Yıldıray Oğur
Kısıklı’dan bakınca pek şahlanıyor gibi görünmüyor
Güvenlik güçlerinin artık resmi üniformalarının bir parçası haline gelmiş büyük yüzüklerin anlamını Van Havalimanı’ndaki bir hediyelik eşya dükkanında daha iyi anlıyorsunuz.Bu havalimanını kullanan Van, Bitlis, Hakkari’de MHP ve İYİ Parti’nin oy oranlarının toplamı bile yüzde 5’in altındayken, havalimanının hediyelik eşya bölümündeki bütün yüzüklerin böyle olmasının ve bunun bu kadar rutinleşmesinin devlet için pek iyiye işaret olmadığı açık.
Bir fotoğrafın izinden Afganistan…
Böyle zor bir ülkede radikal modernleşme deneyimleri Kabil ve bir kaç şehrin dışına çıkamadı, daha radikal modernleşme adımları geleneğin sert kayalarına çarptı, orduda örgütlenip darbeyle devrim yapan komünistlerin neden olduğu kaos ve işgal ülkedeki direnişin İslami rengini belirledi, ABD işgali ise bu rengin iyice koyulaşmasına neden oldu. Ve sonuç; Taliban...
Ya davul zurnayla gitmek istemezlerse?
Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir. Avrupa ile ilişkiler ve Suriye’nin durumu bu haldeyken, dört milyon insanı davul zurnayı bırakın, Ümmü Gülsüm’le, Feyruz’la bile Türkiye’den gönderemezsiniz.
Milliyetçiliğin gazına basmak muhalefete oy getirir mi?
İktidarla milliyetçilik yarıştırmak; beka kaygısı, ülkemiz tehdit altında endişesi, olağanüstü hal ve seferberlik duygusunun topluma hakim olmasına da neden oluyor. Günün sonunda bu, bütün seçim stratejisini bu duygular üzerine kuran Cumhur İttifakı’nın yelkenlerini de şişirebilir.Konunun aciliyeti, ekonomik sorunları bile karşısında hükümsüz kılabilir. Halbuki muhalefet, milliyetçilik yarışına girmeden, rasyonel, mutedil görünerek yerel seçimlerde ve İstanbul seçimlerinde başarılı olmuştu.
Sabotaj iddiaları hakkında elde ne var?
Şimdiye kadar sabotajcı denenlerden Ankara’da bir kişinin akli dengesinin yerinde olmadığı, Büyükada’da üç kişinin denizden atık yağ bidonu çıkardığı, Manavgat’ta az kalsın linç edilen iki kardeşin yangın söndürmeye yardıma geldiği, Aydın’da beş kişinin ise ormanda hovardalık yaptığı ortaya çıktı. Haberlere göre orman yangınlarıyla ilgili hala gözaltında olanlar var. Ama onların ormanı kundaklayarak yaktıkları ya da terör örgütleriyle ilişkileri olduğuyla ilgili elde bir bilgi yok.
Influencerlardan mandacı çıkarmak…
“Moral bozmak”, “ümitsizliğe sevk etmek”, “devleti acziyet içinde göstermek” gibi kanaatlerden TCK’da yazılı suçlara ulaşma becerisi her seferinde insanı şaşırtıyor. Şimdi bu kötü hukukun muhatabı, bugüne kadar işin bu kısmıyla çok da muhatap olmamış apolitik sanatçılar, ünlüler. Suçları, yol kesip kimlik kontrolü yapmak, sabotajcı cadı avına çıkıp insanları linç etmek, tv yayınlarına saldırmak değil, ülkelerinin ormanları yanarken öfkelenmek, seferber olmak, yurt dışından yardım uçağı için çağrı yapmak...
“Teşekkürler yabancı”
Türkiye’nin de bir parçası olduğu AB’nin acil durumlar için kurduğu ağdan bile yine “milli gurur” meselesi yapılıp altı gün sonra yardım istendi. ABD’ye maske göndermekle övünen bir iktidar, 30 ayrı yerde süren yangınlar için komşulardan yardım istemeyi içine sindirememiş görünüyor. Yurtdışından yardım isteyenler mandacılıkla, devletimizi aciz göstermeye çalışmakla suçlanıyor. Benzer çaptaki bir yangın ve deprem karşısında dünyanın her ülkesinin isteyeceği bu yardımları iktidar gurur meselesi yaparken de maalesef yanan yandı.
Siyasi kundakçılıkla çıkan yangınları amfibi uçaklar bile söndüremez!
