Gürbüz Özaltınlı
Bu bir aşk değil gasp hikayesi
Bu sıradan bir olay değildir; yargı kurumlarının, hukukun işlerliğinin ne durumda olduğunu da gösterir niteliktedir. Bizim gibilerin bütün uyarılarına rağmen,” vesayet sistemini aşıyoruz” diye alkış toplamaya çalışılan yeni rejimin, tek adam anayasasının, ülkeyi taşıdığı noktaya da işaret etmektedir. Her şeyden önemlisi de, “halk devrimi yapıyoruz; milli iradeyi egemen kılıyoruz” seslerinin, o yücelttikleri irade farklı tecelli ettiğinde nasıl bir kimlik sergilediklerini ortaya çıkartan bir örnek oluşturmaktadır.
Tartışmayan toplum olmanın bedeli
Bu gürültülü, gerilimli, puslu sahnenin en büyük bedeli, Kürt sorununun Türkiye için sorunların anası olduğunun yeterince fark edilememesidir. Özellikle son yıllarda sadece “beka” ve “terör” bağlamında sunulan ve düşünülen bir meseleye dönüşmüş olan bu sorun, Türkiye siyasetinin bütün parametreleri üzerinde birinci derecede etkili olmayı sürdürmektedir.
Seçimleri kaybeden gider kazanan gelir kural budur
Ordu gitmez, izin vermez diyenler yanılmışlardı. Erdoğan gitmez, izin vermez diyenler de yanılıyorlar.
Kaybedilen sadece Büyük Şehirler mi
Partiler de insanlar gibiler bir bakıma. Biz onları, kendileri hakkında söyledikleri sözlerden, yakıştırdıkları nitelemelerden tanıyamayız. Sınavlar, davranışlar üzerinden yaşanır…
Umut nerede
Biz, iktidarı paylaşılabilir bir güç alanı olarak görmekten uzak bir kültürün insanlarıyız. Schmittçi dost/düşman kavramsallaştırmaları siyasi üslubumuzun asli rengini oluşturuyor… Fakat ilk kez şimdi, bu tarihin mirasına aykırı yeni bir siyasi üslup filiz vermiş gibi gözüküyor.
Erdoğan’ın Türkiye toplumuna “katkısı”
Özgüvenini kaybetmiş, saygınlığından şüphe eden bir topluma değerli olduğunu fark ettirmek, güç ve saygınlık duygusu aşılamak elbette anlamlı bir iş. Fakat bunun düşünsel/duygusal mimarisi çok önemli.
Seçimler imajlar ve gerçekler
Yerel düzeyde “gönül insanları ve şehir aşıkları” ama genel kürsülerde “vatan hainlerine, dörtlü çetelere, ezan ve bayrak düşmanlarına” karşı kefen giymiş “dava adamları”… Yerelde, yüzümüze yumuşacık bakan, hırstan uzak, mütevazı, babacan hizmet insanları; şehir meydanlarında rakipleri hapisle tehdit eden, kendisi dışındaki herkesi teröristlerle iş birliği içinde gören sert kurtarıcılar…
İnsan doğası ve seçme özgürlüğü
Bir süredir kültür üzerine yazıyorum. Hayatı irili ufaklı iktidar mücadeleleri üzerinden anlamlandıran, şiddet yüklü erkek egemen kültürün yaşamımızdaki yerini ve görünümlerini tartışmaya çalışıyorum. Konuyla...
Askerlik, erkeklik ve şiddet
Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerinin inşasında ve erkek kimliğinin anlaşılmasında, askerliği, hem açığa çıkartıcı hem de onaylayıcı/pekiştirici bir ideolojik-kurumsal yapı olarak hak ettiği yere oturtmak...
Kültür değil kazanan değişiyor
Şiddetin en etkin araç olduğu ilişkiler dünyasında, azınlıkta olanlar, zayıf olanlar ve en çok da kadınlar altta kalırlar; ya işbirliğine ya itaate zorlanırlar, acı çekerler, ezilirler… Şiddet kültürüne karşı ses yükseltirken onlara güveneceğiz. Başka yol yok.
Erkeklik halleri
Neden futbol statlarına hep “ölmeyee ölmeyeee ölmeyeee” gidilir? Neyin şehvetidir, yaratıcılığın şahikasından türemiş ana avrat küfürlü marşlarla kol kola zıplarken avaz avaz bağıran binlerce insanın...
Anekdotlar
Yer, Doğan’ın berber dükkânı. Zaman, 2000’lerin hemen öncesi.Burası, birbirini tanıyan orta üst sınıf ailelerin biraz da şımartılmış çocuklarının buluşup kaynattığı sosyal bir ortama dönüşmüştü....
