Çok partili rejimin 1946’daki ilk genel seçimlerle devreye girmesi, Kürt meselesine toplumsal bir boyut kazandırdı. Kürtler de seçmendi; oy veriyor, iktidarın belirlenmesinde etkili olabiliyorlardı. Türkiye İşçi Partisi’ni kuran ve yönetenler arasında Kürt aydınları da yer alıyordu. Tarık Ziya Ekinci, Yaşar Kemal, Yusuf Ziya Bahadınlı ve Adil Kurtel aklıma gelen birkaç isim.
99 felaketinde yardıma uzaktan gelenler arasında farklı deneyimlere sahip kişiler vardı. Japonya’dan gelen heyette Japon İmparatoru’nun başdanışmanı gibi önemli ve deneyimli kişiler bulunuyordu. Yetkililer ile ilişki kurmak için bütün yolları denediler. Ancak muhatap bulmakta zannedersem biraz zorlandılar. Japonya Büyükelçisi de geldikleri ilk gün yapılan toplantıda bu zorluğa işaret etmişti: “Bu ülkedeki zorluk, uzmanların sorunları anlamaya uğraşmaları değil, her şeyi önceden bildiklerini iddia etmeleridir. Bu nedenle yerel insanlardan bir şeyler öğrenebilirsiniz. Ama kamu işlevleri yerine getiren sınıflar, özellikle kamu imkanlarını kullanan kişiler genellikle –en olmayacak bir şekilde- kendilerini temsil ederler…”
Yıllar içinde o kadar çok dostum, arkadaşım oluştu ki “Nerelisin?” diye soranlara, “Diyarbakır’ın Sur ilçesindenim” diyebiliyorum. Diyarbakır büyükşehir belediye başkanlarından Osman Baydemir’in, Suriçi belediye başkanlarından Abdullah Demirbaş’ın yurda dönüş heyecanı içinde yandıklarını biliyorum. Türkiye bir çağ atlama fırsatını yakalamış durumda. Kürtlerin de Türklerin de mutlu olabilecekleri yeni bir döneme giriyoruz.
Bazı sevme biçimleri esas anlamını tanınmayana, uzaktakine, ‘biz’den olmayana yöneldiğinde bulan vicdan duygusunu dışlar ya da onun ancak küçük dozlarının bünyeye sirayet etmesine izin verir. Bunlar, tek bir özneye odaklanmış yoğun (aşırı?) sevgi biçimleridir. Sosyal medyada gerek Sırrı Süreyya Önder’in ölümünden gerekse Kürt barışının gerçek bir imkân olarak belirmesinden sonra ortaya çıkan tablo, ultra milliyetçiliğin içine vicdanın sızamadığı bir sevme biçimi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Brüksel seyahatlerinden birinde ABD Başkan yardımcısı JD Vance’in bundan dokuz yıl önce daha 31 yaşındayken yazdığı “Hillbilly Elegy” adlı kitabını satın aldım. Kitabı okuyunca işçi sınıfının elitlerin geliştirdiği küreselleşme ve neo-liberal ekonomik yapıya tepkisini anlamak mümkün oluyor ABD’deki Demokrat Parti, Avrupa sosyal demokrat partileri yeni bir söylem geliştiremedikleri veya değişimin korkulacak bir şey olmadığı konusunda seçmenlerini ikna edemedikleri sürece, demokrasilerin sağa kayması kaçınılmaz gibi geliyor.