Tuncer Köseoğlu

20 metre…

Taraftarın isteği üzerine genç polisi orta sahaya kadar getiren ve alkışlatan kişi Galatasaray kaptanı Selçuk İnan’dı. Futbol hayatı boyunca o taraftar önünde sayısız zaferler kazanmış, hüzünler yaşamış ve bütün yaşamını ayaklarının gücüyle güzelleştirmiş Selçuk, orta sahaya kadar zor yürüyebilmişti. Onu, kendi nitelendirmesiyle ‘Hayatının en zor 20 metresini’ yürütemeyen de 44 insanımızın katledilmesiydi.

Kapıları kilitlemek…

Bu ülkede büyükler çocuklar için hep iyi şeyler düşünür. İyi şeyler düşündükleri için de ‘bazı çocuklar’ büyümeden göçüp giderler… Büyüyüp de ne olacak ki, bir de dünyanın kahrını çekmek var dimi? Ayrıca çocukları kötülüklerden korumak, canlarını almaktan daha zordur. Yurttan kaçıp, ‘kötü’ olacaklarına kanatsız melekler olarak göçüp gitsinler daha iyi. Öyle uygun gördü büyükler!

İstanbul’dan gitmek…

İnsan sadece kalabalıklardan, gürültüden kaçmaz. Öyle an gelir ki kendisinden kaçası gelir. İşte öyle anlarda kendinize soluk alabileceğiniz limanlar bulun. İstanbul’da kendinizi iyi hissedeceğiniz çok yer var; onları keşfedin.

İnsanın içi üşür oğul…

Şimdilerde kaz tüyü pahalı giysilerimiz var, kalın paltolarımız. Su geçirmez botlar... Ayağımız sıcak, sırtımız Everest Dağı’nın soğuğuna dayanıklı ama yine de üşüyoruz. En ufak bir soğuktan şikâyet etmemiz, içimizin üşüdüğünden olamaz mı?

West World

Dünyayı görünürde olan devletlerden çok, en ücra yere ulaşan dev şirketlerin yönettiği bilinen bir gerçek olduğu halde, insanlık savaşları devletler üzerinden yürüyor. Bir süre daha da böyle yürüyecek gibi görünüyor. İşte bu şirketlerin kurguladığı algılarda da arada sapmalar olabiliyor. O sapma anlarından biri son ABD Başkanlık seçimlerinde yaşandı. Yaratılan algının tam tersi bir gelişme yaşandı seçimlerde ve Trump kazandı.

Eşyalar, insanlar ve düşünceler…

İnsan, yaşadığı sürece biriktirir zaten. Eşyalar gibi hayatına giren insanları da… Kimileri derin izler bırakır çok değer verdiğimiz bir ceket, kazak gibi. Kimileri ise geldikleri gibi giderler, hiç izi kalmaz. Belki de hiç gelmemişlerdir aslında. Yaş aldıkça insan, istese de istemese de bir sadeleştirme oluyor. Hayat yolculuğunda yarıda bırakanlar olduğu gibi, sen de yol ayrımına gelip başka yöne gidiyorsun bir şekilde.

Duvardaki sarmaşık…

Eski, köklü mahallelerde dolaşmak, kaldırımlarında soluklanmak bu kenti içime almaya yarar. Televizyon reklamlarında bolca pompalanan site ve yeni hayat tarzlarının yerine o sokaklar insana yaşanmışlık sunar. Bütün kötülüklerimize rağmen hala dünyanın en güzel kadını gibi duruyorsa bu şehir, işte o eski sokaklar sayesindedir.

Türküleri darağacına göndermek

Yön Radyo’nun kapatılması gibi gerçekten FETÖ ile mücadeleye yarardan çok zarar verenlerin aldığı kararlar araştırılsın. Yaftalamıyorum, devletin kılcal damarlarına girdiklerini bu ülkeyi yönetenler söylüyor. Kripto FETÖ’cü olabilirler. Yoksa dünya üzerindeki en güzel aşk sözünün söylendiği “Bir daha vursa idi, nefesin nefesime” türküsünü çalan, bir radyoyu kapatmak hangi akla hizmet eder ben bilemedim.

