Yıldıray Oğur
Bir başka (dır) Türkiye mümkün…
Bu dizinin 2008’de, 2009’da yapılması Türkiye’nin iklimini değiştirebilirdi. O yüzden bazılarına göre bu geç kalmış klişe bir çaba, ayrıca bugün için cesaret de gerektirmiyor. Çünkü başörtüsü meselesi zaten aşıldı, hatta tam tersine ayrımcılıklar yaşanıyor bugün. Evet belki, başörtülülere ayrımcılık siyaseten ve hukuken aşıldı ama aslında bu bir toplumsal uzlaşmanın, zihniyet dönüşümün sonucu olmadı, seküler kesim iktidarın mutlak gücü nedeniyle bunu kabul etmek zorunda kaldı ve zamanla buna alıştı. Ama uzun yıllar çok büyük bir heyecanla desteklediği bu ayrımcılıkla bugüne kadar yüzleşmedi.
Hâlâ öyle mi Güler Hanım?
Bir bakanın karnesini düzeltmek için Hazine’nin 128 milyar doları Babacan’ın tabiriyle kibritle yakıldı, bütün değerlendirme kuruluşlarında Türkiye’nin notları yerlerde sürünüyor. Cumhurbaşkanı’nın açıklamasıyla açı reçetelik hale gelmiş bir ekonomi var. Halbuki 2018 yılında da sadece çıplak gözle bile ortada “güvenimiz tamamdır” denecek bir ehliyet ve liyakat olmadığını görmek mümkündü.Bu duruma bağıra çağıra geldik.
Yabancı sermaye için pişen hukuktan vatandaş İsmail Bey’e de düşer mi?
Bu hukuk mesajları İngiliz fonları, Alman sermayesi, Amerikan şirketlerine mi, yoksa bu hukuki aydınlanma süreci halen Antalya E Tipi Cezaevi’nde yatmakta olan vatandaş İsmail Demirbaş’ı da ilgilendiriyor mu? İsmail Demirbaş’ı artık herkes tanıyor. Günlerdir sosyal medyanın trending topic listesinden düşmüyor. Sokakta yürürken kendisine uzatılan bir mikrofona konuştu diye hapse girmesinin vicdanları rahatsız ettiği açık.
Esas affedilmez olan…
Ekonomik krizin tam ortasında Hazine Bakanı bir Instagram notuyla ortadan kayboldu ama o bakanın yeni ekonomi programı açıklamalarında en önlerde oturan işadamları, işkadınları ve onların büyük büyük dernekleri halının altına saklanmaya devam ediyor. 2020 yılının sonunda Türkiye, tarihinin ancak Beştepelogların analiz edebileceği en Sovyetik 27 saati yaşadı.
Biden’ın Türkiye ile 48 yıllık hikayesi
Türkiye, Trump döneminden çıkış heyecanıyla tüm dünyada demokratik değerlerin savunucusu bir Amerika’yla sorunlar yaşayabilir. Tabii demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaşan bir Türkiye için problem bu. Ama Biden’ın pragmatizmi ile Erdoğan’ın pragmatizmi birleşip voltranı da oluşturabilir.
Mahcup olanlar, mahcup olmayanlar…
Ekonomik krizi, kurun yükselmesini dış güçlerin oyunu diye açıklayanlar, Türkiye’yi ekonomik olarak çökertmekle tehdit etmiş bir adamı neredeyse milli ve yerli ABD başkanı olarak savunuyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı’na “aptal olma” diye mektup yazmış, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın yanında YPG komutanıyla görüşmesini anlatmış, silah pazarlıklarını kameralar önünde yapan birini, en azından dürüst diye bağırlarına basıyorlar.
Mucizevi kurtuluşlar bizi kurtarabilir mi?
İnsanlar her zaman ümidi, mutlu haberleri seçerler. Acı gerçeklerden, hesaplaşmalardan ise kaçmak isterler. O yüzden tüm Türkiye 90 saat sonra enkazdan çıkarılan 3 yaşındaki dünya tatlısı Ayda ile mutlu olurken, başka bir apartmanın enkazından çıkarılan 60 yaşındaki Arife Yücel, anne babaları çalıştığı için baktığı torunları 3 yaşındaki Diren, 4 yaşındaki Lena, 6 yaşındaki Vera ve 10 yaşındaki Feda Yücel ile birlikte sessizce son yolculuklarına uğurlanıyordu.
