Halil Berktay
Hangi BBC?
Herhalde beğendiremediğim cevap: Hayır, gerçi ben OHAL’in artık kaldırılmasından yanayım, ama bu uğurda herhangi bir yürüyüş veya protestoya katılacağımı sanmıyorum. Çünkü genel duruşum böyle; bir süredir bütün sokak gösterilerine, yürüyüşlere, protestolara prensip olarak katılmıyorum._x000D_
_x000D_
Hangi Batı?
Atilla İlhan’ın “Hangi” dizisi vardı bir zamanlar. Hangi Sol, Hangi Atatürk, Hangi Küreselleşme, Hangi Laiklik... Yarı sol, yarı Kemalist bir gençlik kültürü için basit duruş reçeteleri üretmeye çalışıyordu. Biri de “Hangi Batı” başlığını taşımaktaydı._x000D_
_x000D_
Hayır, “özlemle” anmadım ve anmıyorum
Saygı duymasına duyuyorum, kuşkusuz. (Enver gibi Orta Asya’da olmadık Turancı hayaller peşinde koşacağına) fizibilitesi olan biricik mütevazi savunma projesinin başına geçip, yokolma noktasına gelmiş bir istiklâli yeniden tanımlama ve pekiştirme diye tarif edebileceğim tarihî eylemine saygı duyuyorum. Ama etrafında inşa edilen kişi kültünü sevmiyor ve o “devrimci diktatörlük” dönemini asla aramıyorum.
Post-truth (gerçek sonrası) 1
Diyelim sahilde dizlerime kadar suya girmişim; biraz durup denizi seyretmek istiyorum. Ansızın, nereden çıktığı belli olmayan dalgalar patlıyor üstümde; ayaklarım yerden kesiliyor, sular çekilirken ben de dipteki ters akıntıyla açıklara sürükleniyorum. Çırpınıyorum, satha çıkabilmek için. Boğulacak gibi oluyorum._x000D_
_x000D_
Komplo teorileri (mi)
Geçtiğimiz (22 Ekim) Pazar akşamı, “Serbestiyet” televizyon programında da söylemiştim; bazı şeyleri artık izah edemeyecek noktaya geliyorum. AK Parti iktidarı kendisine daha ne kadar zarar verebilir? 2002-2012 arasında on yıl boyunca izlediği çizginin bütün olumluluklarıyla daha ne kadar ters düşebilir? Kendisine yabancı daha hangi söylemleri benimseyip kullanabilir? _x000D_
_x000D_
Brutus’un şerefi
Çok, çok önemli bağlantıları vardı; görünce şaşacak, diyecek hiçbir şey bulamayacaktık. Kâh casustular, kâh terörist. Harita başında eylem planlamış, Türkiye’yi bölüp paylaştırmayı tasarlamışlardı._x000D_
_x000D_
_x000D_
Elma dersem çık, armut dersem çıkma
Üst akıl, üst akıl... Nerede bu, bize düşman olan ve herşeyi yöneten bu üst akıl? Dışarıda mı, yoksa Türkiye’nin içinde mi?
Katılmadıklarım
Eleştirmek “devlet aklına, ülkeyi yöneten siyasilerin aklına hakaret” olabilir mi? İktidarın gerek Kürtler, gerek belediyeler, gerekse ABD ile ilişkiler konusunda güttüğü politikalara (mealen) hepsi doğru; kabahat hep ötekilerde diye bakılabilir mi?_x000D_
_x000D_
İşsiz öğretim üyeleri, geçersiz diplomalar
Yukarıdaki ilâna iyi bakın. Bir sivil toplum kuruluşu eleman arıyor. Ama bazı üniversitelerin mezunlarının başvurmaması gerektiğini peşinen duyuruyor. Kısacası, bu yüksek öğrenim kuruluşlarının geçmişte vermiş olduğu diplomaları, kendi kafasına göre geçersiz sayıyor. Münferit bir olay mı? “Dar çizgi”nin türevlerinden mi?_x000D_
_x000D_
_x000D_
Neyi anlatamadım
Muş Alparslan Üniversitesi’nden, sağolsunlar, yeni akademik yılın açılış dersini vermeye çağırdılar. Böyle dâvetler karşısında, vakit sorunu bir yana, sadece inandığım, önemsediğim ve gerçekten söylemek istediğim bir şeyin olup olmadığını düşünüyorum. _x000D_
_x000D_
Sözde
Unutmadım; “yanılmazlık yanılsaması”nı yazacağım gene. Ama şimdilik, sözdeci medyamızın sözde haber ve sözde yorumlarından, bu sözde kırıntıyı kabul buyurun.
