Gürbüz Özaltınlı

Erdoğan’ın Türkiye toplumuna “katkısı”

Özgüvenini kaybetmiş, saygınlığından şüphe eden bir topluma değerli olduğunu fark ettirmek, güç ve saygınlık duygusu aşılamak elbette anlamlı bir iş. Fakat bunun düşünsel/duygusal mimarisi çok önemli.

Seçimler imajlar ve gerçekler

Yerel düzeyde “gönül insanları ve şehir aşıkları” ama genel kürsülerde “vatan hainlerine, dörtlü çetelere, ezan ve bayrak düşmanlarına” karşı kefen giymiş “dava adamları”… Yerelde, yüzümüze yumuşacık bakan, hırstan uzak, mütevazı, babacan hizmet insanları; şehir meydanlarında rakipleri hapisle tehdit eden, kendisi dışındaki herkesi teröristlerle iş birliği içinde gören sert kurtarıcılar…

İnsan doğası ve seçme özgürlüğü

 Bir süredir kültür üzerine yazıyorum. Hayatı irili ufaklı iktidar mücadeleleri üzerinden anlamlandıran, şiddet yüklü erkek egemen kültürün yaşamımızdaki yerini ve görünümlerini tartışmaya çalışıyorum. Konuyla...

Askerlik, erkeklik ve şiddet

 Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerinin inşasında ve erkek kimliğinin anlaşılmasında, askerliği, hem açığa çıkartıcı hem de onaylayıcı/pekiştirici bir ideolojik-kurumsal yapı olarak hak ettiği yere oturtmak...

Kültür değil kazanan değişiyor

Şiddetin en etkin araç olduğu ilişkiler dünyasında, azınlıkta olanlar, zayıf olanlar ve en çok da kadınlar altta kalırlar; ya işbirliğine ya itaate zorlanırlar, acı çekerler, ezilirler… Şiddet kültürüne karşı ses yükseltirken onlara güveneceğiz. Başka yol yok.

Erkeklik halleri

 Neden futbol statlarına hep “ölmeyee ölmeyeee ölmeyeee” gidilir? Neyin şehvetidir, yaratıcılığın şahikasından türemiş ana avrat küfürlü marşlarla kol kola zıplarken avaz avaz bağıran binlerce insanın...

Anekdotlar

 Yer, Doğan’ın berber dükkânı. Zaman, 2000’lerin hemen öncesi.Burası, birbirini tanıyan orta üst sınıf ailelerin biraz da şımartılmış çocuklarının buluşup kaynattığı sosyal bir ortama dönüşmüştü....

Berberin gözünden

“Nedir izlenimin Doğan” diye sordum. “Abdullah Bey çok efendi çok kibar bir insan abi” dedi. Sonra yüzü iyice ciddileşti, kaşlarını kaldırdı, işin şakaya gelir tarafı yok edasıyla “fakat…öteki tam bir lider; birisini çağırdığı zaman gelenin dizleri titriyor fark ediyorsun…”

Ataerkil kültür

Kendi adalet, refah ve beka anlayışını mutlaklaştıran; dışındakileri ötekileştirip düşmanlaştıran, taviz verme uzlaşma gibi yöntemlere zorunlu kaldığında geçici ve samimiyetsiz taktikler olarak başvursa da asla bunları içselleştirmemiş ve esas almayan; boy ölçüşmeci /meydan okumacı/ bilek bükmeci zor kullanımını her zaman en başa koyan bu kültür, sapına kadar ataerkildir ve bütün siyasal kimliklere çok güçlü biçimde sızmıştır…

Kültür üzerine

Siyasal kimliklerimizin örttüğü kör ve kirli noktalarımızla hesaplaşmamızı imkansızlaştıran bir ilişki ikliminde yaşıyoruz. Kültürel kodlarımızı eleştirel gözle çözümleyebilmemiz; kendimizin üzerine dengeli dürüst bir dış bakış oluşturmamız zaten çok yorucu bir iş. Bugünün siyasi cemaatleşmesinde bu daha da zorlaşıyor.