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’ndan CHP liderine, Cüppeli Ahmet Hoca’dan sürekli Atatürk’ün bilimle ilgili sözlerini paylaşan Kemalist gazetecilere kadar herkes sabotaj olduğundan çok emin. Bir ara adı MİT müsteşarlığı için geçen Türkiye’nin eski ABD Büyükelçisi, Ankara eski Belediye başkanı sahte videolarla sabotaj iddiasını desteklemeye çalışıyor. Aksini söyleyenler PKK propagandası yapmakla suçlanıyor. Bu bilgi kirliliği yüzünden Manavgat’ta yangını söndürmeye yardıma giden iki kardeş az kalsın 20 plakalı araçları yüzünden yöre halkı tarafından linç edilecekti.
‘Yabancı’ya su yok noktasına nasıl geldik?
Suyu düşmanından bile esirgemenin ayıp görüldüğü, herkesin herkese verecek bir bardak suyunun olduğu bir ülkede, suların gürül gürül aktığı bir şehrin başkanı “yabancı uyrukluları” susuzlukla terbiye etmeyi düşünebiliyor ve daha kötüsü bu sosyal medya mesajının altında binlerce kişi “adam gibi adam” olan başkanı tebrik kuyruğuna giriyor. Üstelik Bolu, “yabancı uyruklular”ın o kadar da kötü insanlar olmadığını bilmesi beklenen bir şehir. 12 Kasım 1999 Bolu-Kaynaşlı-Düzce depreminde şehrin yardımına “yabancı uyruklular” da koşmuştu.
Bütün bunlar için Teksaslı bir aileyi suçlayabilir miyiz?
Ankara’da bakanlıklar, belediyeler, kalkınma ajansları AB ve vakıfların fonlarından almak için birbirleriyle yarışıyorlar. Fon almak ve idare etmek için danışmanlık hizmeti alıyor, aldıkları fonlar bağıra çağıra basın toplantılarıyla ilan etmekten çekinmiyor, “her şeyin en iyisi” esaslı organizasyonlarda bir güzel de harcıyorlar. Sonra da akşam eve gidip fon alan basın kuruluşlarını “beşinci kol faaliyeti” ilan ediyorlar. Çünkü yurtdışından fon bulmak sadece devlete ve belediyelere layık görülen bir hak.
Afganlar tırdan neden Niğde’de indi?
Ama galiba halkımız da siyaseten mültecilere karşı ama işlerine yarayan mültecilerin ülkelerine geri dönmesine herhalde izin vermez. Hayvanlarını otlatan Afgan çobanların, lokantalarında, tekstil atölyelerinde, sanayi sitelerinde, evde bakım işyerlerinde başkasının çalışmayacağı koşullarda ve ücrete çalışan Suriyelilerin ülkelerine geri gönderilmesini kim ister?
Nasıl zorba olunur?
İnsanı çarpan bir tanımla başlıyor belgesel: “Zorbalık sonuç isteyenlerin yönetim biçimidir” Ve sonra yine hümanist ve idealist duyguları katleden bir tespitle sürüyor: “İnsanlık tarihinde özgürlük norm değildir, hükmedilmeyi seviyoruz.” “Zor zamanlarda ortaya çıkıp, bunu ben çözerim diyen insanların cazibesine kapılıyoruz.” Yani zannedildiği gibi zorbalığın merkezinde zorbalık yok, rıza var.
Belki de kilisenin üzerindekiler de Z kuşağıdır…
Yasakçılık ve komplo teorileri arasından pek az insanın aklına bu gençlerin profiline bakmak geldi. Eskiden İstanbul’un kenar semtlerinde yaşayan alt sınıfa mensup gençler için aşağılayıcı bir tonda “Varoş”, “maganda”, “apaçi” gibi kavramlar kullanılırdı. Ama bu yeni nesli o tarifler tanımlamıyor. Daha şehirli, modern bir yaşam tarzına sahip, din, geleneksel kültür ve kimliklerle bağları çok zayıflamış hedonist, bireyci bir nesil bu.
Bir ahlaki sorun olarak ekonomik kriz inkarcılığı…
Bugün yoksulluk trendi tersine dönmüş durumda, yapılan araştırmalara göre orta sınıf yüzde 15 düzeylerine geriledi. İnsanlar uzun yıllardır günlük rutinleri olan alışkanlıklarını terk ediyor, ihtiyaçlarını değiştiriyor, eskiden daha rahat yaptıklarını şimdi o kadar rahat yapamıyor ve bundan şikayetçi oluyorlar.
Meğer Baykal kripto bir Sünni’ymiş…
Baykal, bir milyon tane eleştirilecek pozisyonu varken belki de siyasi hayatındaki en doğru, en demokrat işlerden biri yüzünden eleştiriliyor. Halbuki bugün Baykal’ın yakın adamlarının Ahaber, CNNTürk ekranlarında “yerli, milli öz hakiki CHP’liler” diye bağırlara basılmasının sebebi Baykal’ın Sünniliği değil, devletçiliği, siyasi kadrolarının menfaat şebekesiyle kesişen yolları.
