Halil Berktay

Post-truth (gerçek sonrası) 2: bağımsız yargı ve Osman Kavala

Bu yazıya aşağıdaki ilk iki üç paragrafla başladım, yarısını yazdım ve sonra çok kötü hastalanıverdim. Günlerce hiçbir şey yapamadım, okuyamadım, cevaplayamadım, (jürilere dahi) katılamadım. Ne emaillerime bakabildim, ne de çoğu zaman cep telefonuma. Ancak şimdi, ucundan köşesinden gerçek hayata dönerken, önümde bekleyen iş yığınları karşısında, bari önce bunun gibi yarım kalmış şeyleri bitireyim diyorum.

Dış mihraklar, kökü dışardalar

IKBY’den sonra İran’da da halk sokağa döküldü. Yok pahalılıkmış, yoksullukmuş, baskılarmış. Neyse ki en üst iktidar mercii olan Dinî Lider konumundaki Ayetullah Ali Hameney, eylem dalgasının ardında “İran’ın düşmanları”nın olduğunu açıkladı. Venezuela, Rusya, Çin ve tabii Kuzey Kore deseniz, zaten öteden beri emperyalizmin ve dış komploların hedefi.

Bir mantık sorunu

Birileri netleştirelim, kesinleştirelim diyor. Diğerleri, zaten dediğimiz o ama hayır, netleştirmeyelim, kesinleştirmeyelim, böyle kalsın diyor. Dahası, ısrar ettiğinize göre darbe hesaplarınız var diye saldırıya geçiyor. Özetle, yazılı metinde düzeltme istemeyi, gelecek darbelerin işini kolaylaştırmaya çalışmakla suçluyor._x000D_ _x000D_

Burhan Kuzu’dan bir taksi şoförüne

Burada çok kritik bir husus, 15 Temmuz’un “devamı” için herhangi bir sürenin belirtilmemesi. Kanun tekniğinde böyle bir belirsizlik olamaz -- olmaması gerekir. Peki, bu kadar yalanlamayla birlikte, neden düzeltmiyorlar? Gerçekten geleceğe dönük bir tasavvur mu söz konusu? _x000D_ _x000D_ _x000D_

Yörünge dergisiyle sohbetler (2) İtiraz yeterli mi? Batı öncesi bir dokunulmazlık mı?

Yayın hayatına yeni atılan Yörünge dergisinin, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerinin giderek kötüleşmesinden, hattâ genel olarak “Batı medeniyeti”nin sorgulanır olmasından hareketle, benimle bir dizi röportaj yaptığını söylemiştim. Derginin Aralık 2017 tarihli 3. sayısında (s. 48-62) yayınlanan ikinci bölümünü de aşağıda (ve gene kendi seçtikleri başlıkla) Serbestiyet okurlarına sunuyorum. _x000D_ _x000D_ _x000D_

Yörünge dergisiyle sohbetler (1) Batı sorunu: tarihsel arkaplan

Yayın hayatına yeni atılan Yörünge dergisi, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerinin giderek kötüleşmesinden, hattâ genel olarak “Batı medeniyeti”nin sorgulanır olması ve “bizim medeniyetimiz”e dönük arayışların yoğunlşmasından hareketle, benimle bir dizi röporatj yaptı. Derginin Kasım 2017 tarihli 2. sayısında (s. 48-62) yayınlanan ilk bölümünü, kendi seçtikleri başlıkla, aşağıda Serbestiyet okurlarına da sunuyorum. _x000D_ _x000D_

Hep böyle miydik?

İçinde yaşadığımız büyük dünya düzensizliğinde, Amerika’nın zayıflayan yerçekiminden çıkıyor gibi olan Türkiye ve benzeri ülkeler, “dış uzay”a savrulmadan, daha stabil bir konumu nerede yakalayabilir? Son birkaç yılıyla AKP, çok mu farklı, geçmiş sağ iktidarlardan? Yoksa 2002-2011 yılları asıl “beni” mi farklı kıldı?

