Halil Berktay

Hafıza Köşkü, ya da insan ruhunun direnişi

Ve sonra yedi saat boyunca karanlıkta yalnız kalıyor. Uyuyamıyor ve kımıldayamıyor; kederi ve kasvetiyle başetmek için odasını anılarıyla kalabalıklaştırıyor; deyim yerindeyse, hayatının şu veya bu dilimini insanlarıyla birlikte yanına çağırıyor ve onlara dair bir vinyet, bir hikâye kuruyor kafasında. Ertesi sabah teype okuyor veya asistanına dikte ediyor. Kitabın 25 küçük anlatısı böyle oluşuyor.

Cohn-Bendit anlatıyor (2) Kitle hareketinin kazanımlarını, seçimler ve yasalar tahkim eder

“İlk defa kırk yaşımda oy kullandım, Hesse eyaleti Yeşiller Partisi için. İş oraya geldiğinde, toplumsal hareketlerin de gelgit yasalarına tâbi olduğunu öğrenmiştik artık: sular önce yükselir, ama sonra durulur ve geri çekilir -- ve herkes ağır surette depresyona girer. Seçimler ve partiler değişimlerin yasalarla koruma altına alınması açısından önem taşıyor.”

Cohn-Bendit anlatıyor (1) De Gaulle Almanya’ya kaçmıştı

  Nisan ve Mayıs hiç yazamadığım aylardı. Hem iş çokluğundan, hem de ortama bakıp içim sıkıldığı, elim varmadığından. Fransa’da Mayıs 1968’de patlak veren --...

Sorular (2) Amerika ne yapmalı?

Dünya tarihçiliğinde bir ekol, insanlığın geleceği açısından geçmiş imparatorluklara bakıyor ve meselâ Perslerden veya Roma’dan dersler çıkarmaya çalışıyor (burada, Osmanlı tecrübesini gündeme getirmek açısından belki bir fırsat söz konusu, ama hatırı sayılır bir zihinsel çevikliğe ve eski klişelerden kopmaya ihtiyaç gösteriyor). Fikir şu: “yeni dünya düzeni” olacaksa da, mutlak eşitlikçi ve çoğulcu olmayacak; her şeye rağmen bir ağırlık merkezine, modifiye edilmiş bir emperyal birleştiriciliğe ihtiyaç duyacak.

Sorular (1b) Türkiye nereye (darbe sonrasından günümüze kadar)

Bütün eşitsizlikleriyle birlikte, son tahlilde özgür, çünkü sonucu belirsiz bir seçim yaşıyoruz. Böyle bir döneme girdik (ve bunu Batının da anlaması, idrak ve kabul etmesi lâzım). Bu da Türkiye demokrasisinin yeni bir olgunlaşma aşaması. Demokratik siyasetin eskime ve yenilenmelerine, halk desteğinin azalma ve çoğalmalarına, oylarının düşmesi ve çıkmasına, bütün diğer fânî partiler gibi AK Parti de tâbi. Kendi tarihî eylemiyle normalleştirdiği Türkiye’nin normal siyasasında, normal bir siyasî parti olarak, demokrasinin kaçınılmaz döngülerini yaşıyor ve yaşayacak. Bundan da korkmayacak. Buna alışacak, asıl bunun tadını çıkaracak.

Sorular (1a) Türkiye nereye (2002’den 2016 darbe girişimine kadar)

AKP’nin 2002’den bugüne uzanan tarihî başarısı: Türkiye’nin politika sahnesi ile sosyolojisi arasındaki uyumsuzluğu gidermesi; çok daha temsilî ve demokratik bir siyasî hayat olanağı yaratması. Buna karşılık liderliğinin 15-16 Temmuz girişiminden hem bir zaferle, hem sürekli bir düşmanlık, tehdit ve kuşatma algısıyla çıkması. Daha 2002’den beri maruz kaldığı devirmeci muhalefet biçimlerinin sonunda zehirli meyvalarını verip, AKP liderliğini aşırı defansif bir mantalite ve bir “beka” dâvâsına kapandırması.