Borçlanalım eğlenelim… mi?

Bir arkadaşım vardır; hayatın altta kalanlara iyi davranmadığı bilgisiyle, mutluluğun güç ilişkileri içinden belirlendiği inancıyla yaşar. Ondan duymuştum ilk kez: “Vermekten korkmayın; veren el, alan elden daha güçlüdür” sözünü.

İyilik ve kötülük üzerine

Her kötülük, “iyilik elbiseleri” ile dolaşır aramızda. Hiçbir kötülük mazeretsiz çıkmaz sokağa. Eğer iyiliğe odaklanmışsanız, meşrebinize uygun olarak kötülük maskesine dönüştüğünde onu ayırt etmeniz kolay olmaz. Kötülüğü çırılçıplak haliyle yakalayabilmek için onun korkusunu kayıtsız şartsız kalbinize yerleştirmeniz gerekir.

Yalanlarımız

Gerçeklerle yüzleşme kapasitesi ne kadar düşükse insanın (ya da toplumun), yalanlar o kadar “şifa verici” olabilir. Böyle bir denklem var sahiden. Kadın erkek ilişkileri, dostlar arasındaki iletişimler, bir tık daha gidersek ileri; kendimizle kurduğumuz ilişki…

Aristippos’un kemikleri çınlasın

Tarihten gelen hiçbir kimlik kendi başına bu post modern değişimin alternatifi ve şifacısı değil. Ne kurtuluş fantezisi üzerinden gidip iyice kirlenmiş komünizan ideolojiler, ne kendilerini muhafazakâr kodlarla tanımladıklarını öne sürenler, ne dindarlığa tutunduklarını ifade edenler… Bütün kimlikler post modern dönüşümden paylarını alıyorlar.

Adanmışlık

Kişinin kendini hangi ideale ya da kavrama ya da şahsa adadığından bağımsız olarak bağlanma tavrının bizatihi kendisi ilgiyi hak ediyor. Biz sıradan ölümlüler, bu adanmışlara borçlu muyuz yoksa alacağımız mı var onlardan?

AKP ve Erdoğan: Ne kadar “başarılılar”

Varsın bizim yanılmalarımız da böyle olsun; kimseye bir zararı yok. İnsan yanılmasıyla ünlü bir varlıktır. Biliyorsunuz Erdoğan da 17-21 Aralık’ın ardından yanıldığını söyleyip halktan af dilemişti. Onu yanıltan Fethullahçı çete 15 Temmuz’da alçakça darbeye soyunmuş, bir gecede 250 insan hayatını kaybetmiş; ülke felaketin eşiğinden dönmüştü. Böyle yanılmak da var işin içinde…

HDP’ye ne oldu?

HDP gibi bir partinin Kandil’den bağımsızlaşması; hatta duruma göre onunla karşı karşıya gelmesinin güçlüklerinin farkındayım. Fakat içine girdiğimiz konjonktürün Kandil’in rızası hilafına da olsa, barışçı ve Türkiyeli bir HDP’yle açık bir çatışmaya girmesinin de zor olduğunu düşünüyorum. HDP’nin kararsızlığa izin vermeyen, ikircikli olmayan net bir hat izlemesi, yükselen Türk milliyetçiliğinde de zemin kaybı yaratır.

