Yalan evcilleşiyor böyle koşullarda, topraklarda. Evcilleştiriliyor… Petyalan oluyor, o “shop”larda envai çeşidini göreceğin… Yalanını beğen, al, sen de “ev”inde besle, büyüt, sonra sokakta dolaştır. İnsanlar hayatı, “gerçek”leri öyle hikâyelerden öğreniyor bazen. “Hikâyeden” öğreniyor. Başkasının yalancısı olmak işten değil, ayıptan da sayılmaz bu “sosyal” ortamda.
Ülkede her gün kötü bir şey olurken gündelik hayatta yaşanılan küçük ya da büyük mutluluklardan dolayı hissedilen suçluluk duygusu için şunu önereceğim. Öncelikle bakış açınızı değiştirin. Her ne olursa olsun kendi psikolojinize ve bedeninize iyi bakmak suç ya da ekstra bir şey değil, bu bizim en büyük sorumluluğumuz ve önceliğimiz.
Annesi somyayı pencere önüne yerleştirmesine itiraz etmişti. Perdelere, pencereye ulaşmak için iki büklüm uzanması gerekecekmiş. Zaten beli ağrıyormuş. İnatçılık edip uğraştırmasaymış insanı. Nilüfer inatçılık etmişti. Hayatında belki de ilk defa. Uyku tutmadığında dirseğini pencere pervazına dayayıp dışarıyı seyredebilecekti. Yatağını sadece yatıp uyumak için değil, oturup hayal kurmak için de kullanabilecekti.
İç savaşın başlangıcını büyükelçi olarak Şam’da yaşayan Türkiye’nin Suriye’deki son büyükelçisi Ömer Önhon, Dışişleri’ndeki 40 yıllık hizmetinin tamamında Ortadoğu, münhasıran Suriye bağlantılı görevlerde bulundu. Önhon, Perspektif’e verdiği geniş mülakatta Suriye’deki iç savaşın gelişimi, Türkiye’deki mülteciler, ABD ile YPG arasındaki ilişkiler ve benzeri konulardaki soruları cevaplıyor.
Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir. Avrupa ile ilişkiler ve Suriye’nin durumu bu haldeyken, dört milyon insanı davul zurnayı bırakın, Ümmü Gülsüm’le, Feyruz’la bile Türkiye’den gönderemezsiniz.