Kırmızı perşembe…

Kısık sesle değil, bağırarak soruyorum ‘ARDA BU TAKIMDA NİYE YOK?’ Bu ülkenin futbolu Fatih Terim’in babasının çiftliği mi? Öyleyse peki der; kırarız dizimizi, otururuz. Futbol adına konuşanların dizini kırıp oturduğu gibi…

Yozgat Blues

Ülkeyi darbecilerden arındırmak için çıkarılan OHAL, giderek artan dozda yasakçı bir toplum yaratmaya başladı. Oysa bu uygulamaları yapanlar şunu bilmeliler; 15 Temmuz’da darbecilere karşı alanlara koşanlar, tanklara bedenlerini siper edenler, bu dayatmalara ve darbe sonrası gelecek yasaklara karşı olduğu için bunu yaptı. Başkaları keyfi yasaklar koysun diye değil.

Mesele ağaç, anladınız mı?

Artvin’de mesele ağaç ve bir cennetin yok olmasını engellemek. Cerattepe sadece Artvinlilerin değil, bu ülkede yaşayan herkesin ortak değeri. Bu değeri koruma adına mücadele ediyor insanlar. Dedelerinden kendilerine kalanı gelecek kuşaklara olduğu gibi bırakma adına.

Eylül’de bayram

Evet, bugün bayram. Aynı zamanda bu ülkede insanların hayatını çalan 12 Eylül darbesinin de yıldönümü. Darbeleri artık geride bırakıp bayrama odaklanmalı, iyilikleri çoğaltma adına. Hem ne der halk ozanı Erzurumlu Emrah, “Bir dağ ne kadar yüceyse, bir kenarı yol olur. Buna bayram günü derler, dostla düşman bir olur.”

Vay Babako…

Gazeteci kavramı değişti nedense. Haberi kaynağından alan olay, yerine giden ve habere haber gibi bakan insanlar gitti, araştırmacı gazeteciler doldurdu ortalığı. Neyi araştırdıklarını hiç bilemedik aslında.

Katilleri ayırmak

Katillerin kim olduğunun hiçbir önemi yok. Kına gecesini kana bulayacak kadar alçalan, çocuk katiller yetiştiren bir örgütün ideolojisi de olmaz, inancı da. İnsanlığa düşmandır onlar öncelikle. Tek dertleri sadece halkı terörize ederek ses getirmekte değil, kanlı eylemlerle bu coğrafyada yaşayan insanları teslim alma isteğidir.

Devrimin ‘idam’ sesleri

Bu alçakça girişimi yapanlar aldıkları cezayı sonuna kadar çektiği sürece hukuk devleti oluruz. Toplum o hukuk devletine güvenir. İşlenen suça olmayan cezayı geriye dönük olarak işletirseniz, insanlara güven veren bir devlet olamazsınız.

Bayrak…

15-16 Temmuz’dan sonra düşüncesi ne olursa olsun bu toprakları vatan belleyenlerin aynı bayrak altında toplandıklarına şahit olduk. Bedenleriyle, çıplak ellerinde sadece al yıldızlı bayrağa güvenerek sokağa çıkan insanların tankları, ağır silahları, bombaları durdurduğuna şahit olduğumuz gibi…

Tekbir…

15 Temmuz gecesi tekbir getirdiğim için bir gecede hidayete ermediğimi biliyorum. Hayatımı yine kendi günahlarımla barışık bir şekilde sürdüreceğimin farkındayım. Ama darbe haberini aldığında kötülük yapan evladını bekler gibi elinde sopayla darbecilere karşı koyan ‘devrimci’ kadının yanında duracağımı biliyorum.

12 Eylül’den 15 Temmuz’a…

O gece sabaha kadar insanların üzerine ateş etmekten çekinmeyen, Meclis’i bombalayan darbeci hain alçaklara karşı ülkelerine ve sivil iktidara sahip çıktığını gösterdi meydanda toplananlar. Aralarında yedi yaşında çocuklar da vardı, yetmiş-seksen yaşında dedeler ve nineler de… Hangi düşüncede olduklarının önemi yoktu, tek amaç aslında kendi vatanları hiçbir zaman olmayan darbeci alçakları geri püskürtmekti.

Dağın zirvesinden dibe çakılmak…

Memlekette yaşanan bütün olumsuzlukların kaynağını mülteciler olarak göstermek ve bunu domino taşı gibi yaymanın gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, insanlıkla da yok… Bir milyona yakın mülteci çocuğun ki bunların önemli bir bölümü ülkemizde doğdu, en temel haklarını yok sayarak, eğitim hakkı vermeyerek bu ülke kendine aydınlık bir gelecek kuramaz.