Şimdi İran ve İbadi, Barzani’den daha mı yakın?
Ve ne pahasına? İçerde Devlet Bahçeli’nin herhalde can havliyle, kendi küçülmeye mahkûm MHP’sinin parçalanmasını önlemek için medet umduğu, çağını şaşırmış, en ufak bir gelecek vâdetmeyen ırkçılık ve saldırganlık söyleminin kuyruğuna takılmak pahasına. Dışarda ise aynı derecede dar ve kısa vâdeli kalması kaçınılmaz taktik yakınlaşmalar pahasına.
Geri dönerken
Bence sorun “metal yorgunluğu” değil; doğrudan doğruya bir çizgi sorunu. Bir zorunluluk da değil; bir tercih sorunu. Hemen bütün büyük çizgi mücadelelerinde olduğu gibi, şimdiki durumun da şahinleri ve güvercinleri oluştu. Şahinlerin pozisyonu realite değil, kaçınılmazlık değil. Kendi konumlarının da bağlı olduğu bir sübjektivite.
Büyükada ve Yıldıray Oğur
On insan hakları aktivistinin katıldığı Büyükada toplantısından bir komplo, kaos planı, terör ve casusluk örgütü çıkarma çabalarına nasıl baktığımı, 23 ve 25 Temmuz tarihli son iki yazımın en azından giriş bölümlerinde oldukça net bir şekilde dile getirmiştim.
Kederlerimin krallığında
Güncel notlar: İnsan hakları aktivistlerinin tutuklanması ve medyada açılan “şer odağı - kaos toplantısı - 24 Temmuz komplosu - casuslar - ajanlar - provokatörler” kampanyası, Almanya ile ilişkileri (şeklen sürdürülen kuyruğu dik tutma retorikleri bir yana) Türkiye’nin altından zor kalkabileceği bir noktaya getirdi. Vahim bir yalnızlık oluşuyor, biz ne dersek diyelim. Parti liderliğinde bir endişe uç veriyor mu acaba? “Fazla ileri gidildiği” hissi doğuyorsa, uçurumun kıyısından nasıl dönülecek?
Devrim, darbe, demokrasi
Güncel notlar: Muktedir medyada, insan hakları savunucularını karalama yayınlarını hayretle izliyorum. En ufak bir kanıt yok. Sadece şu mantık var (buna mantık denebilirse): “İnsan hakları ihlallerine ilişkin raporlar hazırlıyorlar; [öyleyse] muhalif çevrelerle ilişki içindeler; [öyleyse] dış dünya ile de irtibatlılar; [öyleyse] kitlesel muhalefet zeminini genişletip hükümeti devirmeye yönelik bir casusluk komplosunun içinde yer alıyorlar.”
15 Temmuz’a ilişkin bazı temel soru ve sorunlar
Güncel notlar: İnsan hakları savunucularının gözaltına alınması ve tutuklanmasına; günlerce OHAL’i de aşan uygulamalara maruz bırakılmasına; hükümet medyasınca rastgele kriminalize edilmesine toptan karşıyım. Terörle ve terörist örgütlerle ilişkilerine dair en küçük bir delil olmadığı kanısındayım. Almanya ve Avrupa ilişkilerimizin tamamen bozulmasını büyük bir endişeyle izliyorum. AK Parti’nin yaptırdığı söylenen bir ankette, AKP tabanında Adalet Yürüyüşü ve mitingine desteğin yüzde 35, Türkiye’de adaletsizliğin yoğun olarak mevcut olduğu kanaatinin ise yüzde 50 çıkmasını ise çok ilginç buluyorum. Bunları kaydediyor ve 15 Temmuz’u yazmaya devam ediyorum.
