Aralık 1999'da Türkiye, Avrupa Birliği’ne resmen aday olmuştu. Herkes memnun ve umutlu idi. Hollandalı bir dostum diplomat “korkarım bu Avrupa Birliği normlarını beceremeyeceksiniz. Zira imparatorluk geçmişiniz, aşırı milliyetçilik ve gelecekten ziyade geçmiş ile yaşamanız buna mâni, dini farklılık değil” demişti.
Türkiye siyasetinin öne çıkan kutuplaştırıcı yapısının en işlevsel aygıtı damgadır.HDP=PKK=CHP söylemi, bütün Kürtleri kapsayan damganın ve damganın uzandığı tüm sosyal ilişkilerin mahkûm edilebildiği en açık örnektir. İstanbul seçimlerinde Kürtlerin Cumhuriyet Halk Partisi’ne verdiği destekten yola çıkılarak üretilen CHP=HDP=PKK damgasının da siyaseti paralize edebildiği bir düzlemde, benzer damgaların sosyolojiyi hem normaller hem de damgalılar bağlamında nasıl zehirleyebileceği ve ne tür bir baskı üretebileceği özellikle dikkate değerdir.
Uyarılar, “Ayrılıklar, ahlâkımızın sınanma anlarıdır” gibi edebe ve itidale davet eden cümlelerle başlamıştı. MİT krizi çıktığında, ‘dine hizmet’ diyerek yola çıkan bir cemaatin MİT müsteşarının kim olacağı üzerine kavga vermesindeki garabeti sorguladım. Bunun, o güne kadar ‘dine hizmet ediyorlar’ diye kendilerine destek verenlerde yol açacağı güven problemine dikkat çektim. “Siyaset bu kavgadan yara alır, ama cemaat ölür” diyerek de, net bir şekilde uyarımı yaptım.
Dünyada demokrasinin geri çekildiği bir dönemdeyiz. Türkiye’de de sistemin adalet ve demokrasi temelli dönüşümü için yola çıkan muhafazakâr demokratların son 10 yıldaki performansları ilk 10 yıldaki gibi değil. O yüzden eskiye rağbet başladı ve bit pazarına canlılık geldi. Şimdilerde eski demokratlardan nedamet getirenlerle aslında yeni/post Kemalizm de fena değil diyenlerin sesi daha çok duyuluyor. Bugün siyasi atmosferin etkisiyle birçok konu gibi cumhuriyet de sakin ve serinkanlı bir biçimde konuşulmuyor; her türlü güzelliğin kendisinde toplandığı “iyi bir şey” veya sahip olduğumuz tüm kazanımların kaynağı anlamında kullanılıyor.
Fetullah Gülen, dinî ilimlerin en azından bir kısmında Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki ortalama bir ilahiyat hocasından daha ileride olmasının yanında, insan ve topluma dair başarılı bir okuma yapabilen biriydi de. Bu toplumdaki hastalıklar kadar zaafları da onun kadar iyi görmüş ve hareketi lehine kullanabilmiş başka kaç insan vardır, bilmiyorum. Velhasıl, Gülen’e dair net eleştirileri olan biri olarak söylüyorum, güya onu aşağılamak adına ortaya konulan propagandist, ucuz, yanıltıcı ve karikatürize edici yaklaşımlar ne ahlâkî açıdan doğru, ne de epistemik anlamda isabetli. İddia edildiği gibi ‘boş bir adam’ın bu kadar çok insanı bu kadar uzun bir zaman diliminde bu derece etkileyebileceğini düşünmek insan ve toplum gerçeğine de hakaret olur.