Adana’dan bir puslu havalar ve kurtlar hikayesi…
Her gün yeni bir skandal ortaya çıkıyor, gazetelere, televizyonlara paralel yapıdan ayrılmış eski imamlar çıkıp ifşaatlarda bulunuyordu. Onlardan biri de kendisini paralel yapının Hatay ve Adana bölge sorumlusu olarak tanıtan Tamer Barış Terkeşli’ydi. Saç traşı, pahalı gözlükleri, kol düğmeleri, saatiyle tam olarak imam protipine uymasa da badem bıyıkları ve literatüre hakimiyetiyle ikna edici duran bu genç adam her gün yeni bir iddiayla uzun süre gazetelerin manşetlerinden ve televizyonlardan inmemişti.
Bunun kime faydası var?
Ayrıca, Macron’a İslam ile ilgili sözleri için açıkça deli diyen Türkiye, her fırsatta İslamcı terörizm tabirini kullanan, Müslümanların ülkeye girişini yasaklamaya çalışmış, İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanımış, Arap ülkeleriyle arasını yapmış, ABD tarihinin en İslamofobik, en pro-İsrail başkanının ülke menfaatleri gereği yeniden seçilmesini savunuyor.
Sen kimsin, Asım’ın nesli mi?
2020 yılında hala Batı taklitçiliğinden şikayet etmek, aynı ülkede birlikte yaşadığı farklı fikirlerdeki insanların üzerinde fikri iktidar kuramamaktan yakınmak, gençlere “Kimsin sen” diye sorup hamasi bir dava ve tarih neferliğini teklif etmek, üstelik “Abdülhamit’in aklı sana miras” demek pek de Akif’in “Asım’ın nesli” nden beklediği işler olmasa gerek.
Devlet iplerinden kurtulunca…
Bugün vatandaşların büyük bir kısmı, özellikle daha önce devlete karşı şüpheci ve eleştirel olan dindar kitleler, devlet-millet kaynaşması heyecanıyla içine düştükleri devletperestliğin farkında değiller. Din ve milliyetçilikle kutsallaştırdıkları devletin her kararını, her hatasını, her füzesini, her bir memurunu, polisini, askerini savunmakla, devleti şımartmakla meşguller.
Kundakçılık mı fırsatçılık mı?
Türkiye içerisinde uzun süredir terör eylemi yapamayan örgüt muhtemelen Türkiye’nin her yerinde yangın çıkarabilecek kudrette bir örgüt olarak görünmekten de memnun. Bu yangını siyasileştirerek, HDP kapatılsın tagleri açanlar da bu durumdan memnun gözüküyor. Bu siyasi fırsatçılığın Hatay gibi kozmopolit bir ilde bir yangından tehlikeli sonuçlar yaratabileceğini düşünen birileri mutlaka vardır. Bakanlar, AK Partili milletvekilleri ve valilik başından beri sağduyulu açıklamalar yaptı.
Ulusalcılık nasıl resmi ideoloji oldu?
Akıncı’yı Kıbrıs’ta çözüm için “Topraklarımızdan bir kısmını Rumlara vermeliyiz.” demesinden dolayı kansızlıkla, vatan hainliğiyle suçlayanlar AK Parti’nin mimarı olduğu, hararetle savunduğu Annan planında Maraş, Erenköy ve ara bölgenin 100 gün, 30’a yakın yerleşim biriminin de 6 aydan 3 yıla kadar bir süre içinde Rumlara verildiğini hatırlamıyor mu?
Bir el çanıyla anayasal düzeni devirmeye teşebbüs…
Başarısız olmuş bir darbe girişiminden iki gün sonra, bütün dünya darbeyi Fethullahçıların yaptığını bilirken, Türkiye’de FETÖ ile irtibatlı herkes gözaltına alınırken, ‘darbeyi koordine etmek’ için geldiği Büyükada’daki otelinden ayrılan Henri Barkey, üzerinde Pennsylvania yazan çanı resepsiyona bırakarak hangi açık mesajı vermiş olabilir? Siz açık olan mesajı anladınız mı? Bu soru çok önemli. Çünkü darbeye teşebbüs ve casusluk iddialarıyla üçer kez müebbet istenen, idam olsaydı idam istenecek bu 64 sayfalık iddianamedeki en somut delil bu.
Üzerimize sürülen makam aracı…
Samimi bir özürle, kamu hizmetine yakışmayan bir fiil yüzünden bir görevden alma kararıyla sadece bir kişinin üzerine sürülmüş olmakla kalacak kırmızı plakalı, Meclis logolu, çakarlı, bizim vergilerimizle alınmış/kiralanmış o pahalı makam aracı, ardından yaşananlarla hepimizin üzerine sürülmüş oldu.
