Yıldıray Oğur
Darbe gecesi Kabil’de çalan telefon…
“Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford, Cuma gecesi gizemli bir telefon geldiğinde Pentagon'daki ofisinden yaklaşık 7000 mil uzaktaydı.Telefon IŞİD'e karşı mücadelede kritik bir müttefik olan Türk mevkidaşı Hulusi Akar’dan geliyordu. Ancak Dunford'un ofis personeli telefona yanıt verdiğinde, hattın diğer ucundaki Akar'ın sesi değildi. Saatler önce Türkiye’de kanlı bir darbe yapmaya başlayan onu kaçıranların sesiydi."
Sushi, tarikat ve suikast
Shinzo Abe'yi el yapımı bir silahla öldüren 42 yaşındaki Tetsuya Yamagami ifadesinde cinayeti annesinin bütün varlığını kaptırıp aileyi iflas ettirdiği bir tarikat yüzünden işlediğini söyledi. Fakat, ne polis, ne siyasetçiler ne de gazeteler günlerce o tarikatın adını vermedi. Çünkü hikayenin gerisinde Japonya’nın karanlık tarihi geçmişinden kimsenin artık açmak istemediği sayfalar vardı.
29 yıl sonra ayıp hale gelen “ama”lar…
3 Temmuz 1993’te Meclis’te konuşan başbakan Çiller Sivas Katliamı ile Van’daki bi otel yangınını birbirine karıştıracak kadar duyarsızdı. İnönü, devletin müdahelesini savunmuş, diğer liderler Aziz Nesin’i suçlamıştı. 29 yıl sonra bu amalar ayıp hale geldi.
Bu yaz tatile nereye gidemesek?
Bundan 5 yıl önceki orta sınıf hayatından kast edilen maddelerden biri de yazın ailece tatile gidebilmekti. Dört kişilik bir orta sınıf aile Ağustos ayında Antalya’da daha önce gittikleri türden deniz kenarındaki her şey dahil usulü çalışan otellerden ortalama kalitede olan birini dahi tercih etseler sadece dört gece için 20 ile 40 bin TL arasında bir para ödemeleri gerekiyor.
Dünyayı kurtarması beklenen yakışıklı adam…
Cüneyt Arkın, 1977-78 ve 1981’de üç filmde sırayla ülkücü, devrimci ve Kemalist oldu. Aslında hiçbiri değildi. Siyasi bir misyonu hiç olmadı. Ama herkes onu davasının yakışıklı ve cesur kahramanı olarak görmek istedi. O üç film Arkın’ı değil ama siyasi kültürümüzü anlatıyor. Yıldıray Oğur, Aposto için Cüneyt Arkın’ın üç politik filmini yazdı.
Siyasette öfke baldan tatlı mıdır?
Ortaya çıkan görüntüler muhafazakarlar için “iğrenç, büyük günah”, muhalifler içinse bir “işte dincilerin gerçek yüzü” olunca bir adam milyonların kavgasının ortasında tek başına kaldı. Muhtemelen en yakınları bile onu terk etmiştir. Hiçbir suçu olmayan, alakasız bir adam; ailesinin, çevresinin, tanıdıklarınım bir daha yüzüne bakamayacağı bir görüntüsü ülkedeki kutuplaşmanın ortasında çerez gibi tüketildi. Görüntülerdeki “ahlaksızlık” nedeniyle, kimse onun özel hayatının teşhir edilmesinin ahlaksızlığından bahsetmedi. Kimse zaten böyle bir iş yapan adamın da bir haysiyeti olabileceğini düşünmedi. Bu görüntünün Onur Yürüyüşü gününe denk gelmesi, onur yürüyüşüne destek veren bazı ilericilerin bile homofobik ikiyüzlülüğünü ortaya koydu.
150 yıldır oradalar ve orada kalacaklar…
150 yıldır İstanbul’da var olan bir cemaate karşı, hala Türkiye’nin şeyhler, müritler ülkesi olamayacağı sloganlarını tekrarlayanlar günün sonunda sadece üzülecekleri ve asla kazanamayacakları bir mücadelenin içindeler. Çünkü o önerilen radikal mücadele yöntemlerinin hepsi zaten denendi. Karşımızda bütün o yöntemlerden sonra elde kalan sonuç var. Önceki gün Fatih Camii’nde toplanan sarıklı-cüppeli büyük kalabalık yeniden süper harika çözümler olarak akla gelen bu yöntemlerin işe yaramadığının en büyük delili değil mi?
Ankara nasıl Alabama oldu?
