış bir kişiyi hapishanede tutmayı doğru bulmuyordu. Bölükbaşı’nın tahliye edileceğini açıkladı.
AK Parti Murat Kurum’la nasıl bir mesaj veriyor
Görebildiğimiz kadarıyla İstanbul kampanyasını doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Erdoğan yürütüyor. Kurum’un karşısında, Ekrem İmamoğlu var. İddialı, enerjik, kendini İstanbul sınırlarıyla bağlı hissetmeyen bir siyasetçiden, bir lider adayından söz ediyoruz. Parti yönetiminde asıl ağırlığın İmamoğlu tarafında olduğu söyleniyor. İmamoğlu, hedefinin 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu, açıkça dile getiriyor. İktidar cephesinden baktığınızda, İmamoğlu başarısız bir belediye başkanı.
Anayasa Mahkemesi neden hedefte?
Son Can Atalay kararı nedeniyle Yargıtay dairesi ile Anayasa Mahkemesi arasında bir uyuşmazlık ortaya çıktı. Anayasanın 158. maddesindeki son cümle, mahkemeler arasında uyuşmazlık meydana geldiğinde nasıl giderileceğini, açıkça belirtiyor: “Diğer mahkemeler ile Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır” deniliyor. Bugüne kadar, Anayasa Mahkemesi kararları, eleştirilseler bile uygulanmıştır. Umarım bu gelenek sürer.
Bayrak ve yumruk
Yerel seçimler yaklaşırken yoğunlaşan kutuplaşma, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirebilir mi? Siyasetin bu kadar gerilimi sürdürmesi ve ayakta tutması nereye kadar mümkün olabilir? Gerçekten giderek kimyası bozulan bir cinnet hali var mı? Bundan emin değilim. Ancak bir çaresizlik söz konusu. Siyaset, gerilimi seçmek yerine iyileştirici rol oynamalı. Hepimiz, kutuplaşmanın yarattığı daralma ve gerilme ile başa çıkmaya çalışıyoruz.
Lefterli Fenerbahçe Metinli Galatasaray Recepli Beşiktaş…
Beşiktaş’ı diğer kulüpler takip etti. Bir eğlence ve yarış amacıyla başlayan Süper Kupa finalinde, siyaset öne çıktı. Atatürk posterleri, İstiklal Marşı, Ay yıldızlı bayrak; toplumun belli bir kesiminde, Suudilere tepkiye dönüştü. Zaten Arap dünyasına her zaman mesafeli duran bir kitle, bayrakları daha yükseğe kaldırarak, tepki alanını genişletti. Tabii, büyük kulüplerin, ülke kamuoyu üzerindeki etkisi inkar edilemez.
Yeni yıl muhasebesi: Nasıl bir Türkiye hayal etmiştik?
Arada bir Tarsus’a gittiğimde, bağların olduğu bölgeye uğruyorum. İçimi bir hüzün basıyor. Gençlik hayallerimizi ve umutlarımızı hatırlıyorum. Her şey çok güzel ve özelmiş gibi geliyor. Halbuki yoksulluk diz boyuydu. Çaresizlik, çıkış yollarını kapatıyordu. Araya giren 60 yılda umduğumuz yere geldik mi? Araba yolu olmayan, kamyonların yolda kaldığı bir köy olan babamın köyü Dedeler’in hemen yakınından Adana-Mersin otoyolu geçiyor. Köyümüz şehrin bir parçası haline gelmiş. Eshab-ı Kehf Dağı ve Yedi Uyurlar Mağarası’nın olduğu bölge hâlâ bakımsız. Ben İstanbul’dayım. Hayatım burada şekillendi. Uzun süredir İstanbulluyum. “Nerelisin?” diye sorduklarında “Tarsusluyum” diyorum.
Esat Oktay Yıldıran’dan Şeyh Sait’e! Sigortalarıyla oynanan devlet
12 Eylül darbesinin simgelerinden Esat Oktay Yıldıran’ın ismi geçtiğimiz günlerde bir ilkokula verildi. Bunun özellikle Kürtler üzerinde ağır bir travmaya neden olduğu görülüyor. AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, “Bu Şeyh Sait Bulvarı’na karşı bir misilleme midir?” diye soruyor, Milli Eğitim Bakanı’nı eleştiriyor. Gerçekten de Esat Oktay Yıldıran’ın toplumsal karşılığı ne? Adı neden yeniden hatırlatılıyor?
Tarikatlar Sivil Toplum örgütü müdür?
Cumhuriyetin kuruluşu yıllarında şeyhlerin, dedelerin tehlike olarak görüldüğü bir dönem yaşandı. Bu yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde vakıf ya da başka bir yolla kurulan veya mülk olarak bir şeyhin kullanımında olan tekke ve zaviyelerden, cami ve mescit olarak kullanılanlar dışında kalanlar kapatıldı.
Akşener neden Demirel ya da Özal olamadı?
İYİ Parti’nin makul düşünen milletvekilleri ve yöneticileri bu işin çıkmaz olduğunu görüyorlar ve bir siyasi yenilginin parçası olmamak için partilerinden ayrılıyorlar. Meral Akşener, her ne kadar Süleyman Demirel’le siyaset yapmışsa da bir Demirel kıvraklığı gösteremedi. Bir Özal gibi akıntıya karşı yüzebilen, ufkun öte yanını görebilen bir tutum sergileyemedi. Demirel, sağdaki birleştirici güç olarak Türkiye’nin geçmiş 50 yılına damgasını vurdu. İyi kötü. Ancak merkezi bırakmadı. Aşırılıklarla uzlaşsa da kendisi aşırılığın temsilcisi olmadı.
ÇAPA’ya devam (2) Ne olacak bu binaların hali?
“Özellikle Avcılar kampüs binaları (5-6 katlı çoğu kaçak katlar) yıkılıp modern 3 katlı depreme dayanıklı yeni binalar yapılabilirdi. Rektör ve dekanlar, yanlış kararlarla paraları çöpe attı. Bu gerçek 2019 yılında İstanbul’da 5.5 büyüklüğündeki deprem ile ortaya çıktı. Tüm kampüs binaları ağır hasar gördü. Avcılar’daki binalar bu deprem sonrası yıkıldı. Fakülteler sağa sola taşındı; göçmen durumundalar. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin birçok binası yıkıldı. Cerrahi bölümleri Yeşilköy'de bir yerlerdeler. Bazı bölümler iki üç katlı prefabrik geçici yetersiz yapılarda hizmet verebiliyor. Çapa’nın son halini bilmiyorum. Bazı alanları yıkmışlardı. Sizin belirttiğiniz bina da küçük bir depremde yerle bir olabilir. Binaların yıllardır yenileri yapılmıyor.”
Çapa Tıp Fakültesi’nden izlenimler
Çapa Tıp, iki yüz yıldır hizmet veren, ülkemizin sağlık hizmetlerinin temel taşlarından, öncü kurumlarından. Hastanede tedavi gören bir yurttaş olarak geçirdiğim birkaç günde, Çapa’nın ayakta kalma mücadelesi verdiği izlenimi edindim. Ülkemizin çağdaş dünyaya yüzünü ilk döndüğü kurumlardan olan Çapa Tıp, gerekli özenden mahrum bir evlat gibi. Onun kaderi bizim de kaderimizi yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu kurum hem doktorların hem milletin, vatandaşın. Özellikle de özel hastaneye gücü yetmeyenlerin önemli bir kısmı burada tedavi oluyor.