Nomenklatura’nın çıkarları…
Talimatla, emirle değil, ayrıcalıklı pozisyonunu korumak için uğraşan bir sınıfın bir mensubu olma bilinciyle hareket ediyorlar. Bu kapalı devre grubun kendi içinde bir ahlak oluşuyor, böylece ayıplanma hissi ortadan kalkıyor, lidere sadakat halka, hakikate, ülkeye, değerlere sadakatin önüne geçiyor, hatta onların yerini alıyor. Kendini böyle ikna ediyorsun.
Zor zamanlarda ‘pisleşmeme’ ahlakı
Nezaketi, diplomasiyi, teenniyle hareket etmeyi, en son söylenecek lafı ilk başta söylememeyi eziklik, teletabilik olarak görmek moda olunca, birileri de buradan kendine rol çıkarıp Erivan’ın ortasında füze gönderebiliyor, içindeki ırkçıyı salıveriyor, arabalarla Ermeni Patrikhanesinin önünden konvoylarla geçebiliyor, haber spikeri de buradan kendine vazife çıkarıp belaltı vurursa bunun vatanseverlik hesabına yazılacağını düşünüyor.
“Gelinen aşama itibarıyla”
6-8 Ekim’den bir yıl sonra nazik bir ifadeye çağırma davetinden ibaret kalan bir soruşturmada nasıl oldu da altı yıl sonra o aşamaya gelindi, altı yıldır aranmamış evleri aranarak insanlar gözaltına alındı sorusunun cevabı meçhul. Ama “gelinen aşamanın” hukuki bir aşama olmadığını anlamak için hukuk eğitimine ihtiyaç olmadığı açık, Türkiye’de bir süre yaşamış olmak yeterli...
Jurnalciler yeniden bildiriyor
Cumhuriyet değerlerinin yılmaz bir savunucusu olmadığı kesin olan bir Nakşi-Halidi şeyhi, Selefiler ile olan 1000 yılı aşmış itikadi çatışmasına 2020 yılında laik devletin kolluk gücünü dahil etmeye çalışıyor ve süper laikler de bunun laiklik için iyi bir şey olduğunu zannediyor. Zaten onun “Selefiler silahlanıyor” jurnali çoktan televizyonlarda “tarikatlar silahlanıyor” diye tartışılmaya başlandı.
Challenger neden infilak etmişti?
Eğer güçlü bir demokrasi, özgür bir medya, yerleşmiş bir hesap verme ve hesap sorma sistemi varsa o contanın neden yandığı da ortaya çıkarılabilir. İyi sistemler kendi kendilerini tamir edebilenlerdir. İtibar örtbasta değil, kendi hatasını düzeltmekte aranır. Böylece geriye saklanmış hatalar üzerine kurulu çürüyen bir sistem değil, sürekli bazen yıkım pahasına kendini yenileyen dinamik bir yapı kalır. Kurumsal kibir, resmi itibar kaygısı karşısında ahlaklı, şahsiyetli insanlar bulur ve onlardan korkmaya başlar.
Müge Anlı nasıl en ‘güvenilir’ yargı kurumu haline geldi?
Artık adalet sisteminin güçlüleri koruduğu inancı o kadar yüksek ki, insanlar haklarında kulaktan dolma bilgi sahibi oldukları soruşturmalarla ilgili sosyal medyadan hükümler veriyor, yargılamalar yapıyor, “tutuklayın” kampanyaları düzenliyor. Maalesef bu boşluğu açan adalet sisteminin kendisi. Eskiden bu boşluğu mafya doldururdu, şimdi televizyonlar ve Twitter dolduruyor.
Gofretten darbeyi kimler yedi?
O geceki paranoyak linç yüzünden gazetelerde adı deşifre edilen reklam yazarı Türkiye’yi terk edip ABD’ye yerleşmek zorunda kaldı. O akşam haklarında tahliye kararı verilen 21 gazeteci tahliye edilmedi ve yeniden tutuklandı. Çoğu üç yıldır hala cezaevinde. O geceki linçten ve tehditlerden sonra Ülker, kendi kurduğu Şehir Üniversitesini de yüzüstü bırakarak Türkiye’den uzaklaştı. O gecenin de katkılarıyla sürekli canlı tutulan darbe psikolojisi içinde 15 gün sonra yapılan referandumda “Evet”ler az farkla önde çıktı ve Türkiye’nin yönetim sistemi kökünden değişti.
