İster mülteci, ister sığınmacı olsun hayatı pahasına Avrupa’ya girmeyi başaranların yakasını yeni sorunlar bırakmıyor. Çünkü hayallerini kurdukları Avrupa, zorlu, uzun ve bazen sonu belli olmayan bir yolculuğun başlangıcı olarak karşılarına çıkmaktadır.
Amaç Türkiye’yi ‘seçim yapılamayan ülke’ statüsüne oturtmak ve böylece ülkenin ‘anormal koşullardan’ geçtiğini tescil etmek… Sonrasında bu ‘anormal koşulların’ AKP diktatoryası nedeniyle yaşandığını öne sürmek ve buna Batı dünyasından destek almak hiç de zor olmaz.
Uzatmayayım değil mi; münasebetsiz dizilmiş, kuru kalabalık evler erkek; sokaklar kadındır. Avare ve biteviye dönüp dolaşan yelkovan erkek; akrep ise kadındır.
Sadece ve sadece kuyruğu dik tutmaya indirgenmiş bir siyaset anlayışı, demokrasinin olmazsa olması olan ara zeminin korunmasına nasıl katkıda bulunabilir? Tırmanış ve kutuplaşma, kaybedecek bir şeyi olmayan muhalefetten çok, kaybedecek çok şeyi olan hükümetin aleyhine. Çünkü AKP Türkiye’yi demokrasi içinde yönetmeye çalışırken, muhalefetin bir kesimi Türkiye’yi yönettirmemeye; yönetilemediği için de ya şimdiden diktatörlüğe dönüşmüş veya diktatörlüğe gidiyor gibi göstermeye çalışıyor.
Şiddete karşı bu duyarlılık kuşkusuz önemli ve güzel. Sokak kavgalarına gösterilen bu ilgi bile değerli; peki ya bu çevreler, teröre karşı aynı refleksi, duyarlılığı neden gösteremiyor? Diyarbakır’da önceki gün bir okula bomba konuldu; Van’da okul yoluna döşenen mayın patlatıldı. Fakat bu terör saldırıları, bir mahalle kavgası kadar bile tepki uyandırmadı.