Fırsatçılar için fırsatlar ülkesi….
Tam olarak hangi üniversiteden mezun olduğunu, ne iş yaptığını bile bilmediğimiz, en üst düzey bir ekonomi politikaları kurulunun üyesiyken şirketlere “danışmanlık” hizmeti veren, fon yöneten, bu başarılarını medyada haber yaptıran, CV’sinde adı piyasada kara para aklamayla anılan bir şirketin yer aldığı, daha düne kadar başka bir kara para aklayan firari işadamının kendisine tahsis ettiği lüks araca binen bir profille karşı karşıyayız.
O sahneye kim sonra geldi?
24.00’den sonra müziğin yasaklanmasıyla bugün çok mutlu olacak insanlar herhalde Rumeli Hisarı’ndaki bu küçük camiyi anca doldurur. Şehirleşen muhafazakarları da artık heyecanlandırmayan hatta ne gerek vardı hissine neden olan hayat tarzı mühendislikleri bunlar. Ama o hayat tarzı mühendisliklerin sembolü o cami değil.
Ya provokasyon değilse…
Peki ya bu saldırı bir provokasyon, örgütlü, planlı bir saldırı, karanlık odakların bir tertibi değilse? Ya gerçekten Türkiye’nin iklimi artık böyle durumdan vazife çıkaran, vatan millet için intikam planları yapan, eline silah alıp düşman olarak gördüğü bir yerdeki herkesi öldürmeye giden saldırganlar yaratabiliyorsa?
Peki, Belize’de ne oldu?
Vehbi Koç’un damadı, askerlerin gözdesi İnan Kıraç’ı yargı eliyle kendine borçlandırıp, mal varlığına el koyma kararını bir ay sonra tümden değiştirtip kaldırabilecek, tarifeli uçakla elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkabilecek bir güce ulaştı. Nasıl yapabildi bunları hala meçhul. Sedat Peker’in sorduğu soruların cevabı verilmedi. Bugün bile gazetecilerle ilişkileri, hakkındaki PR faaliyetleri devam ediyor. Dolandırıcıların parasını aklayan bir işadamı için fazla saygı görüyor.
Bu sorular hala cevaplarını bekliyor
Sonuçta iddialar öfkeli ve başka hesapları olan bir mafya liderinin söylediklerinin ötesinde başka bir zemine geçti, bir prestij kazandı. O kadar ki Peker’in söylediklerini özetlemek işi bile bir akademisyen tarafından yapılıyor. Videolar milyonlarca insanı ekran başına toplayan haftalık bir haber programına dönmüş durumda. O yüzden Sedat Peker, dokuzuncu videosunun ardından artık bir daha hiç konuşmasa da ortada hala cevabı verilemeyen onlarca soru var.
Bir şezlonga, bir şemsiyeye yenilenler…
Peker’in iddialarını soruşturmak için o beklenen savcı muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak. İktidar bu iddiaları ademe terk ederek, etkisinin zamanla geçmesini bekliyor. Ama milyonlar her Pazar sabahı Türkiye’nin görünenin dışındaki yüzünü görmek için Sedat Peker’i izlemeye devam ediyor. Süleyman Soylu’ya ısrarla “kendinizi yalnız hissediyor musunuz” diye soran gazetecinin reklam arasında Sedat Peker’in yakın adamıyla görüştüğünü yoksa nerden öğrenecektik ki?
Kimler kimlerle beraber….
Yair Netanyahu, İsrail’in günleri sayılı 12 yıllık Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun 29 yaşındaki oğlu. En son geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze tweetinin altına Kürdistan bayrağı koyunca Türkiye’de haber olmuştu. Evlat olsa sevilmeyecek cinsinden ama aslında hem fikirleri hem de tarzıyla Türkiye’de benzerleri çok olan bir karakter. Babasının muhaliflerine “Soros’un köpekleri” diyor, dünyanın bütün popülist aşırı sağcı liderlerinin destekçisi, Türkiye’de Netanyahu’nun da parçası olduğuna inanılan “küresel güçlere”, dünyayı yöneten yine bizde Yahudi oldukları düşünülen elitlere falan karşı...
Reisü’l Kurra’nın hatırlamadığı ayetler…
Eğer biri hoşunuza gitmeyen, ortalığı bulandırdığını düşündüğünüz bir şey yapıyorsa, bununla yüzleşmek de (bu örnekte olduğu gibi mesela Cumhurbaşkanı’nı suçlamak) işinize gelmiyorsa, en pratik çözüm suçu FETÖ’ye atmak. Böyle durumlarda 30’larda suçlar mürtecilere, 40’larda, 50’lerde, 60’larda komünistlere, 80’lerde 90’larda bölücülere atılırdı. 2000’lerin sonunda açıklanamaz her olayı Ergenekon’a bağlamak da modaydı. Şimdi aynı işi FETÖ görüyor. Nasıl olsa gizli karanlık işler çevirmiş, gizliliği bir yöntem olarak kullanmış bir yapı.