Sınırsız, kıyısız, “fayda”sız düşünmek

Ha Auden’ın, şiire asla burnunu sokmaması gereken işadamları; Wordsworth’un, bize nefsimizi tükettiren alım satım işleri; bir zamanlar Erdoğan Berktay’ın sözleriyle, devletin ve piyasanın baskısı, cenderesi... Ha güncellik (“kendimizi çok fazla kaptırdığımız dünya işleri”nin bir başka şekli). İdeoloji. Siyaset. Parti çizgisi. Devlet çizgisi. İktidar çizgisi. Muhalefet çizgisi. Beka çizgisi (millî ve yerli). Medeniyet çizgisi._x000D_ _x000D_

Tüy dikti

Delinin biri kuyuya bir taş atar; kırk akıllı çıkaramaz._x000D_ _x000D_

Hangi BBC?

Herhalde beğendiremediğim cevap: Hayır, gerçi ben OHAL’in artık kaldırılmasından yanayım, ama bu uğurda herhangi bir yürüyüş veya protestoya katılacağımı sanmıyorum. Çünkü genel duruşum böyle; bir süredir bütün sokak gösterilerine, yürüyüşlere, protestolara prensip olarak katılmıyorum._x000D_ _x000D_

Hangi Batı?

Atilla İlhan’ın “Hangi” dizisi vardı bir zamanlar. Hangi Sol, Hangi Atatürk, Hangi Küreselleşme, Hangi Laiklik... Yarı sol, yarı Kemalist bir gençlik kültürü için basit duruş reçeteleri üretmeye çalışıyordu. Biri de “Hangi Batı” başlığını taşımaktaydı._x000D_ _x000D_

Hayır, “özlemle” anmadım ve anmıyorum

Saygı duymasına duyuyorum, kuşkusuz. (Enver gibi Orta Asya’da olmadık Turancı hayaller peşinde koşacağına) fizibilitesi olan biricik mütevazi savunma projesinin başına geçip, yokolma noktasına gelmiş bir istiklâli yeniden tanımlama ve pekiştirme diye tarif edebileceğim tarihî eylemine saygı duyuyorum. Ama etrafında inşa edilen kişi kültünü sevmiyor ve o “devrimci diktatörlük” dönemini asla aramıyorum.

Post-truth (gerçek sonrası) 1

Diyelim sahilde dizlerime kadar suya girmişim; biraz durup denizi seyretmek istiyorum. Ansızın, nereden çıktığı belli olmayan dalgalar patlıyor üstümde; ayaklarım yerden kesiliyor, sular çekilirken ben de dipteki ters akıntıyla açıklara sürükleniyorum. Çırpınıyorum, satha çıkabilmek için. Boğulacak gibi oluyorum._x000D_ _x000D_

Komplo teorileri (mi)

Geçtiğimiz (22 Ekim) Pazar akşamı, “Serbestiyet” televizyon programında da söylemiştim; bazı şeyleri artık izah edemeyecek noktaya geliyorum. AK Parti iktidarı kendisine daha ne kadar zarar verebilir? 2002-2012 arasında on yıl boyunca izlediği çizginin bütün olumluluklarıyla daha ne kadar ters düşebilir? Kendisine yabancı daha hangi söylemleri benimseyip kullanabilir? _x000D_ _x000D_

Brutus’un şerefi

Çok, çok önemli bağlantıları vardı; görünce şaşacak, diyecek hiçbir şey bulamayacaktık. Kâh casustular, kâh terörist. Harita başında eylem planlamış, Türkiye’yi bölüp paylaştırmayı tasarlamışlardı._x000D_ _x000D_ _x000D_

Elma dersem çık, armut dersem çıkma

Üst akıl, üst akıl... Nerede bu, bize düşman olan ve herşeyi yöneten bu üst akıl? Dışarıda mı, yoksa Türkiye’nin içinde mi?

