Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHayır, bunu sana entelektüeller yapmadı

Hayır, bunu sana entelektüeller yapmadı

Nilüfer Göle, hatta Tanıl Bora başka pek çok liberal, demokrat, sol-demokrat aydın gibi zamanında dincileri şımartıp, başımıza çıkaran, ağacın yaşken eğilmesine itiraz eden, Kemalizmi, orduyu eleştirip AK Parti’nin önünü açan hainler listesine eklendi. Ve bir kesimin gözünde sonsuza kadar susmaya mahkum edildi. Bu tek taraflı müebbet susma cezasını bozdukça da “bu hala konuşuyor” tarzı magandaca anti-entelektüel tepkiler, homurtu sesleri duyuluyor. Önyargılarınızın öngörü olduğunu zannediyor, bizi mutlu cehaletimizle baş başa bırakmayıp kafalarımızı karıştırdıkları, kendi mahallerinin dışına çıkmaya cesaret ettikleri için entelektüelleri suçluyorsunuz.

Nilüfer Göle, T24’den Cansu Çamlıbel’e konuştu ve yine küçük bir kıyamet koptu.

Sosyal medyada linç edilen röportajın başlık ve spotu şöyle:

“20 yıl önce vurgu Kemalizm eleştirisindeydi, bugün Atatürkçülüğün yeniden keşfinde. Atatürk’e sahip çıkan kesimler kültürel alanda itici güç olduklarını gösterdi. Atatürk ile Cumhuriyet arasındaki özdeşlik pasif direnişle korunmaya çalışılıyor.”

Aynı günlerde Medyascope’a konuşan Tanıl Bora da linçten nasibini aldı.

Üstelik ironik bir biçimde “Türkiye’de ve dünyada bir anti-entelektüalizm var” dalgası dediği için:

“Bütün dünyada ve Türkiye’de güçlü bir anti-entelektüalizm var. Entelektüeller ve entelektüel faaliyetler bundan 10-20 yıl önce olduğu kadar saygın değil. Kimse onları o kadar merakla dinlemiyor.’ sözleriyle sosyal medyanın gündemine oturan Tanıl Bora’nın bu sözleri hem eleştirilerin odağı oldu hem de pek çok kişi tarafından desteklendi. Muazzam bir hızla deveran eden müthiş bir söz yığını var ve herkes daha kısa daha pratik daha vurucu daha ilginç daha net daha eğlenceli bir şey duymak istiyor ve hızla duyup işitip devam etmek istiyor. Gerçekten hani entelektüel etkinlik biraz zaman ister, biraz mesafe ister kimsenin hani onlara vakti yok. Böyle bir zamanda yaşıyoruz ve hakikaten bunun da beraberinde getirdiği bayağı bariz bir anti-entelektüalizm var. Günümüzün bu yeni sağına filan baktığımız zaman, bu faşizan popülizme baktığımız zaman onun en önemli unsurlarından biri anti-entelektüalizm. Bunun müthiş bir aşındırıcı etkisi var. Bunu da hesaba katmak lazım, yani sadece düşüncenin kendi zayıflığıyla ilgili ya da dediğim gibi eskisi gibi parlak entelektüeller çıkmaması ile ilgili bir sorun değil bu yani bu yapısal bir sorun bence.”

Göle’nin başörtüsü özgürlüğüne geçmişte verdiği destek hatırlatıldı, şimdi nedamet getirdiğine, pişmanlığına yoruldu ama bu pişmanlık daha önce işlediği ‘büyük günahlar’ nedeniyle kabul edilmemişti.

Geçmişteki büyük siyasi kırılma anlarında radikal pozisyonlar almamış olan Tanıl Bora’nın suçu ise herhalde Cumhuriyet, Atatürk, milliyetçilik konularında okullarda bize öğretilen tertemiz bilgileri kurcalamak, pürü pak akıllarımızı karıştıran onca kitap, eleştiriye imza atıp yayınlayarak AK Parti iktidarına ön açmak…

Her ikisinden de beklenen bilge insanlar oldukları ortaya çıkan Kemalist teyzeler önünde diz çöküp özür dilemeleri, bir daha asla sosyal sınıflarına ihanet etmeyeceklerine yemin etmeleri, gençlerin aklını karıştırmaktan vazgeçip, bundan sonraki hayatlarını da entelektüellere düşmanlığın haklı sebepleri üzerine itirafçılıkla geçirmeleri.. Belki de sonsuza kadar susmaları..