‘Yavru’suna bunu yapan…
ABD’de uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklamadan hakkında tutuklama kararı olan, Türkiye’de yasadışı bahis soruşturmasında ele başlardan biri olarak geçen Falyalı’nın lokantasını açan Başbakan Ersin Tatar, Ekim 2020’de Türkiye’nin açık desteğiyle KKTC Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye’nin yerli ve milli sloganlarla, hamasetle, bol bayrak, vatan edebiyatıyla Kuzey Kıbrıs’a layık gördüğü işte böyle bir ülke olmak.
Peki her yer gülsuyu koktu mu?
Günün sonunda Taksim gibi ülkenin kalbi olan bir yere, bir mimari yarışma açarak, ölçerek, biçerek değil, neredeyse hayırsever bir işadamının köyüne cami yaptırmasıyla aynı yöntemle bir inşaat şirketinin hayır ve hasenatı olarak bir cami yapıldı. Meydanı ezen, karşısındaki tarihi kiliseye meydan okuyan, Taksim’in simgesi olan mütevazi anıtın, karşısında kibrit kutusu gibi kaldığı haşmetli bir eser ortaya çıktı.
Youtube’da ve televizyonda görünmeyenler…
Bütün bu bilgilere, karmaşık iktidar ilişkilerine yukarıdan baktığımızda görünen manzarada, güç odakları arasında parsellenmiş bir devlet, herşeyin hukuken muğlak olduğu, herkesin hem suçlu hem suçsuz olabileceği FETÖ davaları başta olmak üzere polis ve yargı gücünün bir sopa ve ikbal kapısı olarak kullanılması, güç mücadelesinin içine sokulmuş organize suç figürleri ve diğer güç simsarları var. Yani Youtube’da konuşan Sedat Peker ve televizyonlarda konuşan İçişleri Bakanı kısmını çıplak gözle izleyebildiğimiz bu kavganın henüz çıplak gözle göremediğimiz başka aktörleri de var.
Aziz Barnabas’tan Sedat Peker’e…
Adalı cinayetinde bugüne kadar Çatlı’nın adı geçmişti ama Korkut Eken’in adı geçmemişti. Eken, cinayetin işlendiği 1996 yılında o sırada İçişleri Bakanı olan Ağar’ın davetiyle Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalışan emekli bir yarbaydı. Peker, ikisinin odasının karşı karşıya olduğunu söylüyor. Eken’in bir özelliği daha var. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmıştı ve adada görev yapmıştı. Adalı cinayetinde adı geçen ama hakkında bir delil bulunamayan Albay Orhan Ceylan’la da Kıbrıs’ta birlikte çalışmışlardı.
“Cumhuriyet tarihinin en büyük…”
Bundan bir yıl önce “Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonları”ndan biri olarak yapılan, bizzat İçişleri Bakanı tarafından duyurulan, üzerine onlarca köşe yazısı, yüzlerce haber yazılan Bataklık Operasyonu ile ilgili iddianame 1 yıldır yazılamadı. Üstelik operasyonun bir yıllık bir soruşturmanın sonunda yapıldığı açıklanmışken, operasyonda veriler MASAK soruşturmasına dayandırılmışken yani iddianame için sağlam bir zemin olması gerekirken...
Dava ve bahane olarak Filistin
İsrail’in içeriye ileri demokrasi, dışarıya apartheid rejimi şizofrenik hali sadece Filistinlilere hayatı zindan etmiyor, aynı zamanda bölgedeki bütün demokrasi ve insan hakları söylemini de zehirliyor, otoriter rejimlere benzin oluyor. Bu da ortaya bambaşka çelişkiler, çifte standartlar çıkarıyor.
Devletin çıkarı, vatandaşın haysiyeti…
Vatandaşlarını “Ben aşılandım” maskesiyle öne sürüp turist çekeceğini zannederken, iyi bir devletin alması gereken kararlar zamanında alınmadığı için elinden Şampiyonlar Ligi maçı, Formula 1 yarışı alınır, bütün dünyaya hiçbir maskenin örtemeyeceği, milyon dolarlık reklam kampanyalarıyla düzeltilemeyecek, resmi hesaplardan silinemeyecek bir fotoğraf verilir. İşte devletin çıkarlarıyla, vatandaşların haysiyeti arasında ancak demokrasi sayesinde ayakta kalabilecek böyle hassas bir denge var.