Ana SayfaManşetFikri takip

Fikri takip

Az uykulu bir gecenin ardından sabah fakülteye geldim. Vakit erken, henüz afyonum patlamamış. Telefon acı acı ötüyor. Hayrola inşallah! Arayan, Muhammed; selam sabah faslını es geçip doğrudan konuya dalıyor: “Hoca, ne yaptın, ‘aşramalı’nın anlamını buldun mu? Mevzu açıklığa kavuştu mu acaba?”

Dilimin ucuna geliyor, “Yav arkadaş, aşramalı gazozu rüyanda mı gördün? Sabahın körü, ne bu hararet, ‘aşramalı’nın anlamı öyle olsa ne olacak, böyle olsa ne olacak” diye atarlanmak, ama ayılıyorum hemen. Usta bir manevra ile mesuliyeti toplumun sırtına yüklüyorum anında. “Salt benim sorunum değil bu, aslı ve manası yitik bu kelimemizin izini sürmek bulmak artık her Diyarbekirli’nin boynunun borcudur.” 

Kurduğum cümleden memnun kalıyorum, telefonun öbür ucundaki Muhammed de durumdan gerekli vazifeyi çıkarıyor. “Tamam” diyor omuzuna ağırlık çökmüş birinin vakarıyla. “İstanbul’da yaşını almış iki Süryani hemşerimiz var. Fiziki olarak İstanbul’da olsalar da ruhen Diyarbekir’de ikamet ediyorlar. Geçmişi daima ayakta tutan bir hafızaları var. Şehrin geleneklerine, göreneklerine, kültürüne derinlemesine vakıflar. Bir sözden, bir türküden, bir anıdan feyz alıp sizi düne götürür, orada yaşatır ve bugüne geri getirirler. Bilirse onlar bilir aşramalıyı. En iyisi ben bir onlara danışayım.”

Aşrama değil “aşlama”

İşin ehline gidecek olmasının verdiği bir rahatlık kaplıyor gönlümü. “O halde lazım gelen tahkikatı yap, bir netice aldığında beni haberdar edersin” ile bitiriyorum görüşmemizi. Telefon kapanır kapanmaz Muhammed’in kolları sıvayacağına itimadım tam. Akşama varmaz bir haber çıkar elbet!

Öyle de oluyor. Yalnız bilgiyi Muhammed’den beklerken Şeyhmus (Diken) Abi “aşrama diye bir tabir yok” şeklinde ses veriyor sosyal medyadan.  “Geçmişte Çarşîya Şewitî’deki (Yanık Çarşı) dükkanımızın köşesinde Diyarbekir markaları Turan ve Ünal gazozlarını ortaokuldayken satmış biri olarak bilirim. Doğrusu ‘aşlama’dır. İçine buz atılmayıp buz gibi soğutulmuş anlamındadır.”  

Mühim bir adam Şeyhmus Abi; bir taraftan şehrin dününü ve bugününü beden gibi kalıcı kitaplara işliyor, diğer taraftan da şehrin surlara fısıldanmış sırlarını açığa çıkarıyor. Meselenin erbabı yani! Ve dahası mazisinde gazoz satıcılığı da var, hem de Çarşîya Şewitî’de. Her şey bir yana, yolu Diyarbekir’in bu en eski ve halen en gözde çarşısından geçenin esnaflığına ve uzmanlığına laf edilmez. Aşlama ise aşlama!

Makbul buz kıvamı

Nitekim aradığımızın aşlama olduğu yedi tepeli şehirden de teyit ediliyor. İki kıymetli büyüğümüz, evvela garibimi “Ulan aşlamayı bılmisız, ne biçım Diyarbekirlisız” tonunda bir güzel haşlıyorlar. Ardından da aşlamanın yalnız gazozlara değil bilumum içeceklere tatbik edilen bir metot olduğunu misal vererek tane tane anlatıyor.

 “Eğer ayrana buz katarsan buzlu ayran olur. Ama ayranı bir şişeye doldurur buz kovasının içine katarsan aşlamalı ayran olur. Arif olan -istisnalar haricinde- içeceğine buz katmaz. Çünkü buz içeceğin ayarını bozar. Ayranı sulandırır, şerbetin tadını kaçırır. Makbul olan içeceği dışarıdan buz kıvamına getirmektir. Gazoz olur, ayran olur, şerbet olur fark etmez; ne içersen iç, ancak aşlamalı iç! Lezzetine ancak böyle varırsın.”

Eyvallah!

Nihayetinde değerli iki ehlivukuf bunları söyleyen, onların laflarının üstüne laf edecek halimiz yok.

Gerçi hafiften bir fırçalandık, Diyarbekirli karizmamızın üzerine küçük bir çizik yedik ama helali hoş olsun. Sonunda aradığımız kelimeyi bulduk, manayı çözdük, çok şükür.

Fikri takip önemli tabii!

Çukurova’da aşlama, Diyarbekir’de “ava sûsê”

Aşlamanın Diyarbekir defterini kapatırken bir okurum (Cengiz Coşkun Deniz), Çukurova ahalisinin meyan şerbetine de “aşlama” dediğini aktardı bana. Tarifini de göndermiş, sağ olsun. Meyan kökünü ılık suda yıkayıp süzüyorsunuz. Üzerine bir miktar soğuk su koyup 3-4 saat demlenmeye bırakıyorsunuz. Demlenmiş meyanı da ince bir tülbentten geçiriyor ve buzdolabında soğutup afiyetle içiyorsunuz. Şifalı bir içecektir, miktarını tutturduğunuzda birçok derde deva olur.

Biz ise Diyarbekir’de meyan şerbetine “ava sûsê” deriz. “Ava sûsê cemidî” ya da “şerbet cemidî” çağrısını kulaklarımız her dem duyar, ama bu içecek bilhassa Ramazan aylarımızın vazgeçilmezidir. Yılın diğer dönemlerinde dönüp şerbetin yüzüne bakmayanlar bile Ramazan’da mutlaka şerbetle az ya da çok bir irtibat kurar. Sanki şerbetle temas etmezse, tuttuğu oruca halel gelirmiş gibi.

Şerbet de kendine has bir seremoniye sahip. Bir kere her yerden şerbet alınmaz. Tiryakilerin gözde bir şerbetçisi vardır. Bazen uzun bir mesafe tepilmek zorunda kalınsa da emin olunan şerbetçiye gidilir, şerbet alınır, soğutulur ve iftar sofrasında baş köşeye oturtulur. Top patlar patlamaz da o buz gibi şerbet, Diyarbekir güneşiyle yanmış ve kurmuş boğazdan usulca aşağıya iner ve değdiği yere hayat verir. Yaz Ramazanlarında iftardan sahura kadar geçen sürede litrelerce şerbeti bana mısın demeden mideye gömen nice cengâver gördüm!

Keyfiniz bilir, ister Adana’da “aşlama” deyin ister Diyarbekir’de “ava sûsê”. Lakin sakın ola ki şerbete buz katmayın, şerbeti muhakkak “aşlamalı” için!

Bir de bu yüzden azar işitmeyelim…

- Advertisment -