Türkiye’nin abiliğini kabul etmiş KKTC dışındaki dünyadaki belki de tek ülke olan Somali’nin Ankara’daki üç tane lokantasına bile tahammülsüz bir nizami alemcilik, ümmetçilik ve milliyetçilik bu. Bu milliyetçi ve ulusalcılığın gözüne sadece Kızılay’daki Somalilerin tabelaları batmıyor, Türkiye’deki her türlü farklılık da onları tedirgin ediyor, tetikliyor, Türkiye’yi herkesin birbirini tanıdığı, hiçbir şeyin değişmediği, hiçbir olayın sürpriz olmadığı durağan bir taşra kasabası gibi tahayyül ediyorlar. Tam da Alabamalı ırkçılar gibi… Hayatın değişimi, çeşitlilik, yeni talepler onları da ürkütmüştü.
Ya sınavda sorular çalışmadığınız yerden çıkarsa?
Herkesin zannettiği gibi Türkiye seçimlere hamasetin ve milliyetçiliğin tavan yaptığı bir savaş haliyle gitmeyebilir. Bu hamasetin zirve yaptığı 2017, 2018 ve 2019 seçimlerinden farklı olarak artık bunu kaldıracak bir ekonomi yok. Tam tersine iktidar seçimlere negatif değil, pozitif bir kampanyayla da gidebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerde son kez aday olduğunu açıklayabilir, “yetkiyi son kez bana bana verin Türkiye’nin temel sorunlarını çözerek veda edeyim” diyebilir. Peki o sorunlardan biri Kürt meselesi olabilir mi?
Hangi Osman’ın itibarı iade edilsin?
Bahçeli’nin grup toplantısında hakkının aranmasından rahatsız olduğu Osman, tabii ki Osman Kavala’ydı. Yani Gezi olaylarında mevcut hükümeti yıkmaya çalışmak suçlamasıyla hakkında müebbet hapis cezası verilen Osman Kavala yerine, 99 yıl önce Meclis soruşturması sonucunda bir milletvekilinin öldürülmesinden sorumlu tutulmuş, buna kızıp Atatürk’ün yaşadığı Çankaya Köşkü’nü basıp, içeriyi talan etmiş, askerle çatışmış ve bir eri şehit etmiş bir eski çete reisinin hakkı aranmalı.
Saçları 40 yaşında bir gecede ağarmıştı ama…
89 yaşında bile hala Türkiye’nin dertleriyle dertlenmeye devam eden Tarhan Bey’in saçları 1973 yılında henüz 40 yaşındayken mühendis olarak görev yaptığı Şişecam fabrikasında yangın çıkınca bir gecede üzüntüden ağarmıştı ama o Türkiye’nin sayıları her dönem az olmuş aksaçlı gerçek akil insanlarından biriydi. Onun gibi insanlara en çok ihtiyaç duyacağımız kritik bir yıla girerken aramızdan ayrıldı.
Resmi ideoloji sivilleşebilir mi?
ürkiye’nin resmi ideolojisinin daha ılımlı, sol yorumlarını biliyoruz, bu aralar daha liberal versiyonları da üretilmeye çalışılıyor ama Nusret Demiral’dan başka türlü bir iktidar pratiğini bilmiyoruz. Bugün mevcut iktidara karşı meşru bir muhalefet pozisyonu olarak yükselen pop-Atatürk sevgisi de Nusret Demiralların, Yekta Güngör Özdenlerin Kemalizm ile aynı şey değil.
Bir fırıncının radikalleşmesi…
Irkçı ve mülteci karşıtı motivasyonlarla işlenmiş açık bir nefret cinayeti Rize'deki. Edilen tehlikeli laflar, tutulamayacak sözler, milyonlarca insanı şeytanlaştırmalar belinde silahı olan milliyetçi bir fırıncının dünyasında böyle yankı buluyor.
“Türkiye iyi olmalı ki biz de iyi olalım”
Videoda etraftakilerden de sadece cılız “vurmanıza gerek yok polis çağırın”, “günah, yapmayın” itirazları duyuluyor. Irkçılığın ve kitle psikolojisinin yaşlı ve çaresiz bir kadını sokak ortasında tekmeletecek kadar insanları nasıl zıvanadan çıkarabildiğinin bir delili o video…
Millet İttifakı matematiksel “Kürt realitesini” kabul edecek mi?
Kürt meselesinde Türkiye’nin aştığı zannedilen eşikler siyasette o kadar aşağıya düşmüş durumdaki kayyumlar, HDP’lilere yönelik tutuklamalarla Kürtlerin desteğini kaybetmiş AK Parti, çözüm süreci, Andımız, kamuda Kürtçe kullanımı gibi tartışmalı konularda hala Millet İttifakı’nın iki büyük aktörü CHP ve İYİ Parti’nin önünde. CHP, Kürt masasına bile ancak Doğu Masası diyebildi. İYİ Parti’den henüz Kürt kelimesini duymak nasip olmadı. Yıllarca çözüm süreci karşıtlığı yapmış, Kürt meselesinin varlığını inkar etmiş, en büyük iktidar hayalleri TC’leri, Andımız’ı geri getirmek olan muhalif kitleler için ise Kürt meselesinde hayat 2010’larda durmuş durumda.