Katılmadıklarım

Eleştirmek “devlet aklına, ülkeyi yöneten siyasilerin aklına hakaret” olabilir mi? İktidarın gerek Kürtler, gerek belediyeler, gerekse ABD ile ilişkiler konusunda güttüğü politikalara (mealen) hepsi doğru; kabahat hep ötekilerde diye bakılabilir mi?_x000D_ _x000D_

İşsiz öğretim üyeleri, geçersiz diplomalar

Yukarıdaki ilâna iyi bakın. Bir sivil toplum kuruluşu eleman arıyor. Ama bazı üniversitelerin mezunlarının başvurmaması gerektiğini peşinen duyuruyor. Kısacası, bu yüksek öğrenim kuruluşlarının geçmişte vermiş olduğu diplomaları, kendi kafasına göre geçersiz sayıyor. Münferit bir olay mı? “Dar çizgi”nin türevlerinden mi?_x000D_ _x000D_ _x000D_

Neyi anlatamadım

Muş Alparslan Üniversitesi’nden, sağolsunlar, yeni akademik yılın açılış dersini vermeye çağırdılar. Böyle dâvetler karşısında, vakit sorunu bir yana, sadece inandığım, önemsediğim ve gerçekten söylemek istediğim bir şeyin olup olmadığını düşünüyorum. _x000D_ _x000D_

Sözde

Unutmadım; “yanılmazlık yanılsaması”nı yazacağım gene. Ama şimdilik, sözdeci medyamızın sözde haber ve sözde yorumlarından, bu sözde kırıntıyı kabul buyurun.

Şimdi İran ve İbadi, Barzani’den daha mı yakın?

Ve ne pahasına? İçerde Devlet Bahçeli’nin herhalde can havliyle, kendi küçülmeye mahkûm MHP’sinin parçalanmasını önlemek için medet umduğu, çağını şaşırmış, en ufak bir gelecek vâdetmeyen ırkçılık ve saldırganlık söyleminin kuyruğuna takılmak pahasına. Dışarda ise aynı derecede dar ve kısa vâdeli kalması kaçınılmaz taktik yakınlaşmalar pahasına.

Geri dönerken

Bence sorun “metal yorgunluğu” değil; doğrudan doğruya bir çizgi sorunu. Bir zorunluluk da değil; bir tercih sorunu. Hemen bütün büyük çizgi mücadelelerinde olduğu gibi, şimdiki durumun da şahinleri ve güvercinleri oluştu. Şahinlerin pozisyonu realite değil, kaçınılmazlık değil. Kendi konumlarının da bağlı olduğu bir sübjektivite.

Büyükada ve Yıldıray Oğur

On insan hakları aktivistinin katıldığı Büyükada toplantısından bir komplo, kaos planı, terör ve casusluk örgütü çıkarma çabalarına nasıl baktığımı, 23 ve 25 Temmuz tarihli son iki yazımın en azından giriş bölümlerinde oldukça net bir şekilde dile getirmiştim.

Kederlerimin krallığında

Güncel notlar: İnsan hakları aktivistlerinin tutuklanması ve medyada açılan “şer odağı - kaos toplantısı - 24 Temmuz komplosu - casuslar - ajanlar - provokatörler” kampanyası, Almanya ile ilişkileri (şeklen sürdürülen kuyruğu dik tutma retorikleri bir yana) Türkiye’nin altından zor kalkabileceği bir noktaya getirdi. Vahim bir yalnızlık oluşuyor, biz ne dersek diyelim. Parti liderliğinde bir endişe uç veriyor mu acaba? “Fazla ileri gidildiği” hissi doğuyorsa, uçurumun kıyısından nasıl dönülecek?

Devrim, darbe, demokrasi

Güncel notlar: Muktedir medyada, insan hakları savunucularını karalama yayınlarını hayretle izliyorum. En ufak bir kanıt yok. Sadece şu mantık var (buna mantık denebilirse): “İnsan hakları ihlallerine ilişkin raporlar hazırlıyorlar; [öyleyse] muhalif çevrelerle ilişki içindeler; [öyleyse] dış dünya ile de irtibatlılar; [öyleyse] kitlesel muhalefet zeminini genişletip hükümeti devirmeye yönelik bir casusluk komplosunun içinde yer alıyorlar.”

