Ana SayfaYazarlar12 Eylül’den 15 Temmuz’a…

12 Eylül’den 15 Temmuz’a…

 

Hikâye bu ya; ormanda büyük bir yangın çıkmış içindeki hayvanlar canlarını kurtarma derdine düşmüşler. Nehir kenarına gelen kaplumbağa tam suya girecekken yanına bir akrep gelmiş, “Kaplumbağa kardeş beni de sırtına al, yoksa burada yanarak öleceğim.” Kaplumbağa kendisinden yardım isteyen akrebe bakarak “Seni sırtıma alırsam beni sokarak öldürürsün” demiş. Akrep bu söz üzerine şöyle cevap vermiş: ”Seni sokarsam seninle birlikte ben de boğularak ölürüm.” Buna ikna olan kaplumbağa, akrebi sırtına almış ve nehre girmişler. Nehrin tam ortasına geldiklerinde akrep, kaplumbağayı boynundan sokmuş. Zehirden ölmek üzere olan kaplumbağa “ne yaptın” der gibi acı içinde bakmış… Akrep cevap vermiş. “Ne yapayım yaradılışım bu…”

 

Daha dün gibiydi; bundan 36 yıl evvel bir 12 Eylül sabahı babamın otobüsünün muavinliğini yapıyordum. O gün Rize’nin haftasıydı, otobüs doluydu. Zincirli köprü önünde otobüsün yolunu kesti askerler. “Sokağa çıkma yasağı var, köyünüze dönün…” Yıllarca acıları, yıkımları süren askeri darbenin olduğunu duyduğumda 15 yaşımdaydım. Darbenin olduğunu duyduğum yerin, 36 yıl sonra kendisine darbe yapılmaya kalkışılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın köyüne giden Potomya deresinin kavşağında olması, hayatın ayrı bir ironisi sanırım…

 

Köye döndükten sonra çocukluk arkadaşım Mustafa’nın evine gittim. Yanımıza biraz katık ekmek ve kitaplarımızı aldık… İştoz diye dağda bir arazimiz vardı. O arazinin içine tahtadan yapılan “Palsa” dediğimiz kulübeye geldik. Kitapları naylonlara sararak ceviz ağacının altına gömdük. Belli olmasın diye üzerini yaprakla örttük. Üç gün sonra o palsadan büyüklerimiz gelip aldı bizi…

 

Kişisel hikâyemde darbelerin benim dağda olmamla olan ilgisi belki tesadüf… 15 Temmuz alçakça darbe girişimi sırasında yine bir dağdaydım. Kaçkarların zirvesine yakın bir yerde 2400 metrede bulunan Yukarı Kavrun yaylasına gelmiştim dayıoğluyla. Masalsı bir geceydi 200 metre ilerimizde kar, hemen üstümüzde dolunay ve yakınımızda akan bir dere vardı. Gerçek olamayacak kadar masalsı bir gecede telefonlarımız çekmiyordu ve bu durum umurumuzda değildi. Dışarda üşüdük, kuzinanın başına geçtik. Tulum çaldı bize yemek veren yerin sahibi. Vakit o şekilde akıp gitti. Gece 22.00 gibi o güzelliği ardımıza bırakıp yayladan inmeye başladık. Ayder’e geldiğimizde telefonum çaldı. Arayan bir arkadaşım darbe olduğunu söyledi. Benden bilgi almak istiyordu ve benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken diğer arkadaşlardan telefonlar gelmeye başladı. Bu telefonlar üzerine ne olduğunu anlamak için tanıdığım ve telefon numarası kayıtlı tek vekil olan dostum Markar Esayan’ı aradım. Markar, “Bana darbe girişimi olduğunu, Cumhurbaşkanı’nın halkı sokağa çağırdığını anlattı…” O an anladım vahametin büyüklüğünü.

 

Ambulans şoförlüğü yapmış olan Halil, son sürat dağdan şehir merkezine inerken, emniyet kemerini bağlayıp, sağ ayağımla olmayan frene basmaktan başka bir çarem yoktu. Rize şehir merkezine vardığımızda gece bire yaklaşıyordu. Cumhuriyet meydanı giderek artan bir kalabalıkla darbeye karşı olduğunu bağırıyordu. Etrafta asker yoktu, birkaç sivil polis gördüm. Camilerden selalar okunmaya başlandı. Selanın, Cuma ve cenazeler dışında okunduğuna ilk kez tanık oldum. O gece öğrendim ben de sela aynı zamanda toplanma çağrısıymış, etkili de oldu. Rize’nin köyleri aktı geldi, Cumhuriyet Meydanı’na…

 

O gece sabaha kadar insanların üzerine ateş etmekten çekinmeyen, Meclis’i bombalayan darbeci hain alçaklara karşı ülkelerine ve sivil iktidara sahip çıktığını gösterdi meydanda toplananlar. Aralarında yedi yaşında çocuklar da vardı, yetmiş-seksen yaşında dedeler ve nineler de… Hangi düşüncede olduklarının önemi yoktu, tek amaç aslında kendi vatanları hiçbir zaman olmayan darbeci alçakları geri püskürtmekti. Bedenleriyle karşı koydular bu hainliğe. Memleketin bütün şehirleri gibiydi Rize. Ağır bedel ödedi, İstanbul ve Ankara’da darbeye karşı koyan halk. Darbecilerin amaçlarına ulaşmak için alçaklıkta sınır tanımadıklarını da gördük bu darbe girişiminde…

 

Bir ara kalabalıktan çıkıp arkada bir yerde sigara içmek istedim. Birkaç kadın vardı hemen yanımızda. Tam sigara yakacaktım ki içlerinden genç bir kadın “Burada sigara içmeyin rahatsız oluyoruz” dedi. Dayıoğlu Halil, “Burası açık alan, nasıl rahatsız olacaksınız” deyince kadın, “Hamileyim, midem bulanıyor” diye cevap verdi. Dayıoğlunu kolundan çektim, daha uzak bir yerde içtik sigaramızı…

 

7 Şubat’tan başlayıp, 17-25 Aralık kansız darbe girişimlerine kalkışan Paralel Yapı, en sonunda bir akrep gibi kendini sokacak intihar girişiminde bulundu. Bu girişimde halka ve bu ülkeye kısa sürede yaptıklarına bakacak olursak başarılı olmaları halinde olacakları düşünmek dahi istemiyorum. Bu ülke belki de hiçbir zaman onların gerçek anlamda vatanı olmadı. İktidarlarını kaybettikçe, bir zamanlar iktidar yolunda yürürken, önlerine taş olan insanları soktukları gibi, son bir kalkışmayla kendilerini soktular. Ve bir genç kadın, karnındaki bebeğin geleceği uğruna koştu geldi meydana, memleketine sahip çıkma adına… Ve o kadının darbeye karşı dik duruşunu gördükten sonra bu ülkenin aydınlık geleceğine karşı umutlarım arttı biraz daha… Her zaman kötüler kazanamaz, bu kez iyiler kazandı. Memleketin darbeler yaşamış yakın tarihinde 16 Temmuz sabahı son nokta olsun…       

- Advertisment -