Babalar ve uşakları

Dün gece, ailenin en küçük bireyi 1.5 yaşındaki Poyraz’la oynuyordu balkonda babam. Salıncakta Poyraz’ı sallıyor, onunla konuşuyordu. Odadan izledim, keyiflerine diyecek yoktu. Girmedim neşeyle gülen iki çocuğun arasına. Babam mı çocuk yoksa Poyraz mı tam olarak bilemedim. Karıştı neşeleri Apiça’dan gökyüzüne…

Kötülüklerin dünyası

İstanbul- İzmir yolunu kısaltan saatler süren feribot eziyetine son veren Osman Gazi Köprüsü, saldırıdan iki gün sonra açıldı. Büyük bir eser, çok önceden yapılması gereken bir köprü. Yapanların bundan övünç duyması ön plana çıkarması siyaseten de anlaşılabilir bir durum. Fakat, saldırıda ölen insanların cenazelerinin, insanın içini acıtan hikayelerinin dinlenildiği bir gün görkemli açılış töreni yapmak kimin aklı bilemedim.

Memleketin takımı…

Daha önce oynadığımız iki maç sonunda oyuncularımız maç kazanmanın karizmayla değil, takım halinde sahada ter dökerek, emek harcayarak olacağını öğrendiler. Bunun gereklerini yerine getirdiler. Bu maçı kaybedebilir, berabere de bitirebilirlerdi. Ama takım olduklarını hatırladılar, burada güzel olan bu.

Emek de ne karizmamız olsun yeter!

Rakip takımın dünya futboluna armağan ettiği yıldızları bizden daha çok koşup, daha çok emek harcadı yeşil zeminde. İspanyollar futbolun gereklerini yerine getirirken, bizim oyuncular karizmalarıyla ilgiliydi daha çok.

Milli takımın sıra dışı yolculuğu

Fatih Terim’in dahi bilmediği bir oyun sistemiyle Fransa’da ilk maçımızdan yenilgiyle ayrılsak da, gelecek maçlarla ilgili umutsuzluğa kapılmıyorum nedense. Gruptan çıkıp finale de yürüyebiliriz, 21 Haziran’da oynanacak Çek Cumhuriyeti maçından sonra bavullarımızı toplayıp evimize de dönebiliriz.

Sofra…

Yaşamasını sağladığı sürece her insan 'asil’ kan taşıyor, ne bir eksik ne bir fazla… Yaşamaktan onur duyduğum, sofrasına beni her daim kabul eden bu memlekete aynı duygularla bakan herkesin elini sıkarım kardeşlik adına. Soyuna, sopuna, geçmişine, taşıdığı kan grubuna bakmadan…

Kazananlar, kaybedenler ve Haydarpaşa…

Dört yıldan fazla oldu, Haydarpaşa’da trenler susalı. İstasyonda ayrılıklar, kavuşmalar yaşanmıyor artık. Şairin dediği gibi “İki tren rayı gibiyiz sevgilim, neyi değiştirir yakın olması son istasyonun…” Haydarpaşa da görkemli binasıyla bekliyor sevgilisi trenleri ve içinden inecek insanları.

Ölümle yaşam arasında…

“Şu ağaca, bak Kasim. Ben çocuktum, bu ağaç böyle büyüktü, dallarına çıkar armut toplardık. Biz yaşlandık şimdi torunlarımız topluyor. Onlarda göçüp gidecek, bu ağaç yel almadığı sürece dimdik ayakta kalacak. Ağaç dik, özellikle meyve ağacı. Sen göremezsen meyvesini, senden sonra gelecekler görür” dedi.

Köprü

Bir mahalleye girdiğinde adres soracağın bakkal, kasap, kundura tamircisinin yerine zamanın ruhuna uygun yeni yerler açılıyor. Herkes yalnız mahalleye değil, çevresine, insanlara yabancı… Yıllardır yaşadığın mahalle kayıp gidiyor elinden. Sen sadece hüzünle izliyorsun bu gidişi…

Nilüfer çiçeği!

Nilüfer çiçeği bataklıkta açan bir çiçek. Sadece orada hayat buluyor ve günde bir kez açıyor. Katillerin, katliamı yapan canlı bombaya yakıştırdığı çiçeğin özgürce açabilmesi için öncelikle suni bataklıklar kurutulmalı. Nilüfer çiçeği bulur kendine açacak doğal bir yer; katillerle özdeşleştirilmediği zamanlarda…

O çocuklar büyüyecek…

Ülkemize gelen mültecilerle birlikte bir zamanlar ‘neşe içinde bayramını’ kutlayan dünün çocukları, bugünün ırkçıları oldu. Savaştan kaçıp çoluk çocuk Avrupa kapılarına dayanan mültecileri ‘İstemezük’ diyerek geri göndermeye çalışıyor ileri medeniyet!