İktidar seçmenleri bugün bir sorun görmüyor ama yarın olası bir CHP iktidarı için gönlü o kadar rahat değil. Kılıçdaroğlu’nun bu endişenin dozunu düşürmek için gayret etmesi, bir pozisyon ortaya koyması gayet doğal. Elbette, yıllar içinde katılaşmış buz tek bir hareketle çözülecek değil ama bir yerden de başlamak lazım. Ve zannımca Kılıçdaroğlu da yanlış bir yerden başlamadı ama buzları eritebilmesi için daha çok çaba sarf etmesi gerekiyor.
Memleketin sancıyan yerlerinin hangisinden girersek girelim mevzua, bütün yollar aynı Bakana çıkıyor. Bir açıdan bakınca hep diken üstünde. Tepesinde Damokles’in kılıcı sallanıyor, kellesi uçtu uçacak. Öte yandan bakıyoruz, onun kellesini alabilecek gibi görünen herkesin akıbeti onun elinde.
Kutuplaşma denince genelde Doğu-Batı, Asya-Pasifik ya da demokrasi-otokrasi çatışması anlaşılır. Aslında en büyük kutuplaşma yönetenler ile yönetilenler arasında cereyan ediyor. Benim kutuplaşmadan anladığım budur. Yirmi ikinci asra bu kutuplaşma damga vuracak.
Bombalar patlayınca yüzler Suriye’ye dönüyor. Tepkiler, Amerika’ya yöneliyor. Amerikan düşmanlığı bir siyaset malzemesine dönüşüyor. İşin asıl yönü unutuluyor ve sorunun kaynağını Amerika’ya indirgeyen yorumlar yapılıyor. Amerika ile tehlikeli ve riskli bir gerilim içine giriliyor. Unutmayalım: Türkiye, Suriyeli Kürtlerle iyi ilişkiler kurduğu dönemde, bölgede daha etkiliydi. Dış politikası daha kuvvetliydi. Amerika ve Rusya bu meselede Türkiye ile ters düşmüyordu.
“Ne herhangi bir siyasî mevki veya nüfuz edindim, ne de böyle bir amacım oldu. Ama içten içe, yani içimde taşıdığım en iyi yanımla, daima siyasî bir yaratık oldum ve hep bir vatandaş olmayı özledim. Lâkin bireyin, hattâ en iyi bireyin askere boyun eğdirilmeyi ve siyasî fetişizmleri asla tamamen aşamadığı milletimizde, bu mümkün değil. Ait olduğum halktan bu içsel yabancılaşmadır ki, bana, saygı duymadığım Alman kamuoyu önüne mümkün olduğu kadar çıkmama kararı aldırtmış bulunuyor.”