Hepimiz biliyoruz Erdoğan’ın ‘depremde yıkılan binaların yüzde 98’inin 1999 öncesi inşa edilenler olduğu’ sözünün ne denli gerçek dışı olduğunu ama toplu bir infial üretmiyoruz. Üstelik bunca insanı kaybetmişken ve iktidarın depremle mücadele açısından gerekenleri yapmadığı apaçıkken… Çünkü muhtemelen palavraya düşündüğümüzden çok daha fazla alışkınız. Hatta belki de (kendimize kondurmasak da) palavranın bağımlısıyız…
Yaşadığımız büyük musibetten ben bunu hakkalyakîn öğrendim: Doğru düşmanımız değil, ama yalan çok büyük düşmanımızdır. Bilim düşmanımız değil, ama cehalet çok büyük düşmanımızdır. Hakikatle savaşılmaz, hamasete dost olunmaz. Çünkü hamaset canları heder eder, hakikat ise hayat kurtarır. Deftere yazdım. Asla unutmayacağım… Defter sadece devletlûlarda yok, bizde de var. Hesap Günü yazıcı meleklerin açacağı defterden neler çıkacağına ise hiç girmiyorum bile…
Her büyük felakette olduğu gibi, bu sefer de dayanışmanın sayısız ve sınırsız örneklerini gördük. Beni asıl etkileyen, bana dokunaklı gelen, insanlığımı bana hatırlatan resmî yardımlar olmadı. Devletlerin birbirlerine yardımları hiçbir zaman karşılıksız değildir. Muhakkak bir karşılık beklentisi vardır, diplomatik bir avantaj veya bir propaganda fırsatı elde edilir. Beni asıl etkileyen, sırf yardıma ihtiyaç duyan insanlar olduğu için harekete geçen, fedakârlık eden sıradan insanlardı.
Deprem, hastalık gibi musibetleri (isabet eden demektir!) metafizik açıklamalarla yani günaha bağlayarak ele almak kişisel tercih olabilir. Bana göreyse bu tamamen batıl inançtır. Ama şahsi görüşe sahip olmak ve bunu ifade etmek hususunda kimse kimseye karışamaz. Lakin otorite işin içine girince bu zihniyetin çıktısı olan ifadeler, sınır çizgisinin ihlali anlamına gelir.
Doğal afetlerin ortaya çıkardığı dayanışma ve yardımlaşma atmosferinin ülkeler arasındaki husumeti azaltması ve ülke içindeki sosyal gerilimleri azaltması mümkün olsa da, özellikle ekonomik kriz dönemlerine denk gelen afetlerin, yabancı düşmanlığı ve sosyal fay hatlarından beslenen komplo teorilerinin çok hoşlandığı ortamlar oldukları bir gerçek. Türkiye’de deprem sonrasında meydana gelen üzücü yağmalama ve hırsızlık olaylarından dolayı sığınmacıların suçlandığına ve hedef haline getirildiğine dair haberleri okuyunca tam 100 yıl önce Japonya’da yaşanan 1923 Kanto Depremi’ni hatırladım.