[14 Kasım 2020] Amerika seçimleriyle, Biden’la, fikrî iktidar veya kültürel hegemonyayla, dolayısıyla tarihle, derken ekonomi – hukuk – dış politika alanlarında belki bir viraj olasılığıyla uğraşırken… pandemiyi gözden kaçırıyoruz bir süredir. Oysa memleket, konu sürekli ikinci plana atılıp bastırılsa da, tam anlamıyla Covid-19 salgınının pençesinde. Bırakın, nasıl ve hangi boyutlarda bir gerçeğin gizlendiğini. Resmî rakamlarla dahi, felâketin Nisan ortasındaki boyutlarına geri dönmüş bulunuyoruz.
İlkin, bu gerçekler ve resmî rakamlar ayırımına eğilelim. Bir çelişki veya tutarsızlık daima mevcuttu. Sahadaki doktorların, hastane yöneticilerinin, diğer sağlık görevlilerinin gözlemleri ve belediyelerin kaldırdığı cenaze sayıları ile Sağlık Bakanlığının rakamları uzun süredir birbirini tutmuyordu. Koronaya yakalandığı âşikâr olan birçok kişinin başka hastalık kategorilerine sokulduğu, keza ölümlerin ayrı başlıklar altında kaydedildiği söylentileri hep dolaşıyordu.
Bununla birlikte, alınan sıkı önlemler, getirilen yasak ve kısıtlamalar, Mart-Nisan aylarındaki yükselişi bir noktadan sonra tersine çevirmeyi başardı. Günlük yeni vaka/hasta sayısı 11 Nisan’da 5138, ölüm sayısı da 19 Nisan’da 127 ile doruğa çıkmıştı. Sonrasında iniş başladı ve Mayıs boyunca belirginleşti. Tabii resmî verilere göre, günlük yeni vaka/hasta sayısı 2 Haziran’da 786 ile, yoğun bakımdaki hasta sayısı 6 Haziran’da 591 ile, entübe edilen hasta sayısı 8 Haziran’da 261 ile, ölüm sayısı da 13 Haziran’da 14 ile en düşük noktalarına ulaştı. Bu cümlelerde “vaka/hasta” ibaresini kasten bu şekilde kullandım. Zira o sırada ikisi bir ve eşit kabul ediliyordu. Kimsenin kafasında “vaka” (case) başka, “hasta” (patient) başka diye bir nosyon, Osmanlıların “nev zuhur” diyeceği bir ayırım yoktu. Bununla birlikte, kuşkusuz belirli bir başarı söz konusuydu.
Gelgelelim, o sıralarda çok büyük bir yanlış yapıldı. Kısmen, virüsün hakkından geldik zannıyla, kısmen de ekonomik gerekçelerle (herhalde özellikle turizm şirketlerinin baskısıyla), 1 Haziran’dan itibaren bir cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle önlemlerin kapsamlı biçimde gevşetilmesine gidildi. Ve olumsuz sonuçlar derhal, ama derhal kendini gösterdi. Günlük yeni vaka/hasta sayısı 3 Haziran’dan, yoğun bakımdaki hasta sayısı 7 Haziran’dan, entübe edilen hasta sayısı 9 Haziran’dan, ölüm sayısı 14 Haziran’dan itibaren yükseliş trendine girdi. 28 Temmuz’da yeni vaka/hasta sayısı 963, yoğun bakımdaki hasta sayısı 1280, entübe edilen hasta sayısı 403 oldu.
Bu noktada Sağlık Bakanlığı ilk usul değişikliğini gerçekleştirdi; artık yoğun bakım ve entübasyon rakamlarını değil, zatürree oranını ve ağır hasta sayısını açıklayacağını duyurdu. Peki dedik ve bu sefer bunları izlemeye başladık. Teşhis ettikleri (kabul ettikleri mi demek lâzım?) günlük ve toplam vaka/hasta sayıları içindeki zatürree oranını, 28 Temmuz’da yüzde 9.4’ten adım adım azaltıp üç buçuk ay sonra bugün yüzde 4.2’ye çekebildiler gerçi. Öte yandan, diğer üç gösterge tırmanmaya devam etti. 1 Ekim’de günlük yeni vaka/hasta sayısı 1407’yi, ağır hasta sayısı 1507’yi, ölüm sayısı 67’yi buldu.
