Yerel seçimlerle ikinci Parti duruma düşen AK Parti’nin lideri Tayyip Erdoğan bu duruma ne tür tepkiler verecek ne gibi tedbirler alacak” 31 Mart’tan bu yana sık sorulan sen önemli sorular arasında oldu.
“AK Parti-MHP ilişkileri koparma veya AK Parti MHP’yi sırtından atar mı” suali sık soruldu, hala soruluyor örneğin. Kimi beklentiler hala otoriter, güvenlikçi ve keyfi politikaların yumuşaması yönünde. Özel-Erdoğan buluşması ve ardından gelen açıklamalar da bu beklentileri besledi. Özel, cumhurbaşkanına kimi dosyaları ilettiğini, Kavala davasını hatırlattığını söyledi. Erdoğan, daha dün, yumuşamadan memnun olduklarını, böyle devam etmesi gerektiğini söylüyordu.
Bu madalyonun sadece beklenti yüzü…
Bu beklentilere ilk net yanıtlar gelmeye başladı.
Dün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Kavala-Gezi Davası’nın yeniden görülme talebini oy birliğiyle reddetti. Kaldı ki, AK Partili kaynaklar, Erdoğan’ın Özel’e Kavala konusunda “Siz onun ne yaptığını bilmiyorsunuz” dediğini iddia ediyorlardı. Bugün, Kobani davasının karar duruşması var. Aralarında Demirtaş’ın da olduğu 108 sanık hakkındaki hüküm açıklanacak. Sonucun Kavala davasındaki gidişten farklı olacağını düşünmüyorum.
Açıkçası, otoriter uygulamalar ve bakış itibariyle yumuşama-gevşeme ihtimali pek görünmüyor…
AKP-MHP ilişkilerinde bir zayıflama, ayrışma olasılığı da neredeyse yok…
Esasen Erdoğan ve Bahçeli, bir süre önce grup toplantılarında, benzer konuşmalarla benzer seçim analizleri yapmış, izleyecekleri yolu ana hatlarıyla açıklamışlardı.
Erdoğan, seçim sonuçlarını kendi seçmeninin küskünlüğü etrafında ele almış, başarısızlığı kendi teşkilatındaki “enerji” düşüklüğüne ve hayat pahalılığına bağlamıştı. Bahçeli de düşük katılımı öne çıkarmış, “milli irade sandığa yansımamıştır” demiş, neden olarak hayat pahalılığını göstermişti. Her iki liderin diğer ortak noktaları, CHP’yi başarısını yok saymaları ve HDP-DEM veya Kürt temsili konusunda yok sayan imha dilini elden bırakmamaları olmuştu.
Tahmin ve analiz yaparken Türk siyasetiyle ilgili iki hususu akıldan çıkarmamak gerekir.
İlk husus şudur. Ülkede keskin bir 15 Temmuz mayası vardır ve etkisi devam etmektedir. Nitekim Türkiye modern devlet gücü, muhafazakârlar ve milliyetçilerden oluşan bir tarihsel blok tarafından yönetiliyor. Bir dönemin antagonist bu aktörleri bugün belli bir siyasi proje etrafında müttefikler. Bu siyasi proje ise otoriter-çoğunlukçu-siyaseti devlete taşıtan bir düzen ve milliyetçilik-asayişçilik üzerine oturan tek kültürcü bir stratejiye dayanıyor.
İkinci husus, 31 Mart’ta, siyaset-toplum ilişkilerinde yaşanan dalgalanma, muhalefette ortaya çıkan kabarma üzerinden siyasi dengelerde bir kırılma yaşanması ve denkleme yeniden “toplumun girmesi”dir. Bu husus, toplumsal algıda ve destekte 15 Temmuz rejimi ve dengesinin bir anlamda aşılmaya başladığına işaret etmektedir. Ve sadece muhalefeti değil, siyasi iktidarı da kuşatma, yeni stratejiler üretmeye itme ihtimali taşımaktadır.
Açıktır ki, bu iki husus başattır ve çatışmaktadır.
Önümüzdeki döneminde, yeni durumuna uygun, yeni stratejilerin içeriklerini-sınırlarını ve İki esas husus arasında sürtüşmeyi hep birlikte izleyeceğiz.
Siyaset dengeleri izlediği kadar kurar da…