Tartışmalar

Diyelim ki toplumun bütün alt-kimlik ve aidiyetlerinden derlenmiş böyle beş yüz kişiyi biz de bir salonda topladık; bir konu seçtik ve mikrofonu dolaştırdık; en fazla üç dakika konuşacak, sadece kendi görüşlerinizi dile getirecek ve kimseyle polemik yapmayacaksınız dedik... Kim, buna ne kadar uyar? Hoşlanmadığı fikirlere, nereye kadar tahammül gösterir?

Anılar

Nerede durduğum son derece netti o yıllarda. Sosyalizm ve millî kurtuluş mücadeleleri kampında yer alıyordum. Öte yandan, benimkisi salt düşünsel bir partizanlıktı. Amerikan vatandaşı değildim, dolayısıyla en ufak akademik başarısızlıkta (veya mezuniyetten sonra) öğrenci tecilimi yitirip Vietnam’a gönderilme tehlikesi yaşamıyordum.

Elli yıl sonra

Ağır nostaljiydi velhasıl. Yer yer schmaltz, ister istemez. Herşey bitti; kucaklaştık, ayrıldık. 55. Yıldönümümüzde, yani beş yıl sonra kaçımız geri döneriz acaba?

Amerikan siyaseti üzerinden, cephe ve ittifak sorunları

“Siyasette ehven-i şer tavrı, şu dehşet verici Trump rejimiyle mücadele uğruna, kendi elleri kanlı olan, ya da orta gelir düzeyindeki çalışan halkın çektikleri karşısında gösterdikleri kayıtsızlık aksi takdirde pekâlâ ilerici politikaları destekleyebilecek olan bu insanların yabancılaştırılmasında önemli bir oynamış bulunan politikacılara sarılmamıza yol açarsa, bu iş nereye varır?”

“Normal”e dönüş

Sonunda, en ufak risk alıcı cesareti olmadığı gibi (meselâ parlamenter sisteme dönmek tarzında) hiçbir alternatif fikir ve program da formüle ve telâffuz edemediği artık iyice ortaya çıkan Abdullah Gül dahil, herkes aslına rücu ediverdi.

Tuhaf ifadeler

İzleyenler farkındadır; Cengiz Kapmaz aylardır, Türkiye’nin bir tarafta Rusya, İran ve Esad rejimi, diğer yanda ise ABD ve Batı koalisyonu arasında “fayda odaklı denge siyaseti” adını verdiği bir çizgi izlediğini söylüyor ve aynı zamanda bu çizgiyi kuvvetle savunuyor.

Karamsar yazı (1) “Batıralım ve bitirelim” mi?

18 Mart gecesi yayınlanan Serbestiyet programında kullanmışım bu ifadeyi: “Kaldırdığınız taşı sürekli kendi ayağınıza düşürmekten bıkmadınız mı? Irak müdahalesi bir felâket oldu. Suriye bir felâkete dönüştü. Şimdi İran’ı mı istikrarsızlaştıracaksınız?”

Yörünge dergisiyle sohbetler (4) Batı çökebilir mi? İslâmiyetin alternatifi var mı?

Yayın hayatına son aylarda atılan Yörünge dergisi adına Hande Yücel Kondu’nun, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerinin giderek kötüleşmesinden, hattâ genel olarak “Batı medeniyeti”nin sorgulanır olmasından hareketle, benimle bir dizi röportaj yaptığını söylemiştim. Derginin Mart 2018 tarihli 6. sayısında (s. 64-79) yayınlanan dördüncü ve son bölümünü de aşağıda (gene kendi seçtikleri başlıkla) Serbestiyet okurlarına sunuyorum.

Olabilirliğin sınırları

Batı Avrupa’nın Atlas Okyanusu’na sahildar ülkeleri gibi Osmanlılar da düzenli gidip gelebilecek miydi... diyelim Jamestown veya Roanoke ile İstanbul arasında? “Konya’nın Karaman ovası”nın köylü ve timarlılarını, ya da Ege’nin Yörüklerini, Rumeli ve Girit gibi Amerika’ya da mı “sürgün” ve iskân edeceklerdi ki, Virginia Virginia değil Osmaniye, Pennsylvania Pennsylvania değil Ahmediye, North ve South Carolina da Kuzey ve Güney Hürremiye olsun?