Peki neydi mesela Fransa’da saygın üniversitelerde çalışan sosyolog Prof. Nilüfer Göle’nin affedilmez suçu?

En büyük, affedilmez suçu herhalde 1991’de Modern Mahrem diye bir kitap yazıp, başörtüsüyle ilgili laiklerin öcü hikayeleri dışında sosyolojik tesbitler yapması.

Böylece başörtülüleri kriminal bir vaka, bastırılması gereken bir devrim karşıtı çıban olmaktan çıkarıp onlara ses ve hak vermesi.

Özetle kitap “bu türban sizin nenelerinizin başörtüsü değil, bu kadınlar başörtüsü takarak modern hayata katılmaya çalışıyor” gibi bugün için Sorbonne’da doktorayla değil, bir akbille biraz sokaklarda dolaşmayla bile yapılacak bir tespit üzerine kurulu.

Ama o günler için şunları yazmak sadece berrak bir zihin değil, mangal gibi bir yürek de gerektiriyordu:

“Başörtüsü geleneklerin sınırları içinde kalmış, kuşaktan kuşağa aktarılmış ve kadınlar tarafından edilgence benimsenmişken türban, yaşamın geleneksel alanlarından modern alanlarına geçişi ve siyasi bir direnişi içeren, kadınlarca gerçekleştirilmiş etkin bir sahiplenmedir.” (Göle, 2011:16)

“Zihinlere yerleşmiş kaderine boyun eğen, pasif, yumuşak başlı, itaatkar, geleneksel Müslüman kadın imgesi, evinin kapalı kişisel dünyasından çıkarak kollektif kitlesel hareketlere karışan, aktif, talepkar hatta militan olan İslamcı kadınlar tarafından kırılmaktadır.” (Göle, 2011:135)

İslamcı bir sosyolog olarak bunu yapsaydı belki görmezden gelinebilirdi.

Ama bunu CHP Kars milletvekilin kızı, Yargıtay Başkanı’nın torunu, SBF Dekanı’nın kızkardeşi, ünlü bir iktisatçının eşi, TED, ODTÜ, Sorbonnelu bir beyaz Türk akademisyen olarak söyleyince kendi sınıfına karşı bu içeriden ihanet hiç unutulmadı.

Göle, neden bu çalışmayı yaptığını anlatırken, içinde bulunduğu akademik sınıfın yaşadığı toplumun hakikatlerine olan bilinçli-bilinçsiz ilgisizliğini de anlatmıştı:

“Üniversite kampüslerinde örtünerek ortaya çıkan bu yeni figürler bize yabancıydı. Sekülerleşme, modernleşme ve eğitimin bir arada gittiğini düşündüğümüz için kitabî olarak yabancıydı. İkinci olarak, yeni bir olguya işaret ediyordu: çünkü Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş olan kadınların geleneksel başörtüsünden ya da muhafazakâr ailelerdeki İslami örtünme biçimlerinden farklı bir Müslüman kadın profili ortaya çıkıyordu. Yani gözlemlediğimiz alışılagelenden farklı olduğu gibi, bildiklerimize de yabancı kalıyordu. Üçüncü olarak, İslam’da özne olarak kadının yeri yoksa peki bunlar kimdi? İslamileşme hareketinde kadınlar aktörler mi? Kendi istekleriyle mi örtünüyorlar? Çalışmaya böyle bir merakla, bu durumu anlamak için başladım. Bir yandan bireysel bir sorum da vardı. Ben de aynı tarihsel ve kültürel havzanın bir parçasıysam, aynı toplumda yaşıyorsam, kadın, Türk, Müslüman olarak nasıl bir ortak paydamız vardı?”

Göle, daha sonra başörtülü kadınlara sahip çıkmadıkları için feministleri suçladı, Fransa’da burka yasağı gündemdeyken verdiği bir röportajda burka için “Ben çok kışkırtıcı buluyorum. Herkes burkanın karşısında: Müslümanlar, laikler, kadınlar, siyasetçiler… Burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. Gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. Ne güzel! Her şey aydınlık mı olacak kardeşim. Tam mahrem. Biz “modern mahrem” diyorduk. Bu, modernliğe karşı tam karanlık. Ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim! Burkanın bu kadar tantana koparmasını eğlenceli buluyorum… Burkan hatırlattıklarını, burkanın karanlığının rahatsız ediciliğini seviyorum, düşündürücülüğünü seviyorum” dedi.

