3 ay önce 17 milyonluk küçük bir Orta Amerika ülkesi olan Guatemala’da sessiz sedasız bir demokrasi hikayesi yazıldı. Başkanlık seçimlerini %60 oyla hiç beklenmeyen bir isim kazandı: 5 dil bilen sosyal demokrat akademisyen Bernardo Arevalo. Arevalo bir darbe sonucu sürgüne yollanan ülkenin ilk demokratik yolla seçilmiş başkanı solcu Juan Jose Arevalo’nun oğluydu. Kampanyası boyunca “Pacto de corruptes” olarak bilinen ve ülkenin kaynaklarını sömürmek konusunda uzlaşmış sağcı, solcu siyasetçilerden oluşan ‘Yolsuzluk İttifakı’nı eleştiren Arevalo seçimleri farkla kazandı. Ama sevir teslim törenine sayılı günler kala seçimlerin galibi Arevalo’nun partisi kapatıldı, suikastle tehdit edildi, parti binaları basıldı, hakkında soruşturmalar açıldı. Arevalo’nun imdadına Guatemala’nın yarısını oluşturan Maya yerlileri ve TikTokçu gençler yetişti.
‘Seçmen şu veya bu mesajı verdi’ türünden değerlendirmeler gerçekliğin üstünü ambalajla kapatıp basitleştirme işlevi görür. Asıl soru seçimleri kimin kazandığı değil, seçimlerden kimin kazançlı çıkacağı. Muhalefet yeni bir ideolojik vizyon geliştiremediği sürece yakın gelecekte genel seçimleri kazanamaz. Siyaset hala iktidarın doğru ve yanlışları etrafında yapılıyor. Hala ortada muhalefete ait tezler, önermeler, tahliller yok. Dolayısıyla iktidar yanlışlarını düzelttiği takdirde, bu muhalefete ‘siyaseten’ ihtiyaç kalmayabilir.
Seçim sonrası AK Parti çevrelerinden gelen eleştiriler kötülük problemiyle boğuşan ilahiyatçıları hatırlatıyor. Tanrısal olanı, mutlak iyi olanı arızi olandan ayırt etme çabası adeta. Bütün bir hatalar yığınının failsiz bırakılması yahut “Akapeliler” ya da çalışmayan partililer gibi bir kategoriye bütün suçu yıkıp, ardından yapılan bir eleştirinin konformizmi. Eleştiri belli bir aşamaya geldiğinde “Reis” e daha güçlü destek çıkılacağına dair tövbeler ediliyor, antlar içiliyor. Ama bu rejimi Erdoğan inşa etti. Değişimi hatta yıkımı onun eliyle mümkün. O değiştirmez veya yıkmazsa, ardından gelenin şimdikinden daha iyisini yapacağının herhangi bir garantisi yok. Bu özeleştirinin yapılmamasının maliyeti muhalefet içinde buna uygun aktörlerin mevzi kazanması ve Erdoğan tipi devletçiliğin devralındığı bir iktidar dönemi olur.
Mücahit Bilici’nin, Türkiye’de felsefe ilgisinin artmasıyla ilgili görüşüne katılıyorum; hatta bu somut verilerle de ortaya konabilir. Bilici belki felsefe terimini daha geniş anlamda kullanmıştır, ama dar (belki akademik) anlamıyla da felsefe konusunda bir tomurcuklanma var. Aslında bizde felsefe eskiden beri - dönemin koşullarına göre değişen isimlerle elbette - okunur. Ama bir tartışma açmaz, ya da yaratıcı bir üretime evrilmez. Bizde bu okuma tamamıyla araçsaldır.
Rusya açıklanmış resmi nükleer güç. İsrail ise resmi olmayan nükleer güç. Her iki ülke de kendilerini hukukun üstünde görüyor. İsrail, BM Güvenlik Konseyi’nde ABD destekli. Adeta vetosu var; ABD sayesinde. Rusya ise veto hakkına sahip Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olduğundan. İsrail ve Rusya Uluslararası Adalet Divanı kararlarını zorunlu görmüyor.Her iki ülke de soykırım ithamıyla Adalet Divanı önündeler.