Berberin gözünden
“Nedir izlenimin Doğan” diye sordum. “Abdullah Bey çok efendi çok kibar bir insan abi” dedi. Sonra yüzü iyice ciddileşti, kaşlarını kaldırdı, işin şakaya gelir tarafı yok edasıyla “fakat…öteki tam bir lider; birisini çağırdığı zaman gelenin dizleri titriyor fark ediyorsun…”
Ataerkil kültür
Kendi adalet, refah ve beka anlayışını mutlaklaştıran; dışındakileri ötekileştirip düşmanlaştıran, taviz verme uzlaşma gibi yöntemlere zorunlu kaldığında geçici ve samimiyetsiz taktikler olarak başvursa da asla bunları içselleştirmemiş ve esas almayan; boy ölçüşmeci /meydan okumacı/ bilek bükmeci zor kullanımını her zaman en başa koyan bu kültür, sapına kadar ataerkildir ve bütün siyasal kimliklere çok güçlü biçimde sızmıştır…
Kültür üzerine
Siyasal kimliklerimizin örttüğü kör ve kirli noktalarımızla hesaplaşmamızı imkansızlaştıran bir ilişki ikliminde yaşıyoruz. Kültürel kodlarımızı eleştirel gözle çözümleyebilmemiz; kendimizin üzerine dengeli dürüst bir dış bakış oluşturmamız zaten çok yorucu bir iş. Bugünün siyasi cemaatleşmesinde bu daha da zorlaşıyor.
Borçlanalım eğlenelim… mi?
Bir arkadaşım vardır; hayatın altta kalanlara iyi davranmadığı bilgisiyle, mutluluğun güç ilişkileri içinden belirlendiği inancıyla yaşar. Ondan duymuştum ilk kez: “Vermekten korkmayın; veren el, alan elden daha güçlüdür” sözünü.
İyilik ve kötülük üzerine
Her kötülük, “iyilik elbiseleri” ile dolaşır aramızda. Hiçbir kötülük mazeretsiz çıkmaz sokağa. Eğer iyiliğe odaklanmışsanız, meşrebinize uygun olarak kötülük maskesine dönüştüğünde onu ayırt etmeniz kolay olmaz. Kötülüğü çırılçıplak haliyle yakalayabilmek için onun korkusunu kayıtsız şartsız kalbinize yerleştirmeniz gerekir.
Yalanlarımız
Gerçeklerle yüzleşme kapasitesi ne kadar düşükse insanın (ya da toplumun), yalanlar o kadar “şifa verici” olabilir. Böyle bir denklem var sahiden. Kadın erkek ilişkileri, dostlar arasındaki iletişimler, bir tık daha gidersek ileri; kendimizle kurduğumuz ilişki…
Aristippos’un kemikleri çınlasın
Tarihten gelen hiçbir kimlik kendi başına bu post modern değişimin alternatifi ve şifacısı değil. Ne kurtuluş fantezisi üzerinden gidip iyice kirlenmiş komünizan ideolojiler, ne kendilerini muhafazakâr kodlarla tanımladıklarını öne sürenler, ne dindarlığa tutunduklarını ifade edenler… Bütün kimlikler post modern dönüşümden paylarını alıyorlar.
Adanmışlık
Kişinin kendini hangi ideale ya da kavrama ya da şahsa adadığından bağımsız olarak bağlanma tavrının bizatihi kendisi ilgiyi hak ediyor. Biz sıradan ölümlüler, bu adanmışlara borçlu muyuz yoksa alacağımız mı var onlardan?
AKP ve Erdoğan: Ne kadar “başarılılar”
Varsın bizim yanılmalarımız da böyle olsun; kimseye bir zararı yok. İnsan yanılmasıyla ünlü bir varlıktır. Biliyorsunuz Erdoğan da 17-21 Aralık’ın ardından yanıldığını söyleyip halktan af dilemişti. Onu yanıltan Fethullahçı çete 15 Temmuz’da alçakça darbeye soyunmuş, bir gecede 250 insan hayatını kaybetmiş; ülke felaketin eşiğinden dönmüştü. Böyle yanılmak da var işin içinde…
HDP’ye ne oldu?
HDP gibi bir partinin Kandil’den bağımsızlaşması; hatta duruma göre onunla karşı karşıya gelmesinin güçlüklerinin farkındayım. Fakat içine girdiğimiz konjonktürün Kandil’in rızası hilafına da olsa, barışçı ve Türkiyeli bir HDP’yle açık bir çatışmaya girmesinin de zor olduğunu düşünüyorum. HDP’nin kararsızlığa izin vermeyen, ikircikli olmayan net bir hat izlemesi, yükselen Türk milliyetçiliğinde de zemin kaybı yaratır.