Aşağı yukarı bu noktada, kale direkleri ikinci defa oynadı yerinden (moving the goalposts, bir tarafın gol yememek uğruna mızıkçılık yapıp oyunun kurallarını ansızın değiştirmeye kalkması için kullanılan bir İngiliz futbol deyimidir). Genel kamuoyunda dolaşan bilgiler ile resmî rakamlar arasındaki tezat karşısında, Tabipler Birliği’nin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının da baskısıyla, mutad basın toplantılarından birinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “vaka” ile “hasta” arasında bir ayırım gözettiklerini; sırf Covid-19 testi pozitif çıkanları “vaka” diye kaydettiklerini ve günlük yeni “hasta” sayılarında göstermediklerini; ancak hem testi pozitif çıkan ve hem de klinik semptomlar gösterenleri “hasta” kabul ettiklerini itirafa zorlandı. Hemen sonrasında, Dünya Sağlık Örgütü’nden (WHO) gelen bir uyarıyı yuvarlayıp es geçti. Daha da sonra, 15 Ekim’den itibaren “vaka” sayılarını da açıklayacaklarını öne sürdü. Ardından ben öyle demedim, sadece “kesitsel tarama” sonuçlarını söyleyeceğiz dedim, dedi. Fakat bu dahi olmadı. Bakanlık sadece kendi tanımıyla “hasta” sayılarını açıklamaya devam ediyor.
Bu, kaç kişinin pozitif çıktığının, yani aslında kaç kişinin taşıyıcı ve bulaştırıcı olduğunun, yani aramızda ne boyutlarda bir Covid’li kitle dolaştığının bizden, halktan, kamuoyundan gizlenmesi demek. Olacak şey değil. Fakat nedeni de açık: herhalde bu “vaka” sayıları çok ama çok büyük boyutlarda ki, duyulmasından, bilinmesinden korkuluyor. Ne kadar olabilir dersiniz? Bir karşılaştırma ölçütü oluşturması açısından, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya rakamlarına bakalım. Bu ülkeler “vaka” ve “hasta” ayırımı yapmıyor, WHO’ya aktardıkları verilerde. Yani doğrudan, Covid testi pozitif çıkan herkesi bildiriyorlar. Bu ülkelerin Türkiye ile şöyle benzerlikleri var: Bir, nüfusları karşılaştırılabilir ölçülerde. İki, önce hepsi sıkı önlemlere, karantinalara, sokağa çıkma yasaklarına gitti. Sonra gene hepsi kısmî bir başarı karşısında, ekonomik kaygılarla gevşemeye gitti. Ve şimdi gene hepsi, müthiş bir ikinci dalga yaşıyor. Yaz başında “ilk 20”den düşmüş veya düşmek üzereydiler.Şimdi hepsi tekrar “ilk 10”da. Fransa 4., İspanya 6., İngiltere 7., İtalya 10. sıraya fırlamış bulunuyor.
Niçin ve nasıl? Günlük yeni vaka/hasta sayıları o kadar yüksek ki, Johns Hopkins Üniversitesi’nin hazırladığı worldometers.info veri tabanı grafik ölçeğini değiştirmek zorunda kalmış, bu yeni realiteleri gösterebilmek için. Yaz başında hepsinin günlük vaka/hasta sayıları artık 100’lere inmiş. Derken, Fransa’nın (nüfusu 67 milyon) günlük vaka/hasta sayısı Temmuz’da tırmanışa geçiyor (aynen Türkiye gibi). 1000’lerden 2000’lere ilerliyor. 1 Ekim’de 13,970 oluyor; Ekim sonlarında 40-50,000 arasında dolanıyor; 7 Kasım’da 86,852 ile pik yapıyor; sonra yeniden kapanma geliyor ama halen de 20-30,000’lerde gezinmeyi sürdürüyor. İngiltere’nin (nüfusu keza 67 milyon) günlük vaka/hasta sayısı Temmuz başlarında 500-600. 31 Ağustos’ta 1400’e, 30 Eylül’de 10,400’e, 31 Ekim’de neredeyse 22,000’e ulaşıyor. 