Türk faşizmi ilginç bir özelliğe sahip. Batı ülkelerinde faşizmin devlet karşıtı bir yanı vardır; ezik ve lümpen kitleleri seferber edebilmek için büyük sermayeye, bankalara ve bunları koruyan devlet aygıtlarına düşman bir söylem kullanır. Bizde ise bu yanı hiç yoktur faşizmin; her zaman devletle el ele, kol kola olmuştur, devletin bekasını her zaman en öne koymuştur.
“Ya saçmaladığımı gösterin ya siz de bir şey söyleyin…” Bu kalıbı, gazeteci olarak takip ettiğim, kamusal önemi apaçık ama ‘tekinsiz’ birkaç olayda habere bulaşmamayı tercih eden meslektaşlarıma hitaben birkaç kez kullanmıştım. Aynı kalıbı 15 Temmuz’a dair her yıl sorduğum sorular bağlamında bir kez daha tekrarlamak geliyor içimden: Ya sorularımın temelsiz ve yanlış olduğunu gösterin ya siz de sorun.
1 Temmuz’da eski adıyla Harp Akademileri, yeni adıyla Müşterek Harp Enstitüsündeki mezuniyet töreninde bir konuşma yapan Hulusi Akar, Cumhurbaşkanına sık sık “zat-ı devletleri” şeklinde hitap etti. Bu hitap bana yıllar önce Abdullah Gül’e “m”siz “Sayın Cumhurbaşkanı” diye hitap edilen başka bir mezuniyet törenini hatırlattı.
Boris Johnson’ın istifasının ardından Muhafazakar Parti milletvekilleri ve üyeleri yeni parti liderlerini ve başbakanlarını seçiyor. Yarışı kimin kazandığı 5 Eylül’de belli olacak. Genel başkanlık yarışı kadınların ve azınlıkların ön plana çıktığı oldukça renkli bir seçim olarak şimdiden tarihe geçti bile.
Devlet Bahçeli’nin Ege’deki Yunan adalarının çoğunun ‘bizim’ olduğunu gösteren “Denizlerdeki Misak-ı Millimiz” başlıkla haritayla verdiği poz, işin bir tarihi olmasaydı yaklaşan seçimi kutuplaşma ve milliyetçilikle kazanma hesapları yapan iktidarın bir iç politika numarası olarak algılanır, üzerinde fazla durulmazdı. Fakat işin 100 yıllık bir tarihi var ve dolayısıyla her yeni vurgu bölge ülkelerinde bu basitlikte algılanmıyor, bir gün kuvveden fiile çıkacak bir niyet olarak görülüyor. Ama biz bu tarihin son 30 yılına bakmakla yetineceğiz.