Tahmin ve temennilerden sonra özeleştiri ve dersler

Görüldüğü gibi Demirtaş’ın oylarıyla HDP’nin oyları arasında çok ciddi oran farkları var. HDP’yi Meclis’e HDP’li olmayanlar taşıdı belli ki. Yukarıda saydığım illerdeki Demirtaş oylarını HDP’nin gerçek karşılığı olarak kabul etmek yanlış olmaz. Böylelikle HDP’nin sadece Güneydoğu’da değil önemli metropollerde de ciddi destek kaybına uğradığı, fakat kendisine akan stratejik oyların bunu perdeleyerek görünmez kıldığı anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanlığı üzerine tahmin ve temenniler

Ben Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini “imkânsız” görüyorum. Neden derseniz… Bu toplumun yarısından fazlasının iktidarın umut ettiği kadar korkutulmuş olabileceğine inanmıyorum. 2002’den bu yana AKP ve Erdoğan’a insanlar ilk kez sadece korktukları için oy verecekler. Ne Kanal İstanbul, Ne Havaalanı, ne “harika” ekonomik performans, ne kek, ne ikramiye, ne imar affı ne şu, ne bu… Korktukları ve çaresiz hissettikleri için, bir bakıma teslim olacaklar…

Tahminler ve temenniler

Bu seçimde HDP’nin barajı aşacağını tahmin etmekle kalmıyorum, bunun gerçekleşmesini de istiyorum. Bunu, temsilde adalet için istiyorum. Milyonlarca seçmenin oyunun seçtiği partiye değil tam tersine hiç sevmediği bir partiye yazılmasının o insanlara gerçekten hakaret olduğu ve bu adaletsizlik üzerine bir siyasi düzen kurulamayacağı için istiyorum.

Siyasetçi ile seçmeni arasındaki fark

Futbolcu nasıl para, şöhret, hayranlık biriktirmekle motive olurken tribünler marşlarla, galibiyetlerle coşup, mağlubiyetlerle ağlıyorsa; siyasetçi seçmen ilişkisi de aynı dinamiği taklit ediyor. İnsanın üstünlük duygusunun tatmin edilmesinin sahnesine dönüşen bir “oyun”da bu tür bir dinamiği anlamak ve sindirmek kolay. Fakat siyaset bir “oyun” değil. Bir gol atıp kazanmayı ve sevinmeyi çok aşan sonuçlar üretiyor. Savaşlar gibi, büyük çıkarların el değiştirmesi gibi; aşırı adaletsizlikler, haksız cezalandırmalar, insan onurunun ağır biçimde çiğnenmesi gibi…

AKP’nin değişimi ve “demokratın” dilemması

Bu hareket belirgin olarak otoriterleşmiştir. Merkezine reisin iradesinin oturduğu; tek adamın kurtarıcı ilan edildiği ve bunun kabul gördüğü; bu irade ile tartışan, fark koyan herkesin tehdit sayılıp uzaklaştırıldığı ve hatta düşmanlaştırıldığı, yasakçılığın ve cezalandırıcılığın ölçüsüzce tırmandırıldığı, otoriter- muhafazakâr- milliyetçi (ve en önemlisi) keyfi bir nitelik kazanmıştır.

Tanıyalım tanıtalım

Otoriterliğin hakkını veren bir kişilik için hayatta karışılıp, üzerine öğüt verilmeyecek, kural koyulmayacak yaşam alanı yoktur. Bitmez tükenmez bir iyilik kötülük listesine sahiptir bu “Gold Otoriter”ler. Güçlerinin yettiği, seslerinin ulaştığı son sınıra kadar bunların kabul görmesi için çabalarlar. “O da böyle yaşıyor, bu da şöyle düşünüyor, beni ilgilendirmez” cümlesi zihinlerine hiç uğramamış gibidir. Onlar dünyaya kendi bildikleri şaşmaz doğrularını kabul ettirmek için gönderilmiş Mesihlerdir sanki.