Tahmin ve temennilerden sonra özeleştiri ve dersler
Görüldüğü gibi Demirtaş’ın oylarıyla HDP’nin oyları arasında çok ciddi oran farkları var. HDP’yi Meclis’e HDP’li olmayanlar taşıdı belli ki. Yukarıda saydığım illerdeki Demirtaş oylarını HDP’nin gerçek karşılığı olarak kabul etmek yanlış olmaz. Böylelikle HDP’nin sadece Güneydoğu’da değil önemli metropollerde de ciddi destek kaybına uğradığı, fakat kendisine akan stratejik oyların bunu perdeleyerek görünmez kıldığı anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanlığı üzerine tahmin ve temenniler
Ben Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini “imkânsız” görüyorum. Neden derseniz… Bu toplumun yarısından fazlasının iktidarın umut ettiği kadar korkutulmuş olabileceğine inanmıyorum. 2002’den bu yana AKP ve Erdoğan’a insanlar ilk kez sadece korktukları için oy verecekler. Ne Kanal İstanbul, Ne Havaalanı, ne “harika” ekonomik performans, ne kek, ne ikramiye, ne imar affı ne şu, ne bu… Korktukları ve çaresiz hissettikleri için, bir bakıma teslim olacaklar…
Tahminler ve temenniler
Bu seçimde HDP’nin barajı aşacağını tahmin etmekle kalmıyorum, bunun gerçekleşmesini de istiyorum. Bunu, temsilde adalet için istiyorum. Milyonlarca seçmenin oyunun seçtiği partiye değil tam tersine hiç sevmediği bir partiye yazılmasının o insanlara gerçekten hakaret olduğu ve bu adaletsizlik üzerine bir siyasi düzen kurulamayacağı için istiyorum.
Siyasetçi ile seçmeni arasındaki fark
Futbolcu nasıl para, şöhret, hayranlık biriktirmekle motive olurken tribünler marşlarla, galibiyetlerle coşup, mağlubiyetlerle ağlıyorsa; siyasetçi seçmen ilişkisi de aynı dinamiği taklit ediyor. İnsanın üstünlük duygusunun tatmin edilmesinin sahnesine dönüşen bir “oyun”da bu tür bir dinamiği anlamak ve sindirmek kolay. Fakat siyaset bir “oyun” değil. Bir gol atıp kazanmayı ve sevinmeyi çok aşan sonuçlar üretiyor. Savaşlar gibi, büyük çıkarların el değiştirmesi gibi; aşırı adaletsizlikler, haksız cezalandırmalar, insan onurunun ağır biçimde çiğnenmesi gibi…
AKP’nin değişimi ve “demokratın” dilemması
Bu hareket belirgin olarak otoriterleşmiştir. Merkezine reisin iradesinin oturduğu; tek adamın kurtarıcı ilan edildiği ve bunun kabul gördüğü; bu irade ile tartışan, fark koyan herkesin tehdit sayılıp uzaklaştırıldığı ve hatta düşmanlaştırıldığı, yasakçılığın ve cezalandırıcılığın ölçüsüzce tırmandırıldığı, otoriter- muhafazakâr- milliyetçi (ve en önemlisi) keyfi bir nitelik kazanmıştır.
Tanıyalım tanıtalım
Otoriterliğin hakkını veren bir kişilik için hayatta karışılıp, üzerine öğüt verilmeyecek, kural koyulmayacak yaşam alanı yoktur. Bitmez tükenmez bir iyilik kötülük listesine sahiptir bu “Gold Otoriter”ler. Güçlerinin yettiği, seslerinin ulaştığı son sınıra kadar bunların kabul görmesi için çabalarlar. “O da böyle yaşıyor, bu da şöyle düşünüyor, beni ilgilendirmez” cümlesi zihinlerine hiç uğramamış gibidir. Onlar dünyaya kendi bildikleri şaşmaz doğrularını kabul ettirmek için gönderilmiş Mesihlerdir sanki.
Zihniyetle yüzleşmek
Baştan beri belirttiğim gibi bir “zihniyet” sorunudur bu ülkede. Siyaset sorunu değildir. Yani siyaseten hangi tarafta olduğunuza göre değişmez bu tutumlar. Otorite kimin otoritesiyse o tarafın davranışı budur. Laikler ya da muhafazakârlar ya da milliyetçiler… Kimsenin bu zihniyetin dışında olduğunu kolayca iddia edebileceği bir tarihsel pratikten gelmiyoruz. Siciller ortada. Dün “ikna odalarını” kurup başörtülüleri üniversitelere sokmayanlar bugün hayat tarzlarına saldırıldığını söylüyor. O ikna odalarından şikâyet edenler, bugün “subliminal mesaj” gibi uydurulmuş kavramlara dayanan iddianamelerle ceza yağdırılmasını makul buluyor…
Zihniyet ve siyaset
Erdoğan’ın birçok siyasetini, özellikle ekonomi politikasını beğenmeyen fakat onun gitmesi durumunda oluşacak vakum etkisinden endişe eden; Türkiye’nin Erdoğan’a bir bakıma mahkûm olduğuna inanan insanlar var. Erdoğan hatırı sayılır yanlışlar yapıyor ama bu yanlışlar da yine ancak onun iradesi ile aşılabilir diye düşünüyorlar. “Tamam Erdoğan’a vermeyelim de başka alternatif mi var?” klişesi oldukça canlı bu kesimde. Ülkenin ve bölgenin karşı karşıya olduğu sorunların kolay baş edilemezliği inancı da bu “alternatifsiz otorite” algısını besliyor. Olağanüstü durumlar, olağanüstü liderler gerektirir diye düşünülüyor.