Has ipek kendini kırdırmaz
Tarih defterlerini sürekli açık tutunca, güncel krizleri tarihi hesaplaşmaların bir parçası gibi gösterince, o kadar büyük laftan sonra diplomasiye şans vermek için sismik araştırma gemisini Akdeniz’den Antalya limanına çekmek gibi yerinde hamleler de bu büyük tarih anlatısı içinde geri adım ya da zayıflık gibi görünür.
11 Eylül’ü de konuşacak mıyız?
“11 Eylül günü olan anarşi, 12 Eylül’de nereye gitti?” gibi polemik cümleleri, aynı silahla bir gün solcu, öteki gün sağcı öldürülüyordu gibi ispatlanmamış iddialar, bu cinayetlerin ülkeyi askeri darbe ortamına hazırlanmak için işlendiğini söyleyen komplo teorileri, darbenin arkasında ABD vardı gibi büyük analizler ileri sürülüp, bu sorulardan yine kaçılacak. Herkesten özeleştiri isteyen solcular, kimseye özeleştiri vermeyen ülkücüler bu karanlık yılların gerçek bir özeleştirisini yapmadan, neden oldukları ve darbeye zemin hazırlayan şiddetle tam olarak yüzleşmeden ulvi davalarına devam edecekler.
Bu zaten kapatılmış hali
Bin yıllık gelenekleri olan tekkeler, tarikatlar hala yaşıyor. Yeraltında daha da güçlendiler. Bölündüler, parçalandılar, içlerinden kült yapılar çıktı. Hatta bu kapatma ve baskı politikaları sayesinde bir de onlara bugün Türkiye siyasetini doğrudan etkileyen, dört yıl önce en büyüğü darbe teşebbüsüne bile kalkışabilmiş dini cemaatler eklendi.
Sıkıcı hakikatler yerine heyecanlı yalanlar…
Ezbere, sahte, siyaseten faydalı hakikatler aynı zamanda hakiki bir yüzleşmenin yapılmasının önündeki de en büyük engel haline geliyor. Karmaşık ve utandıran hakikatler yerine, heyecanlı ve temize çıkaran yalanlar sevildiği sürece de gerçekler ortaya çıkmayacak.
Sırada yerli ve milli hukukun keşfi mi var?
Savunma sanayinde, teknolojide, tarımda yerlilik ve millilik hedefi iyi olabilir ama hukuk, yerlilik ve milliğin iyi olacağı alanlardan biri değil. Türkiye’de hukukun evrensel normlardan uzaklaşıldığında; 367 kararından, baş örtüsü yasağına, siyasi yasaklardan parti kapatma davalarına kadar nasıl yerli ve milli refleksler verebildiğini en iyi törenin yapıldığı salonu dolduran hazirun bilir. Yargının “Bütün milletlere ilham olacak hukuk anlayışı geliştirmek”ten önce, Türkiye’deki 85 milyona güven vermek gibi acil görevleri var.
Adaletin yalancı çoban hikayesi
Her olayın içine jurnalcilik ve ihbarcılıkla hemen polis çağrılıyor. Herkes sevmediği fikirdeki, eylemdeki insanları tutuklatmaya çalışıyor. Karşıt görüşten birini evinden aldırmak bir güç gösterisine dönmüş durumda. Talep artık hürriyette değil, tutuklanmada eşitlik. Hoşumuza gitmeyen her şey bize suç gibi geliyor. Akıl yürütmeyle, kanaatle insanların hayatı hakkında hükümler veriliyor. Kimse delil, karine merak etmiyor.
26 yıl önce “uçaktan düşen bombalar”…
2010 referandumunda “Evet” demek için sadece Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı bile yeterli sebepti. Devleti korumak refleksiyle hareket eden bir yargının değişimini istemek demokratik bir talepti. 20 yıl 38 masum insanın katledilmesini aydınlatmak için uğraşmış Tahir Elçi, hayatının son yılında televizyon ekranlarında, mahkemelerde linç edildi. Bunları yaşamış bir insandan tekrarlaması istenilen cümlelerin ne kadar haksız bir zorlama olduğu herhalde anlaşılmıştır. Uludere katliamında sorumluların hesap vermesi için 2037 yılında bir Anayasa Mahkemesi kararı mı beklenecek?
Kızıl Elma mı, Fatih Portakal mı?
Kızıl Elma Marşı”, bu yılki Malazgirt Zaferi kutlamaları için bestelendi. Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı tarafından paylaşıldı. Milyonları aşan izlenme oranlarına ulaştı.Kızıl Elma, Ömer Seyfettin’in meşhur hikayesinde anlattığı gibi aslında bilinmeyen ortak bir gayeye tekabül ediyor.