Üçüncü Reich’ın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’i görüyorsunuz, 1937’de Dejenere Sanat sergisini gezerken. Yüzünde kibirli, müstehzi bir küçümseyiş. 1950’lerde Sovyetlerde Jdanovculuk, ABD’de McCarthycilik, hep aynı anlayışı yansıtıyor.
Son zamanlarda Afgan sığınmacıların daha çok görülür hale gelmesiyle, sığınmacılara karşı kullanılan dil daha da ağırlaştı. Kılıçdaroğlu’nun “Suriyelileri geri göndereceğiz” sözü, tekrardan yoğun bir biçimde dolaşıma girdi ve Millet İttifakı’nın ortak zemini oldu.
Savcıyla rahatça tartışma imkanı bulduğum bir yargılama günü yaşadım. Bir çeşit münazara gibiydi benimle savcı arasındaki diyalog. Tabii, konuya daha hakim olduğum için savcı iddialarında ısrar edemedi. Gün boyu süren tanıklığımı bitirmiştim. Ancak savcı razı olmadı. “Daha sorularım var, yarın da devam edelim” dedi. Hakim bana baktı. Ben akşam uçağına dönüş bileti almıştım.
Günümüzde birey, aynı zamanda yurttaş olduğunu unutuyor sanki, sadece birey olarak kalmak, her meseleyi sadece evet sadece “kendisi için ve kendisine ait bir mesele” olarak değerlendiriyor.
Çağımız hakkında çok şey söyleyen iki resim. Üstte, hayatını ülkesinin rehafı ve halkının mutluluğuna adamış bir devrimci lider. Altta, bir Güney Kore müzik grubu. Ne korkunçlar, değil mi? Üzerlerinden melanet akıyor. Burjuvazinin şekere bulanmış kurşunlarını simgeleyen karşı-devrimciler. Bizim temiz medeniyetimize bulaşmaması gereken mikroplar. Emperyalizmin, kapitalizmin ajanları.