6 Ocak’ta, 58 yaşındaki İtalyan futbolcu ve teknik direktör Gianluca Vialli’nin dünyadaki vadesi dolarken bizim de gençliğimizden bir yaprak daha düşüp gidiyordu…
Holigan milliyetçilik, ekonomik krizin etkisiyle orta sınıf konumunu giderek yitiren ve yoksullaşan bir sosyolojiye ve çaresizlikten lumpenleşen bir gençlik eğilimine işaret ediyor. Ciddiye alınması gereken bir sosyolojik olgu … Evet, internette bir hayalet dolaşıyor: Seküler milliyetçilik hayaleti…
Yaygın otoriterleşme, veya daha fazla otoriterleşme, veya tek adamlaşma varyantlarından biri daha. Seçimli, çok-partili ülkelerde de oluyor (“illiberal democracy,” liberal olmayan demokrasi, liberalliği kalmamış demokrasi diyoruz). Bazen, bu tür demokrasi unsurlarını vesayet altında da olsa tümüyle yıkan yeni darbelerle çıkageliyor (Myanmar örneği). Hattâ bazen, komünist rejimlerde dahi baş gösterebiliyor. Tek parti de olsa, “kollektif önderlik” adı altında geçicilik, rotasyon, sınırlı görev süreleri gibi denge ve denetleme mekanizmaları kurulmuş olabiliyor yer yer. Derken biri çıkıp hepsini siliyor; tekrar Stalin, Brejnev veya Mao tarzı Ebedî Şef usullerine dönülüyor. Çin’de bunu Şi Cinping yaptı. Şimdi Vietnam aynı yola girmekte.
Bakın ne diyor BBC’ye konuşan Afgan bir kadın; “Keşke Allah kadınları yaratmasaydı.” Bu nida Müslüman bir kadın olarak benim için o kadar ağır ki, hem İslam, hem kadın kimliğim yara alıyor. Afganistan’daki kadınlar, kardeşlerimiz, kaderdaşlarımız ters 28 Şubat yaşarken Müslüman kadınlar olarak, Türkiyeli Müslümanlar neden bu kadar sessiziz bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Kabil Havalimanı’nı kimin yöneteceğini kadınlara uygulanan baskıdan daha çok konuştuk. Konuşursak İslam baskıcı olarak görülür diye mi korkuyoruz? Taliban’a dokunmak İslam’a dokunmak değildir ki.
Bir memleket değil de “bir ruh hâli” olan bir ülkeyi “hiçbir şey olamayan her şey” olarak tanımlasak… Yahut koca bir hayatı, öyle ülkelerin, hayatların içindeki insanları. Sonra mırıldanıp “Hislerimi değil de düşüncelerimi söylemekten bıktım” desek. Bir eşya, madde, “şey” değil de “duygu koleksiyonu” kursak bir ülkede, bir hayatta ya da bütün bunları hissettiren bir filmde… Adı “Bir avuç doğrunun (gerçeğin) yalan yanlış güncesi” olurdu belki de.