Zihniyetle yüzleşmek

Baştan beri belirttiğim gibi bir “zihniyet” sorunudur bu ülkede. Siyaset sorunu değildir. Yani siyaseten hangi tarafta olduğunuza göre değişmez bu tutumlar. Otorite kimin otoritesiyse o tarafın davranışı budur. Laikler ya da muhafazakârlar ya da milliyetçiler… Kimsenin bu zihniyetin dışında olduğunu kolayca iddia edebileceği bir tarihsel pratikten gelmiyoruz. Siciller ortada. Dün “ikna odalarını” kurup başörtülüleri üniversitelere sokmayanlar bugün hayat tarzlarına saldırıldığını söylüyor. O ikna odalarından şikâyet edenler, bugün “subliminal mesaj” gibi uydurulmuş kavramlara dayanan iddianamelerle ceza yağdırılmasını makul buluyor…

Zihniyet ve siyaset

Erdoğan’ın birçok siyasetini, özellikle ekonomi politikasını beğenmeyen fakat onun gitmesi durumunda oluşacak vakum etkisinden endişe eden; Türkiye’nin Erdoğan’a bir bakıma mahkûm olduğuna inanan insanlar var. Erdoğan hatırı sayılır yanlışlar yapıyor ama bu yanlışlar da yine ancak onun iradesi ile aşılabilir diye düşünüyorlar. “Tamam Erdoğan’a vermeyelim de başka alternatif mi var?” klişesi oldukça canlı bu kesimde. Ülkenin ve bölgenin karşı karşıya olduğu sorunların kolay baş edilemezliği inancı da bu “alternatifsiz otorite” algısını besliyor. Olağanüstü durumlar, olağanüstü liderler gerektirir diye düşünülüyor.

Bu seçimler biraz farklı gibi

İçinden geçmekte olduğumuz süreçte ise AKP’nin bir avantaj gibi kullanageldiği “Dünya komplosuyla karşı karşıyayız, beka tehdidi altındayız” temalı söyleminin bu partisiz seçmen dünyasında, lehine olmaktan daha çok aleyhine işleyeceğini tahmin ediyorum. Kuşkusuz bu kesimden AKP’ye yönelimlerde bu söylemin hiç etkili olmadığını söyleyemeyiz. Ama, götürdükleri mi, getirdikleri mi daha çok olacak sorusunu sorabiliriz. Benim cevabım götürdükleri çok olacak.

Savaş ve romantizm

Savaşın bedeli dediğimiz zaman da, yeni öngörü ve değerlendirmelere ihtiyacımız olduğunu görürüz. İlk ve en önemli soru da şudur: 1984 tarihinden bu yana devam eden ve gelinen noktada ordumuzu sınır ötesine de gönderme mecburiyeti yaratan bu savaş, daha ne kadar sürer? Bu bağlamda düşünmek lâzım; hangi cevap daha romantik, daha sorumsuz?

Almodovar’dan Demirkubuz’a evlerimiz

Artık “Hayat tarzı” diye bir şey var. Ve hayat tarzı, hiç de özgürce seçtiğimiz bir şey değil. İçine doğduğumuz çevre, bizden önce örülmüş duvarlar, ulaşabileceğimiz kapılar ve belki de talihin bize göstereceği yüzüyle belirlenen bir oyun alanı “hayat tarzı” dediğimiz şey. Kendimize ait zannettiğimiz “tarz”; içine yerleştiğimiz ekonomik kültürel kimliğin içselleştirilmiş, kişiselleştirilmiş bir versiyonundan başka bir şey değil.

Fotoğraflarımız

Çok görünür olmak istiyoruz. Hoş görünür olmak istiyoruz. Tanınalım, beğenilelim, unutulmayalım, cnm- bi tanem- harikasın mesajları alalım istiyoruz. Gezelim, görelim, gösterelim, çatır çatır çatlatalım da istiyoruz. Akıllı telefonlar stüdyoların yerini almadan çok önce değişmiştik zaten…

15 Nisan’da memleket manzaraları

Anayasa tartışmasında da üst üste yazılar kaleme aldım. İlki 13 Ocak tarihinde “Muhafazakarların sınavı: Anayasa Taslağı” başlığını taşıyor. Onu takip eden 9 yazının da tamamı anayasa tartışması üzerine ve hepsi neden “Hayır”ın tercih edilmesini istediğimin gerekçeleriyle yüklü. Yani açık bir “hayır”cıyım…