Türkiye’deki entelektüel ortam için kaldırılıp, anlaşılması hayli ağır bir entelektüel kışkırtıcılık olan bu sözler yıllar içinde “Ben burkanın karanlığını seviyorum”a dönüştürüldü.

Sonra bunlara Yetmez Ama Evetçilik, başörtüsüne özgürlüğe verdiği destek nedeniyle AK Parti’nin daha sonraki yıllardaki bütün günahlarına ortak edilme de eklendi.

Böylece Nilüfer Göle, hatta Tanıl Bora da başka pek çok liberal, demokrat, sol-demokrat aydın gibi zamanında dincileri şımartıp, başımıza çıkaran, ağacın yaşken eğilmesine itiraz eden, Kemalizmi, orduyu eleştirip AK Parti’nin önünü açan hainler listesine eklendi.

Ve bir kesimin gözünde sonsuza kadar susmaya mahkum edildi. Bu tek taraflı müebbet susma cezasını bozdukça da “bu hala konuşuyor” tarzı magandaca anti-entelektüel tepkiler, homurtu sesleri duyuluyor.

Sanki tam ordu, yargı, CHP, medya; dincileri, türbanlıları, tarikatları, cemaatleri, Milli Görüş’ü bastırıp, ortadan kaldıracaktı da bu laik aydınlar “yapmayın” diye yetişti, onların elini tuttu, buna engel oldu.

Hayır, estağfurullah. Ağanın elini tutmak kimin haddine.

Tam da bunları yaptınız zaten. Hem de 75 sene yaptınız.

En son 28 Şubat’ta partilerini kapattınız, başörtülüleri üniversitelerden attınız, imam hatipleri bitirdiniz, Erdoğan’ı hapse attınız. Çankaya’ya türbanlı first lady çıkmasın diye meydanlara dökülüp, muhtıra yayınlattınız.

Elinizden geleni ardına koymadınız.

Sonra ne oldu?

Bastırmaya çalıştığınız şeyin bu ülkenin büyük ve kalabalık bir gerçeği olduğuyla yüzleştiniz.

Entelektüellerin suçu gerçek entelektüeller oldukları için bunu önceden görüp, tespit, etmek, uyarmak, fotoğraf çekmek, adaletsizliklere ve eşitsizliklere karşı ses çıkarmak oldu.

Ama buna rağmen yıllarca kadınların başörtüsü takmasını en büyük mesele ettiniz, başörtülülerin üniversiteye gitmesine, meslek sahibi olmasına, Çankaya Köşkü’ne çıkmasına, milletvekili olmasına ordu ile birlikte direndiniz.

Kürtlerin en temel dil haklarına bile tahammül edemediniz. Çözüm sürecine bile ayak sürttünüz.

Bunları yaparken laik demokrat aydınlar, yapmayın, etmeyin böyle olmaz diyerek sizi makuliyete, insan haklarına, demokrasiye çağırdı, dinlemediniz.

Karşınızda büyük ve haklı bir rövanşist öfke biriktirdiniz.

Şimdi de bu tarihsel takıntılarınızın yarattığı kutuplaşmanın sonuçlarını bunun yanlış olduğunu söyleyenlerden çıkarmaya çalışıyorsunuz.

Halbuki dünyanın en yüksek enflasyon oranlarından biriyle bile bu halk gidip tekrar AK Parti’ye ve Erdoğan’a oy vermişken, tam da aynaya bakıp, biz nerede hata yaptık diye muhasebe etme zamanıydı.

Ama hala herkesin hafızalarındaki yakın geçmişten ders çıkarmamakta, tarihsel süper haklılık iddianızdan vazgeçmemekte ısrar ediyorsunuz.

Karşınızdaki rövanşı büyütüyor, iktidarın değişiminin önünde psikolojik bir bariyer olmaya devam ediyorsunuz.

Bir de suçu zamanında alternatif orta yollar göstermiş, dışlayıcılık yerine kapsayıcılık, düşmanlaştırma yerine anlama ve birlikte yaşama tavsiye etmiş entelektüellerde buluyorsunuz

Önyargılarınızın öngörü olduğunu zannediyor, bizi mutlu cehaletimizle baş başa bırakmayıp kafalarımızı karıştırdıkları, kendi mahallerinin dışına çıkmaya cesaret ettikleri için entelektüelleri suçluyorsunuz.

Hayır bunu sana entelektüeller yapmadı, ne yaptıysan kendin yaptın!

- Advertisment -