Türkiye’nin seçimi: Kimin konseri yasaklansın?
Sınırları aşan düzensiz göçmenlere maymun diyen politik neandertallerin orada durmayacağı açıktı.Bu özgüven patlaması sanatçılardan iyi hal kağıdı isteyen bir konser iptalciliği barbarlığına evrildi. Öyle ki 2010 yılında Türkiye’de konser veren U2 bugün Türkiye’de konser vermek istese faili meçhul cinayetlere karşı albüm kapakları ortalığa dökülür ve sahneye çıkış iyi hal kağıdını alamaz.
“Çok iyi olurdu ama seçilemez”
Bugün Adana ve Mersin’i bundan 92 yıl önce Atatürk’ün bile riskli gördüğü Nusayri belediye başkanları yönetiyor. Anketlerde beğeni oranları seçildikleri oranların üstüne çıkmış durumda. Bu sadece CHP’deki büyük değişimi değil, Türkiye’deki değişimi de gösteriyor. Demek ki toplumlar da partiler de değişebiliyor.
“Hicap duyarım”
Siyasetin işi sadece dalgaların üzerinde sörf yapmak ya da dalgalara uyum sağlamak değil bazen de dalgakıran olmak. Dünyada popülizm çağında, bir de yüzde 50 artı 1 alanın her şeyi aldığı Türkiye’deki bu ittifaklar sisteminde siyasetçiler bunu unutmuş gözüküyor. Herkese seslenmeye çalışmak, çoğunlukla hiç kimseye seslenememekle sonuçlanabilir.
Bu Vikingler bize ne etti?
Dün İsveç’in Sosyal Demokrat Partili Bakanı Linde, İsveç’in PKK'yı 1984'te Türkiye’den sonra "terör örgütü" listesine alan ilk Avrupa ülkesi olduğunu, kararın eski başbakan Olaf Palme döneminde alındığını, 2003'te öldürülen eski dışişleri bakanı Anna Lindh iş başındayken de 2002’de AB’nin aynı kararı aldığını hatırlattı. Belki İsveç Dışişleri Bakanı daha sonra da 1999’dan bu yana İsveç’in Türkiye’nin AB sürecine verdiği açık desteği de hatırlatır. Linde, YPG’nin kadın komutanlarıyla fotoğrafları yüzünden suçlanıyor ama onun o fotoğrafları çektirmesinden birkaç yıl önce PYD’nin lideri Salih Müslim de Ankara’da ağırlanıyordu.
Ne olursan ol yine gel derken…
Siyasetçiler popülizm yapmaktan büyük gerçeği topluma anlatmıyor ama artık Türkiye için göç bir tercih değil, bir zorunluluk. Son 50 yılda Avrupa ülkelerinin yaşadığını Türkiye son 10 yılda yaşıyor. Türkiye, gittikçe İngiltere, Almanya gibi daha kozmopolit bir ülke olacak. Sokaklarda daha fazla yabancı göreceğiz, ev sahiplerimiz daha çok yabancılar olacak, ülkemizi yabancılarla paylaşacağız. Ve bunu AK Parti’nin iktidardan gidip, CHP’nin iktidara gelmesi de değiştirmeyecek.
Arşivini ilk kim karıştırmıştı?
Kaftancıoğlu’nun cezaları onanan “suçlu” tweetleri 2013 ve 2014 yıllarına ait. Yani karşımızda arşivlerden bulunup çıkarılmış bir dava var. Tweetler bundan 9 ve 8 yıl önce, tamamı Gezi olayları ve onun sonrasındaki atmosferde atılmış tweetler. Benzerlerini o günlerde aralarında şimdi TRT, ATV dizilerinde oynayan sanatçılar, siyasetçiler, gazetecilerin de olduğu yüzbinlerce kişi atmıştı. Ceza alan tweetlerin en ağırı 2013 yılında yine Gezi olayları sırasında şimdi Gezicilerin pek hatırlamak istemediği duvarları dolduran Erdoğan’a küfürlü duvar yazılarından birinin fotoğrafıyla attığı 2013 tarihli tweet. Kaftancıoğlu, 2018’de bu tweet için “Erdoğan’dan samimiyetle özür dilediğini” söylemişti.
Suriyeli mülteciler yok iken…
Matbaa kadar geç kalmasa da nihayet artık bizim de aşırı sağcı-mülteci karşıtı bir partimiz var. Ama bizim yerli ve milli aşırı sağ partimizin başında, Türkiye’de tek bir Suriyeli ve Afgan mülteci yokken de nüfusun bir kısmını iç tehdit olarak gören bir Türk milliyetçisi var. Türkiye’de MHP’de bile barınamamış, uzun yıllar marjinal kalmış zenofobik, seküler, toplumcu, Türkçü bir geleneğin fikri mirasçısı.