15 Temmuz’a ilişkin bazı temel soru ve sorunlar

Güncel notlar: İnsan hakları savunucularının gözaltına alınması ve tutuklanmasına; günlerce OHAL’i de aşan uygulamalara maruz bırakılmasına; hükümet medyasınca rastgele kriminalize edilmesine toptan karşıyım. Terörle ve terörist örgütlerle ilişkilerine dair en küçük bir delil olmadığı kanısındayım. Almanya ve Avrupa ilişkilerimizin tamamen bozulmasını büyük bir endişeyle izliyorum. AK Parti’nin yaptırdığı söylenen bir ankette, AKP tabanında Adalet Yürüyüşü ve mitingine desteğin yüzde 35, Türkiye’de adaletsizliğin yoğun olarak mevcut olduğu kanaatinin ise yüzde 50 çıkmasını ise çok ilginç buluyorum. Bunları kaydediyor ve 15 Temmuz’u yazmaya devam ediyorum.

“İki Türkiye”yi aşma çabasında, 15 Temmuz’a ilişkin entelektüel bir konsensüs arayışı

Herkes darbeye de, FETÖ’ye de karşı mı gerçekten? Bir kısım sol aydınlarda veya üst düzey CHP’lilerde, “elbette karşıyız”ı görüyor ve duyuyorum da, kendi insiyatifleri ve sözcükleriyle, tam olarak ne olduğuna dair özerk bir anlatıya, kendi bağımsız darbe ve FETÖ tahlillerini rastlayamıyorum. AK Parti kanadı ise belirli klişeler üzerinden daha çok duygulara sesleniyor. Her iki tarafta, öncelikle akla hitap eden, analitik, soğukkanlı -- ve bu özellikleri sayesinde birleştirici bir 15 Temmuz “güncel tarih” anlatımı bulamıyorum.

Hem 9, hem 15 Temmuz (ya da, “her iki Türkiye”yi kucaklamak)

Evet, CHP’nin Adalet Yürüyüşünün “provokasyon” diye suçlanmasını fevkalâde yanlış bulduğum gibi, daha birçok eleştirim de var zaten AKP iktidarına. Ama bu eleştirileri sürekli dile getiriyor olmam, 15 Temmuz darbesinin yenilgisini ve halkın direniş zaferini yürekten kutlamama engel olabilir mi? Bırakalım kutlamayı. Benim bir vatandaş ve bir tarihçi olarak, 15 Temmuz’un doğrusunu anlatmak diye bir sorumluluğum yok mu, icabında dünyaya karşı?

Sıra Türkiye’de; kendi ahlâkını şiddet yetkisine dönüştürenlerde

Ne demek, “toplumdan gelen yaygın tepkiler”in, kamu makamlarını anayasal bir hakkın kullanılmasını yasaklamaya sevkedebilmesi? LGBTİ yürüyüşüne karşı alınan tavrın, krikette Pakistan’ı tutan seyircilerin tutuklanmasından, ya da Hinduların Müslümanları sığır eti yiyor diye linç etmesinden, ya da sokakta kılığını dekolte bulduğun kadını bıçaklamaktan ne farkı var? Hepsinde ortak yan, kendi inancı ve/ya değer yargılarını mutlak doğru saymak; başkalarının özgürlüğünün başladığı yeri yok saymak; kendi özgürlüğünün orada bitmesi gerektiğini kabul edememek.

Yer kavgası mı, din kavgası mı?

Bu sefer sahne, ülkenin kuzeyindeki Haryana eyaletinde yerel bir tren. Tarih 22 Haziran Perşembe (tesadüf, Hindistan-Pakistan kriket maçından sadece dört gün sonrası). Dört genç Müslüman kardeş, yaklaşan Ramazan Bayramı için şehre inip alışveriş yapmış, evlerine dönüyor. Yirmi kişilik eli bıçaklı bir Hindu grubunun saldırısına uğruyorlar. 15 yaşındaki Junaid Khan (Cüneyd Han) bıçaklanıp öldürülüyor. Üç kardeşi yaralanıyor.