Gerçekliğe bir yerden değmeyen iddialar, evvela sahibinin güvenilirliğini bitiriyor. Sürekli müracaat edilen bir argümanı her defasında boşa çıkan biri, kaçınılmaz olarak, artık yalancı çobanın kaderini yaşıyor. (…) Muhalefeti dar bir tabana ve mahalle duvarlarına hapseden ideolojik saplantısı yüksek bir siyasetten ne CHP’ye ne de Kılıçdaroğlu’na ekmek çıkar. ‘Erdoğan kaçacak’a bel bağlayan bir siyaset, akıl kârı değil.
Aziz Nesin, Nazım Hikmet’le şiir konusunda neler konuşmuştu? Gülerek anlattı: “1951'deki açlık grevi sırasında Nazım Hikmet’i İstanbul’a hastaneye getirmişlerdi. Ziyaretine gittim. O sırada şiirlerimi takma isimle yazıyordum. Şiirlerin benim olduğunu anlamış. Bunları bir daha yazma diye beni uyardı. Yazıların çok güzel, yazmaya devam et ama böyle şiir yazma dedi. Ben yıllar sonra onun ne demek istediğini anlayabildim."
Bedeline ve üreteceği neticelere bakılmaksızın, ne yapıp edip mutlaka ama mutlaka kazanmak gerektiğini salık veren tavır, siyasete iki yanlı zarar verir: Bir yandan, ahlaki ilke ve kaygıları paranteze alır. Çünkü kazanmak tek düşünce olduğunda; çoğunluktaki arızalara en azından göz yumulması -ve bazen de bunların körüklenmesi- kaçınılmaz hale gelir. Diğer yandan ise bu, siyasetin yanlışlara karşı durma ve ön açma misyonunu da köreltir.
Bugün Adana ve Mersin’i bundan 92 yıl önce Atatürk’ün bile riskli gördüğü Nusayri belediye başkanları yönetiyor. Anketlerde beğeni oranları seçildikleri oranların üstüne çıkmış durumda. Bu sadece CHP’deki büyük değişimi değil, Türkiye’deki değişimi de gösteriyor. Demek ki toplumlar da partiler de değişebiliyor.
Türkiye’de medya son 50 yıllık tarihinde her zaman etkin bir güç oldu. İktidarlar ile işbirliği yaptığı gibi iktidar devirmede de rol oynadı. Köşe yazarları, toplumun kanaat önderleri gibi davrandılar. Ankara kulislerinin etkili isimleri, çoğu zaman, gazete köşelerinden güç aldı. Ancak günümüzde medya dünyanın her yerinde olduğu gibi zayıflıyor.