Samiri’nin altın buzağısı neden cazipti?
Dün gün boyu henüz bir kez bile seçime girip test olmamış, mültecilere karşı yükselen öfke dalgası üzerinde tehlikeli bir sörf yapan Ümit Özdağ’ın tavizsiz Kemalistliği, ırkçılık sınırlarında sık sık sınır ihlali yapan milliyetçiliği, İçişleri Bakanı’nı düelloya çağıran kabadayılığı övülürken, bundan üç yıl önce CHP tarihinin son 30 yıldaki en büyük seçim başarısının altında imzaları olan üç isim ise linç edildi.
Milli mutabakatla müebbetine..
2004’den bu yana hakkında yazılan tüm yazılar, haberler, iddialar, verilen ifadeler birleşip bir iddianameye döndü. Milli mutabakatla yazılmış bir iddianameydi bu. Sırasıyla ulusalcılar, İslamcılar, cemaatçi polisler, iktidar destekçisi gazeteciler, Gezici komünistler, Pelikancılar hatta bazı gerçek Sorosçular eliyle imece usulü inşa edilmiş bir duvarın altında kaldı Osman Kavala.
Bir zatla ilgili verilen karar…
Israrla meselenin Gezi olduğunu söyleyen hem iktidar çevreleri hem de muhalifler siyaseten kendileri için doğru olanı yapıyor olabilir ama bu davayı toplumu ikiye bölen Gezi üzerinden yeni bir siyasi mücadele alanına çevirmenin bu haksız davada haksız suçlamalarla hapis cezası alan insanlara bir faydası yok. Karşımızda Gezi ile ilgili kim ne düşünürse düşünsün herkesin çıplak gözle görebileceği dört dörtlük bir hukuk skandalı var.
Hayatın doğal çözüm süreci ekonomiye rağmen sürüyor
Hayat kendi çözüm sürecine devam ediyor Diyarbakır’da. Diyarbakır merkezli Rawest, anadilde eğitim gibi Kürtlerin taleplerine olan desteğin ve Kürt milliyetçiliğinin yükseldiğini gösteriyor. Ama şiddet hayatı felç eden, Kürt sorunun çözümü en acil kısmı değil artık.
Yaşasın, bu bayram Suriyelilere izin yok!
4 milyon Suriyeli sığınmacıdan 200 bini bayramlarda Suriye’nin Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerine gidip akrabalarını görüp bayramlaşıyor, evleri barkları olanlar tamir ediyor, bazıları tarlalarını sürüyor. Yıllardır bu sınırlı sayıdaki insanın yaptığı bayram ziyaretini diline dolayanlar hem Suriyelilerin geri dönmesini isteyip, hem de onların Suriye ile zayıflayan bağlarını koparmaya çalıştıklarının farkında bile değiller. Yükselen bu irrasyonel dalganın altında kalmak istemeyen devlet de bu en insani hakkı engelleme karar verdi bu yıl.
Altılı masa neden ‘heyecan’ vermiyor?
Açık ki altılı masa o aranan heyecanı hiçbir zaman vermeyecek. Çünkü altılı masa Türkiye’deki heyecanlı kutuplaşmaya verilmiş bir mola. Klasik siyasi tansiyonu düşüren bir sakinleştirici, hız tutkunlarını mutsuz edecek bir fren. Belki de altılı masanın vermek istediği, birilerini heyecanlandırırken, diğerlerini korkutan bir siyasi heyecan değildir.
Kriketçi playboy nasıl antiemperyalist mücahide döndü?
Pakistan’da son 50 yılda hiçbir başbakan görev süresini bitiremedi. Seçime kadar ülkeyi yönetecek Şahbaz Şerif’’in başına da muhtemelen bir aşamada benzer bir akıbet gelecek. O da görevden alındığında Amerika darbesi deneceğini, Türkiye ile yakın ilişkileri yüzünden görevden alındığı gibi narsist yorumlar yapılacağını tahmin etmek için Büşra Bibi’nin cinlerine ihtiyacımız yok. Belki de hamaset açısından bize çok benzeyen Pakistan’da bize benzemeyen bir şeyler vardır.
Melek Abla’nın son günü…
Dünyada artık ilk 10’a giren enflasyon sadece ayda bir açıklanan rakamlardan ibaret değil, Türkiye’nin her yerinde, her gelir grubundan insanın hayatına ayrım gözetmeksizin dokunuyor. Bugüne kadar akıp gitmiş hayat düzenlerini altüst ediyor. O hayatlardan birini yani Melek Hanım’ın hikayesini daha yakından biliyorum...