“Üstün medeniyet” kavgalarında, geçmişin ve bugünün sahte bilimi

Şimdiki iktidar konfigürasyonunun da kendi ucuz fırsatçıları var, bu cereyanın sırtından yükselmeye çalışan. “Biz”in tanımı değişti tabii; Türklük değil Müslümanlık veya Osmanlılık oldu. Ama gene bir “medeniyet” sorunu var, kimlik ve büyüklük arayışının merkezinde. Gelin görün ki, buradan yayılan popülizm ve sansasyonalizmden Celâl Şengör de nemalanıyor.

“İnsancıl koridor”

Söz Nagorno Karabağ trajedisine geldiğinde, “biz hiçbir şey yapmadık ki,” diyebilmişti; “sadece bir koridor açtık, buyurun dedik ve çıkıp giden kendileri oldu.”

Guernica 1937, Guta 2018

Guta günümüzün Guernica’sı. Kim farkında? Dünya gene görüyor, görmesine. Ama bir Picasso’su da yok Suriyeli Müslüman Arapların. Ve kimse kılını kıpırdatmak istemiyor.

Recep Peker de mi rol modeli?

Düşünün: Tek Parti geleneğinden çok çekmiş bir merkez-sağın temsilcisi, CHP’yi o Tek Parti geleneğinin doruğundaki en ceberrut genel sekreterden kopmakla suçluyor. İyi de, söz konusu gelenekten kopmamakla eleştirmiyorlar mıydı yakın geçmişte? Dersim, örneğin, ya da Kürt sorunu, hep bunun bir parçası değil miydi?

Siyaset karşısında tarih (ve tarihçinin asıl sorumluluğu)

Polonya ve Hollanda örneklerinde, hemen hiç kimse, özgürlükçü bir anlayışı seslendirmedi. Siyasetin asla tarih alanına tecavüz etmemesini; devletlerin resmî tarih savaşlarına girmemesini; tarih (ve dolayısıyla bilim) alanına giren bütün konuların, “millî çıkar” ne olursa olsun, genel düşünce ve ifade özgürlüğünden sonuna kadar ve hiç ikirciksiz yararlanmasını savunmadı.

Rusya’da demokrasi ve demokratlık (3)

Şimdiye kadar anlattığım çerçevede, hangi niş ve kovuklarda arayacağız Rusya’nın 20. yüzyıl demokratlarını? Gene de, bütün kusurlarıyla birlikte, sözünü ettiğim dört beş demokratikleşme denemesinin başını çekenler arasında. Eksiklerine karşı çıkanlar; sona ermesine direnenler arasında. Otorite ve diktatörlük kültürlerine, ne olursa olsun iktidar şehvetine kapılıp sürüklenmeyenler arasında. Kırılan, kendini çeken, itilip kakılan ve unutulanlar arasında.

Rusya’da demokrasi ve demokratlık (2)

Evet, bazı reformlar gerekli, ama çığrından çıkmasın. En önemlisi, her şey Komünist Partisi’nin denetiminde ve emir-kumanda zinciri çerçevesinde cereyan etsin. Anarşiye meydan vermeyelim; özgürlük ve demokrasi hevesleri, o kadar özenle kurup bugünlere getirdiğimiz şu “uluslararası sosyalist sistem”in orasına burasına sıçramasın.

Rusya’da demokrasi ve demokratlık (1)

Kısmen bloksuzlaşmış bir Türkiye’nin, zaman zaman ABD ve/ya AB’ye alternatif olur mu diye baktığı Rusya’nın yakın tarihinde, demokrasi dönemi diye ne var ki, demokrasinin zigzagları, içinde demokrat duruş ve davranış diye bir şey sivrilebilsin? Ayrı bir soru, bazı göreli ve kısa süreli demokrasi denemelerinin nasıl sona erdiği, yerlerini neyin aldığı. İşin burası, belki bütün dünya açısından önemli bazı tarih derslerini de barındırıyor.

Katı gözüken her şey, artık iyice buharlaşırken

24TV’de Pazar akşamları yayınlanan “Serbestiyet” programımızda, kimbilir kaç aydır dünyanın çok değiştiğini; ideolojik çatı ve blokların dağıldığını; iyi, sağlam ve/ya güvenilir müttefik diye bir şey kalmadığını; ister sağın, ister solun eski ahlâkî üstünlük iddialarının yokolduğunu; neredeyse herkesin hem yüzer gezerleştiğini, hem amoralleştiğini (ahlâkdışı, ahlâkı yok sayan pozisyonlara yöneldiğini) anlatmaya çalışıyordum.

