Aftersun filmi izleyici için bittiği andan itibaren başlıyor, duygusu yoğun bir rüyadan uyanmışız da ne gördüğümüzü hatırlayamadığımız, rüyadaki seçemediğimiz cisimleri, yüzleri zihnimize çağırmaya çalışmamız gibi.
İnsanın kendisine sürekli “Sen” diyen bir “Siz”i uyarması sadece bir nezaket kuralı değil en olağan iletişim hakkı. Ama bu hakkı, bir yönüyle bu kadar “basit” bir şeyi anla(t)mak bile kolay değil bu ülkede. Hele bu hakkı savunmak başlı başına yaman mesele. “Damdan düşenin hâlini damdan düşen anlar” atasözü, “Dama düşenin hâlini…”ye dönüştüyse iyice zor. Bedeli de büyük.
Yeni İttihatçılık ülkeyi ve insanlarını hastalıklı bir psikolojiye, ilkel bir zihinsel tıkanmaya mahkûm ediyor. ‘Türkleri’ insanlığın birikiminden nasibini almamış, hatta onu ‘bilinçli’ olarak reddeden, kıymeti kendinden menkul bir devletçiliğin peşinde sürüklenen bir güruha dönüştürme hayali güdüyor. Bu fazlasıyla arkaik yaklaşım nasıl oldu da adım adım inşa edilebildi ve halen ülkenin yarısının oyunu alabilecek bir noktada?
Özgür Özel’in ünlü basın toplantısında 1,5 dakikada yaptığı itibar suikastlarını, manipülasyonları, dezenformasyonları, kendisine karşı da kullanılan FETÖ sopasını nasıl kullandığını, trol ifşa ederken nasıl trolleştiğini anlattım.
Yıllar sonra, ya Aydınlar Ocağı ya Komünizmle Mücadele Derneği gibi habis bir ortamda başarısız alıcı ile hakim karşılaşmış, tanışmış ve arkadaş olmuş. Ahbaplıkları ilerlediğinde adam sormuş: Şöyle şöyle bir dava vardı, siz davacıyı haklı bulmuştunuz, hatırlıyor musunuz? Hakim hatırlamış. Evet, demiş, iki tane de yalancı şahit vardı!