“İki Türkiye”yi aşma çabasında, 15 Temmuz’a ilişkin entelektüel bir konsensüs arayışı
Herkes darbeye de, FETÖ’ye de karşı mı gerçekten? Bir kısım sol aydınlarda veya üst düzey CHP’lilerde, “elbette karşıyız”ı görüyor ve duyuyorum da, kendi insiyatifleri ve sözcükleriyle, tam olarak ne olduğuna dair özerk bir anlatıya, kendi bağımsız darbe ve FETÖ tahlillerini rastlayamıyorum. AK Parti kanadı ise belirli klişeler üzerinden daha çok duygulara sesleniyor. Her iki tarafta, öncelikle akla hitap eden, analitik, soğukkanlı -- ve bu özellikleri sayesinde birleştirici bir 15 Temmuz “güncel tarih” anlatımı bulamıyorum.
Hem 9, hem 15 Temmuz (ya da, “her iki Türkiye”yi kucaklamak)
Evet, CHP’nin Adalet Yürüyüşünün “provokasyon” diye suçlanmasını fevkalâde yanlış bulduğum gibi, daha birçok eleştirim de var zaten AKP iktidarına. Ama bu eleştirileri sürekli dile getiriyor olmam, 15 Temmuz darbesinin yenilgisini ve halkın direniş zaferini yürekten kutlamama engel olabilir mi? Bırakalım kutlamayı. Benim bir vatandaş ve bir tarihçi olarak, 15 Temmuz’un doğrusunu anlatmak diye bir sorumluluğum yok mu, icabında dünyaya karşı?
Sıra Türkiye’de; kendi ahlâkını şiddet yetkisine dönüştürenlerde
Ne demek, “toplumdan gelen yaygın tepkiler”in, kamu makamlarını anayasal bir hakkın kullanılmasını yasaklamaya sevkedebilmesi? LGBTİ yürüyüşüne karşı alınan tavrın, krikette Pakistan’ı tutan seyircilerin tutuklanmasından, ya da Hinduların Müslümanları sığır eti yiyor diye linç etmesinden, ya da sokakta kılığını dekolte bulduğun kadını bıçaklamaktan ne farkı var? Hepsinde ortak yan, kendi inancı ve/ya değer yargılarını mutlak doğru saymak; başkalarının özgürlüğünün başladığı yeri yok saymak; kendi özgürlüğünün orada bitmesi gerektiğini kabul edememek.
Yer kavgası mı, din kavgası mı?
Bu sefer sahne, ülkenin kuzeyindeki Haryana eyaletinde yerel bir tren. Tarih 22 Haziran Perşembe (tesadüf, Hindistan-Pakistan kriket maçından sadece dört gün sonrası). Dört genç Müslüman kardeş, yaklaşan Ramazan Bayramı için şehre inip alışveriş yapmış, evlerine dönüyor. Yirmi kişilik eli bıçaklı bir Hindu grubunun saldırısına uğruyorlar. 15 yaşındaki Junaid Khan (Cüneyd Han) bıçaklanıp öldürülüyor. Üç kardeşi yaralanıyor.
Krikette tezahürattan, “yıkıcılık”tan tutuklanmaya
Bugün aşırı milliyetçi bir partinin iktidarda olduğu Hindistan’ın geçmişten kalma “yıkıcılık ve halkı isyana teşvik” (sedition) yasası, çok ağır bir yasa. Uluslararası alanda çok kötü bir şöhreti var. Türkiye’nin askerî-bürokratik vesayet dönemindeki şekliyle “terörle mücadele” yasasını, TCK’nın 312. maddesini veya “Türklüğü kötüleme” hükümlerini hatırlatıyor.
