Osmanlı’da, Eski Yunan’da ve geleneksel Japon toplumunda, kadınların kamusal mekândan dışlanmasıyla elele giden erkek eşcinselliği kültürleri hakkında yazdıklarım, çeşitli okuyucu mektuplarını tetikledi. Hepsine ayrı ayrı cevap yazdım. Asıl konu, yani tarih ve metodoloji açısından önemli gördüğüm birkaç tanesini, isimlerini saklı tutmak kaydıyla buraya da alıyorum. Bir hafta boyunca yayınlayacağım.
Pencerenin sözlükteki “açılan bir şey” esasına zımnen dayalı tarifi bile bozuldu. Açılan değil yatayı-dikeyiyle çeyrek, hatta iki parmak aralanan pencereler bir yana… Plaza protipli mekânlarda camları açıl(a)mayan akvaryumların yanaklarına benzedi. Hissettiğim kadarıyla; kavanozu eve benzetirsen de kıymetli, evi kavanoza benzetirsen de övgüye değer galiba küresel ısıtmalı çağdaş mimaride. Hele pencereleri lomboza çevirirsen, itibarda 20 Bin Fersah…
Üstünkörü bir yaklaşım, Hitler’i mutlak bir fırsatçı ve içgüdülerine dayanarak yol alan bir politikacı olarak betimler. Oysa Haffner’e göre “Hitler, asla bu değildir.” Hitler, salt pragmatist bir politikacı olarak anılmak istemez, tersine bir siyasi düşünür ve bir hedef belirleyici olarak tarihe geçmeyi arzular. Bir başka ifadeyle o, “Hitlerizm’in sadece Lenin’i değil Marx’ı olmayı” hedefler.
Said Oryantalizm eleştirisi yaparken Arapların ‘geri kalmışlığı’ sürekli Batı’ya yıkmasından yakınır. (…) Afganistan’da yaşananlar analiz edilirken Batı eleştirisi yapılıyor ve yapılmaya devam edecek. Ancak Said’in çözüm önerisi tam da burada devreye giriyor. Özeleştiri yapılabildiğinde, yerleşik ve değerli olana ulaşma imkânını gözardı etmeden daha sağlıklı, mikro anlamda daha faydalı sonuçlara ulaşmak mümkün.
Size bu sefer Doğu Karadeniz’den sesleniyorum. Rize ve Artvin’e kaçıncı gelişim bilmiyorum. O kadar çok oldu ki saymayı artık bıraktım. Üstüne üstlük artık Kalamos’ta da (Rize) bir evim var. Yani artık içeriden biri olarak yazıyorum.