Yörünge dergisiyle sohbetler (3) Hangi medeniyeti arıyoruz? Nerede, nasıl bulabiliriz?

Yayın hayatına nisbeten yeni atılan Yörünge dergisi adına Hande Yücel Kondu’nun, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerinin giderek kötüleşmesinden, hattâ genel olarak “Batı medeniyeti”nin sorgulanır olmasından hareketle, benimle bir dizi röportaj yaptığını söylemiştim. Derginin Ocak 2018 tarihli 4. sayısında (s. 70-79) yayınlanan üçüncü bölümünü de aşağıda (ve gene kendi seçtikleri başlıkla) Serbestiyet okurlarına sunuyorum.

Putin ve Stalin

Putin halen Birleşik Rusya partisinin mutlak hâkimi. Partisinin adı çok şey söylüyor zaten. Sosyalizmin yerini ulusal birlik ve büyüklük almış. Vladimir Vladimiroviç Putin, katıksız bir Büyük Rus milliyetçisi. Stalin de Rusya’yı büyük ve güçlü kılan tarihî şahsiyetlerden biri, belki en önemlisi. Demokrasi ve özgürlük de neymiş? Önemli olan otorite, kuvvet, istikrar, birlik ve beraberlik. Stalin’in şahsında Stalingrad zaferi öne çıkıyor; başka herşey unutuluveriyor.

Tarihsel düşünmek (3) Nereden “bizim medeniyetimiz” oluyor?

Yoksa İslâm İmparatorluğu da cep telefonları ve İHA’lar sayesinde mi kuruldu? 1396’da Niğbolu’da Yıldırım Bayezid, kale duvarlarının dibine gelip “Doğan... Bre Doğan” diye bağırdı mı, yoksa otağında cep telefonunu çıkarıp kale komutanının numarasını mı tuşladı? 1453’te II. Mehmet, İHA’lar sayesinde mi keşfetti Kerkoporta’nın açık kaldığını? Ya da 1683’te Viyana önlerinde, en son Belgrad’daki baz istasyonunun kapsama alanının dışına çıkmaları mı Merzifonlu’nun cep telefonu haberleşmesini kesintiye uğrattı?

Tufan vesilesiyle, tarihsel düşünmek (2) Demir, nükleer ve embryo sorunları

Sular çekildikten ve herkes karaya çıktıktan sonra... nasıl büyütmüşler bu embryoları? Gene de bir “taşıyıcı anne” sorunu yok mu? Gemiye canlı hayvan almadıklarına, daha önce mevcut bütün yaratıklar ise tufanda öldüğüne göre, embryoları rahmine yerleştirecekleri “taşıyıcı anne”leri nerede bulmuşlar? Yoksa hepsi laboratuarda mı büyümüş o canlıların? Meselâ bir Petri kabından bir fil mi çıkmış?

Nuh ve Tufan vesilesiyle, tarihsel düşünmek (1)

Ben hâlâ dokuz yıl boyunca yaptığım gibi bir lisede ders veriyor olsam, doğrusu bunu dahi, yani Yavuz Örnek’i dahi ilk ağızda prensip olarak ciddiye alır (zırva deyip geçmez); öğrencilerime bir egzersiz olarak verir ve en azından şunları sorar, çalışıp araştırmalarını, komple cümlelerle cevap hazırlamalarını ve gelecek derse öyle gelmelerini isterdim...

Post-truth (gerçek sonrası) 2: bağımsız yargı ve Osman Kavala

Bu yazıya aşağıdaki ilk iki üç paragrafla başladım, yarısını yazdım ve sonra çok kötü hastalanıverdim. Günlerce hiçbir şey yapamadım, okuyamadım, cevaplayamadım, (jürilere dahi) katılamadım. Ne emaillerime bakabildim, ne de çoğu zaman cep telefonuma. Ancak şimdi, ucundan köşesinden gerçek hayata dönerken, önümde bekleyen iş yığınları karşısında, bari önce bunun gibi yarım kalmış şeyleri bitireyim diyorum.