Taş Mektep, 19. yüzyılın ikinci yarısında, Rum Ortodoks Patriği Sofronios tarafından yazlık konut olarak inşa ettirilmiş. 1922'de İstanbul Belediyesi tarafından satın alınan bina, önce Köprülü Mehmed Paşa Numune Mektebi olarak kullanılmış. 1924-25 yıllarının ardından Büyükada İlkokulu’na dönüşmüş.
Siyaset dilinin bugünkü incisi “âdeta”. “Sanki, neredeyse, hemen hemen, az kalsın”a esneyen anlamıyla muğlaklığı bir yana… Kurnazlığa da müsait. “Haber dili”nde bile artık can simidi. Bir şeyi tam ifade edemez, ölçemez, ne olduğuna karar veremezsen oraya bir “âdeta” oturt. Cümlenin, lafının gittiği yerden çekinirsen, muallakta bırakmak istersen de harika. İtiraz gelirse cevap hazır: “Ben öyle(dir) demedim ki, âdeta dedim…”
Abdüllatif Şener, kurucusu olduğu AK Parti’den 2007 yılında ayrıldı. Cumhuriyet mitingleri ve AK Parti’yi kapatma davasının Türkiye gündemini esir aldığı günlerde meydana gelen bu gelişme toplumsal ve siyasi muhalefete ilaç gibi geldi; Abdüllatif Şener, “AK Parti’nin gerçek yüzünü teşhir eden” siyasi figür olarak kahramanlaştırıldı. Ben aynı fikirde değildim. 2008 Mart’ında, birkaç cümlesinden ve sezgilerimden yola çıkarak olumsuz bir Abdüllatif Şener portresi çizdim, portre Aktüel dergisinde yayımlandı. Malûm gelişmeler üzerine hatırlatmaya karar verdim.
Çin muhakkak ki dünyanın başka bölgelerine açıldığı gibi Orta Doğu’ya açılmaktadır. Dünyanın ikinci -bazı hesaplara göre de en büyük- ekonomik gücü ve en azından şimdilik çok büyük bir sermaye fazlası üreten bu ülkenin bu gücünü kullanmaması, enerji bağımlılığının bu kadar yüksek olduğu bölgeye sırt çevirmesi pek beklenemezdi. Kaşıkçı cinayetinden ve Biden iktidara geldikten sonra ABD ile ilişkileri limonileşen Suudi Arabistan ve demokrasi söyleminden pek hoşnut olmayan diğer Körfez ülkelerinin ABD’ne nispet olarak Çin’e dönmeleri de pek anormal sayılmaz. Ancak bölge sorunlarına yabancı, askeri mevcudiyeti sınırlı Çin’in en azından gözle görülebilir bir zaman diliminde bölgede etkin bir aktöre dönüşmesini ve özellikle ABD’nin konumunu tehlikeye düşürecek bir güce sahip olacağını düşünmek pek doğru olmaz.
Osmanlı’nın Kürdistan’ın ismiyle bir derdi olmaz, Kürdistan’a Kürdistan der. Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde de Kürdistan ismi sakıncalı görülmez. Nitekim Mustafa Kemal resmi beyanlarında da, şahsi mektuplarında da Kürdistan’ı kullanmaktan imtina etmez. Tarihi, coğrafi ve siyasi bir gerçeklik; faşizan bir gayretle ortadan kaldırılamaz. Kürdistan da öyle bir gerçeklik; ne göz kapatmakla karartılabilir ne de ceza vermekle insanların hafızalarından kazınabilir.