Trendeki Kırım Tatarları, Türkiye topraklarına büyük bir umut içinde girmişlerdi. Edirne’den itibaren tek umutları, vagonların havalandırma pencerelerinin açılması ve bu sırada vagonlardan atlamaları halinde Türk yetkililerinin kendilerine yardım edeceğine dair inançlarıydı. Edirne’den Kars’a doğru tren yol almaya başladığında maalesef ne kapılar ne de pencereler açıldı. Tren Kars’a doğru yaklaşırken, Tatarların vagonlarda bulunan muhafız askerlere, “Ne olur bizi vurun, Ruslara teslim etmeyin” çığlıkları yükseliyordu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı; bir süre sonra performanslarıyla mücadeleyi kazananlar, referans sahiplerine özendiklerinde devşirildiler, performans referans sahiplerinin kazanç hanesine yazıldı. Bunun sebebi biz İslamcılar da diğerleri gibi temel gerilimin toplum/halk ile laik/seküler aydınlar arasında olduğunu düşünmemizdi. Yanlış teşhisimize göre sorun “laiklikte/sekülerlikte” düğümleniyordu, bu yanlıştı, sorun tamamen “aydın”da idi. Bu yanlış teşhis Müslüman zihnini millileştirdi/milliyetçileştirdi ve halkın hayat tarzını ve taleplerini masum ve hatta hakikatin kaynağı görme hatasına düşürdü.
Önce bir gerilla, sonra bir devlet başkanı ama hep insan ama gerçekten insan kalan ve öyle de yaşayan bir türün belki de son örneği José Mujica öldü. Fakat, anlamlı ve büyük ve özenilesi bir hayatı geride bırakarak. Nur içinde yatsın.
69. Eurovision Şarkı Yarışması, bu sene İsviçre’de. Belki jüri sistemi nedeniyle artık rahmetli Bülent Özveren’in tabiriyle “komşuların komşulara oy vermesi” sonuçları etkilemiyor, ama siyaset yine başrolde. İsrail’e yönelik tepkiler, Ukrayna’nın işgali, aile ve cinsellik tartışmalarının gölgesinde geçen yarışmada maalesef Türkiye bu sene de yok. Yunanistan, Doğu Karadeniz Rumlarının memleket hasretini konu alan bir şarkıyla Trabzon’u yarışmaya taşısa da yarı finale Türkiye’den Basel’e giden Eurovision hayranları damga vurdu. Yarışmaya katılmasa da en yoğun alkışlardan birini salonda ismi okunan Türkiye aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslamcılıktan ‘millîlik’e geçtiği (geçmek zorunda kaldığı) 2015’ten bu yana dilinden düşürmediği “Bizim bir Misâk-ı Millî meselemiz vardır” cümlesi gelir Lozan’a dayanır, ki zaten Lozan da doğrudan payını alır bu iddiadan. Lozan Kürtler için de bütün doğal haklarının Türkiye Cumhuriyeti devletinin insafına bırakıldığı bir antlaşmanın adıdır ve Kürtler on yıllar boyunca o insaftan zerrece nasiplenmemişlerdir. Yani Lozan Türk egemenliğini sınırladı, Kürtleri Türk egemenliğine zimmetledi, fakat şimdi egemenliğin genişletilmesi isteniyor ve bu da Kürtler olmadan olmuyor.