12 Kasım’da 33,470 ile pik yapıyor. Dün (13 Nisan) itibariyle 27,300’de duruyor. İtalya’da (nüfusu 60 milyonun az üzerinde) 1 Temmuz’da sadece 182 vaka saptanmış. 31 Ağustos’ta 999, 30 Eylül’de 1851, 31 Ekim’de 31,756 oluyor ve 13 Kasım’da, yani dün 40,702 ile şimdiye kadarki en yüksek noktasına varıyor. İspanya’da (nüfusu 47 milyon) Haziran sonlarında günlük vaka/hasta sayısı 300-400 dolayında. Oradan 31 Temmuz’da 3600, 31 Ağustos’ta 8200, 30 Eylül’de 9,800, 31 Ekim’de 15,300 ve dün (13 Kasım) itibariyle 21,371’e ulaşıyor. Bu rakamlar, T.C. Sağlık Bakanlığı da eskisi gibi (?) ve bu ülkeler gibi vaka/hasta rakamlarını açıklasa ne çıkacağı hakkında belki biraz fikir veriyor. Fakat ne ilginç değil mi; 80 küsur milyon nüfusuyla Türkiye’de, salgının genel, bütünsel profili bu dört ülkeyle hemen aynı ama, mutlak rakamlar itibariyle günlük yeni “hasta” sayıları aynı dönemde 1000-2000-3000 seviyesini aşmıyor ve dolayısıyla, herhalde diğerleri gibi günde en az 20-30,000 yeni vakası olduğu halde bunları açıklamamak sayesinde, “ilk 20”de yukarılara tırmanacağına Belçika, Çekya ve Hollanda gibi nüfusu çok daha küçük ülkelerin de altında 25. sıraya düşmüş gözüküyor.
Geçelim; bırakalım bu şeffaf olmama, milleti bilgilendirmeme, bilgisiz bırakma sorununu. Biz gene sadece resmî veriler temelinde yol almaya devam edelim. Orada dahi ciddî ve ürkütücü bir artış söz konusu. Günlük yeni hasta (vaka değil) sayısı, Ağustos boyunca 1100-1500, Eylül boyunca 1600-1700 bandında dalgalanmış gözüküyor. 15 Ekim’de 1693. Oradan 21 Ekim’de 2000’in üzerine sıçrıyor. Kasım’ın ikinci haftasında giderek hızlanıyor. Günde 150-200 artmaya başlıyor. 10 Kasım’da 2529’ken 11 Kasım’da 2693’ü, 12 Kasım’da 2841’i, 13 Kasım’da (dün) 3045’le yaz başından bu yana en yüksek noktasını buluyor. Ağır hasta sayılarındaki gelişme daha da vahim: 8 Kasım’dan bu yana 2740 – 2867 – 3001 – 3095 – 3230 – 3356 şeklinde gidiyor, yani günlük artışlar 127, 134, 94, 135, 126 şeklinde gerçekleşiyor. Günlük ölüm sayısı da (tabii resmen Covid ölümü kabul edilen kadarıyla) Ekim’in son haftasında 70’lerde, 5 Kasım’dan bu yana 80’lerde seyrederken, 13 Kasım (yani dün) itibariyle 93 olduğu açıklanıyor.
Nereden nereye gelmiş bulunuyoruz? Vaka/hasta sayımız halen 3045’te. 5 Nisan’da 3135, 6 Nisan’da 3148 olmuş; 11 Nisan’da 5138’le doruk yapmıştı. Demek halen 5-6 Nisan seviyesine dönmüş gibiyiz ve günde 200’lük artışlarla gidersek 11 Nisan doruğunu da on günde aşabilecek gibi gözüküyoruz. Ağır vaka sayımız 3056’da. Geçmişte öğrendiğimiz en yüksek yoğun bakım sayısı 19 Nisan’da 1922, en yüksek entübasyon sayısı da 14 Nisan’da 1087’ydi. Demek, bu endekste durum çok daha kötü. Ölüm sayımız 93’te. 8 Nisan’da 87, 9 Nisan’da 96’ymış. 19 Nisan’da 127 ile pik yapmış. Yani burada da hasta sayısının geldiği yere benzer ve paralel bir durum söz konusu.
Özetle, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı kadarını kabul etsek dahi (ki ben buna artık hiç inanmıyorum), yedi ay önceki, salgının henüz ilk ve azgın tırmanışı koşullarına geri dönmüş bulunuyor, ama muhtemelen gerçekte çok daha ağırını yaşıyoruz.