Benim 1960’larda okuduğum İmam Hatip’te Arapça, İngilizce, Farsça; tabiat bilimlerinden fizik, kimya, biyoloji; sosyal bilimlerden sosyoloji, psikoloji; felsefe; İslami ilimlerden tefsir, hadis, kelam dersleri vardı; Yüksek İslam Enstitüsü’nde müfredat iyiydi. Yüksek İslam Enstitüleri’nin İlahiyat Fakülteleri’ne çevrilmesi iyi mi oldu, kötü mü oldu? Bu sorulmaya değer bir sual. Yaşadığımız tecrübeden maksadın hasıl olmadığını anlıyoruz.
Neredeyse herkesin olup bitende bir dahli ve özeleştiri gerektiren bir hissesi olduğu halde, devletiyle toplumuyla, cemaatleri ve fertleriyle herkes, bir grup insanı umacı seçip ortak kusuru sadece onların üstüne yıkarak örtbas etmek değildi hakkâniyetli olan.
“Milliyetçiler, aşırı sağcılar, ülkücüler asla çözüm istemez, o kesim asla değişmez” diyenlere de bu köşede çokça değindim. Bir örneği yeniden paylaşmak isterim. İngiltere Başbakanı Tony Blair’le Kuzey İrlanda’da barışın sağlanma sürecindeki en etkili isimlerden biri olan dönemin İrlanda Başbakanı Bertie Ahern, “Neden çözüm için uğraştın?” sorusuna şu karşılığı vermişti: “Ben İrlanda milliyetçisiyim, onun için çözüm ve barış istiyorum.”
Eğer sizin dışınızda kimsenin meşru görmediği ve hâlâ yasalarınızda terör örgütü olarak gördüğünüz silahlı bir örgütü direkt muhatap almaya başlarsanız, sizin dışınızda herkesin meşru gördüğü ve sizin terörist örgüt olarak kabul ettiğiniz silahlı örgütü gayrı meşru ilan etmenizin imkânı kalmıyor demektir. Suriye’de olanlar sayesinde Türkiye’de Kürt meselesinde barışı sağlamak için bütün koşullar dünden daha uygun hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yeni Türkiye”nin kurulduğu 15 Temmuz’dan hemen sonra, Türkiye’nin “Misak-ı Milli diye bir meselesinin olduğunu” vurgulayan konuşmalar yapmaya başladı. Oysa iktidarının önceki dönemlerinde bunu hiç telaffuz etmemişti. Devlet Bahçeli dün (3 Aralık) çıtayı çok yükseğe taşıdı ve Halep’in bir kez daha el değiştirmesi durumunda Türkiye’nin müdahale edip “coğrafyayı aslına döndüreceğini” ima etti. Bütün bunlar retorik mi siyasi ajanda mı?