Yeterince uzun ve amacı kendisi olan bir yürüyüşten sonra içimizdeki her türlü şiddetten, kızgınlıktan ve güç yanılsamasından arındığımızı hissederiz. Hiçbir şey kazanmamış, elimize hiçbir şey geçmemiş ama neyle olduğunu bilmediğimiz bir şeyle çok güçlü bir biçimde tamamlanmışızdır. Yüzümüzden yansıyan mutlaka “cesur bir neşe” halidir ve gerçek politik -ve de manevi- değişimlerin ana duygusu işte bundan başka bir şey değildir!
“On altıncı yüzyılda, ressamın biri ne zaman bir dünya haritası çizecek olsa, karısı hemen, ‘Sevgilim şuracığa bir ada koyuver, yalnız benim olsun!’ dermiş. Ressam da bu isteği yerine getirirmiş”. Ressamın sevdalısı böyle olmalı… Sevdiceğinin portresine ben kondurmak yetmez, “haritalarına” ada kondurmalı.
The Israeli army keeps mercilessly shelling and bombing Gaza City and the entire Gaza Strip. What does it mean to live under it all the time? Look at the above picture of a Palestinian woman and her child who have taken refuge in a UN school. Do we really know what bombardment means?
Vatandaşlarını “Ben aşılandım” maskesiyle öne sürüp turist çekeceğini zannederken, iyi bir devletin alması gereken kararlar zamanında alınmadığı için elinden Şampiyonlar Ligi maçı, Formula 1 yarışı alınır, bütün dünyaya hiçbir maskenin örtemeyeceği, milyon dolarlık reklam kampanyalarıyla düzeltilemeyecek, resmi hesaplardan silinemeyecek bir fotoğraf verilir. İşte devletin çıkarlarıyla, vatandaşların haysiyeti arasında ancak demokrasi sayesinde ayakta kalabilecek böyle hassas bir denge var.
Günlük siyasete girmek istemiyorum ama dayanamıyorum, ucu tarihe dokununca. “Bugün eğer mafya buraya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır.” Ya ne olurdu o takdirde? Ne değişirdi? Yalıkavak marinasının himaye haracı ve sair rantları şimdi kime kaldı? O zaman kimden kime geçerdi?