Türkiye’de muhalif kesim yıllardır örselendiğini düşündüğü fikirlerinin haklı çıkmasını, iktidara gelmekten daha çok önemsiyor. Mevcut iktidar gerilerken, yıllarca yenilmiş fikirlerinin yanlış olabileceğini kabul etmek, özeleştiri vermek istemiyor. Bu darlık da iktidar şansını azaltıyor. Bunun benzer bir örneği 2012 yılında Mısır tarihindeki ilk demokratik cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanmıştı.
Toplumda bir değişim arzusu ve talebi var. Geride bıraktığımız yıla damgasını vuran da budur. Siyasi aktörlerin bu arzu ve talebe karşı alacakları tavır, ülkenin akıbetini tayin edecektir. İktidar blokunun kendine ivme kazandıracak tercihlerde bulunup bu toplumsal dalgaya denk düşen cevaplar üretmesi zor görünüyor. Asıl sual, muhalefetin bu arzunun ve talebin taşıyıcılığını üstlenip üstlenemeyeceğidir.
Bir olarak büyüdük. Kurban Bayramı ve Diwali arasında hiçbir zaman bir fark görmedik. İlk Hintçe öğretmenim bir Müslümandı, komşumuzdu. Ailem, kızını evlerine okumaya göndermeden önce öğretmenin dinini bir kez bile düşünmediler. Ancak, tüm bunların bugün ne kadar geçerli olduğundan emin değilim. Hindistan'daki siyasi kutuplaşma ve İslamofobinin normalleşmesi sadece dünya için değil, Hindistan'daki çoğumuz için de düşündürücü.
Komadan uyandıktan sonra, haberleri, televizyonlardaki yorumcuları izlediğinde yerli-yersiz durmadan gülüyor. Gerçeği mizah, mizahı gerçek sanıyor. Ailesi kahkaha krizlerden endişelenip doktoruna götürüyor hemen. Ama doktoru, “O sendrom hepimizde oluştu, merak etmeyin” diyor ve her şeye gülen Ankaralı Terry Wallis’e ekran terapisi öneriyor: “TV haberleri yerine “Zaytung”u takip et…”
İddiasına girerim, bu oyunu dünyanın bütün teknik adamlarına göstersek, söyleyecekleri ilk ve belki tek şey zulüm olur. Ne Guardiola ne Klopp ne de Marcello Bielsa, kendi oyuncularını böylesine gayri insani koşullara terk etmez, onlara bunu reva görmez.