Bir yanda J. S. Mill, diğer yanda Suudiler
Dünden söylemiştim; John Stuart Mill’in liberal demokratik düşüncenin en büyük klasiklerinden sayılan Özgürlük Üzerine’sinden (1859; On Liberty) bazı kritik alıntıları şimdilik sadece aktarıyorum,...
Bağnazlık ve özgürlük
Nasıl bir hırsızın cüzdanınızı çalma arzusu ile sizin yasal sahibi olduğunuz cüzdanınızı çaldırmama arzunuz aynı kefeye konamazsa, herhangi bir kişinin kendi görüşüne bağlılığı ile başka birinin bu görüş ve bağlılıktan alınıp rencide olması da aynı şey değildir.
Satırbaşları
Bu yazının kendisi sırf spot ve vinyetlerden ibaret. Çaresiz, tamamını okuyacaksınız. Ayrıca özetlenebilirliği, manşet altına çıkarılabilecek bir yanı yok.
Berberoğlu’nun mahkûmiyeti ve tutuklanmasına karşı çıkmak, MİT tırları komplosuna destek anlamına mı geliyor?
Bana göre, beş veya altı tane farklı sorunu yanyana koyup, toplayıp tek bir sorun haline getirmekle hiçbir yere varılamaz. Cengiz Kapmaz’ın da karşı olduğu ve endişe duyduğunu söylediği politik kutuplaşma hali, bu tür toptancılıklarla sadece büyür ve tırmanır. Buna karşılık sorunları küçük küçük dilimleyip ayrıştırmak, anlaşmazlık noktalarını lokalize ve minimize etmeye yarar.
Tarihe bir not: Erdoğan, Demirel’i yanlış biliyor
Gazeteci ve CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıla mahkûm edilip derhal tutuklanarak cezaevine konmasının, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da buna karşı Ankara’dan İstanbul’a bir “Adalet” yürüyüşü başlatmasının sarsıntısı epey sürecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son iki konuşması, çeşitli yönleriyle tartışmaya açık. Şimdilik niyetim sadece bir bilgi yanlışını düzeltmekle sınırlı.
Suriye’den Barzani’ye, dış siyasette ortaklık ve empati sorunu
Özetlersek (1) iki büyük güç olarak ABD ve Rusya, Türkiye’yi gerek Irak’tan, gerek Suriye’den, yani aslında Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi sürecinden tümüyle dışlamak niyetinde. (2) Keza aşikâr ki PYD/YPG’ye yaslanışları güçlenerek sürecek. Çünkü o coğrafyada Türkler yok, Kürtler var. (3) Türkiye ise ortak veya potansiyel ortaklarını hiç düşünmeyen, kazan-kazan anlayışından uzak bir soğukluk içinde. Herkese kızarak, herşeye olmazlanarak tehlikeli bir yalnızlığa sürükleniyor.
Trump’ı Erdoğan’ın yerine koymamak
Her demokrasinin seçimlerin ve parlamentoların yanı sıra başka hukuk kurumlarına da ihtiyacı vardır. Dolayısıyla halkın iradesinin ifade bulmasını tamamlayan her kurum bir tür vesayet gibi görülemez. Amerika’da söz konusu kurumlar, Türkiye’deki gibi askerî-bürokratik (ve demokrasiyi içermeyen) bir modernizasyonun ürün ve araçları olarak ortaya çıkmadı. Doğrudan doğruya demokrasi sürecinin bir parçası ve sonucu olarak hayat buldu.
Trump’a yakın durmamak
Yazamadığım haftalarda aldığım notların önemli bir bölümü Trump… Trump ve Ortadoğu… Trump ve Avrupa… Trump ve Türkiye konularıyla ilgiliydi. Dünkü İngiltere seçimleri yorumumun ardından, bizde Brexit gibi Trump’a da bağlanan yanlış umutlar ve sahte iyimserliklerle devam ediyorum.