Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITutuklanma sırası kimde?

Tutuklanma sırası kimde?

Kurana tekme atan lise öğrencisi, Atatürk’ün fotoğrafına çirkin bir harekette bulunan lise öğrencisi, camide alkol alan lise öğrencisi… Üç çocuk, üç ergen, üç saçma eylem… sadece üç. Bunlar istisna, bunlar kaide değil, görmezden gelinebilecek kadar dahi az örnekler. Ancak sanki dünya savaşı kopmuş gibi tüm ülke ayağa kalkıyor. Üç hormon mağduru ergene karşı, koskoca siyasetçiler, yaşını başını almış sanatçılar, hukuk, gazeteciler ayağa kalkıyor. Ama nasıl kalkıyor? Birkaç istisna hariç, üç ergene karşı üç binler, üç milyonlar, tutuklansın, sınır dışı edilsin, linç edilsin eşliğinde ayağa kalkıyorlar. Beddualar, hakaretler, küfürler havada uçuşuyor. Şimdi, bu üç ergen hatalı, yanlış, kusurlu peki onları tutuklamaktan, sınır dışı etmeye, küfürlere boğmaya kadar ileri giden yetişkinler ne, çok mu masumlar?

Antalya’da bir lise öğrencisi, Kuran-ı Kerim’e tekme attı ve bu görüntüler videoya alındı, daha sonra bu video internet ortamında paylaşıldı. Bu olay sonrası gelen tepkiler üzerine çocuk bir özür videosu çekti, olaya karışan diğer üç öğrenci ile birlikte disipline sevk edildiler ve bir süre eğitimden uzaklaştırıldılar, adli sürecin devam ettiği de belirtildi.

İstanbul’da bir lise öğrencisi, Mustafa Kemal Atatürk’e ait bir fotoğrafa yönelik çirkin eylemlerde bulundu. Olay üzerine bir infial oluştu, siyasi isimlerden oyuncu, şarkıcı, sanatçılara kadar birçok isim açıklama yaparak bu durumu kınadı. Çocuğun tutuklanması için çağrılarda bulunuldu, çocuk tutuklandı. Ayrıca çocuğun ailesiyle birlikte yaşadığı evin adresi, telefon numarası sosyal medyada çok az sansürlenerek paylaşıldı. Çocuğun tutuklanmasını yeterli bulmayanlar, çocuğun sınır dışı edilmesi teklifinde dahi bulundu.

İstanbul’da bir genç, camide alkol aldığı görüntüleri internet ortamında paylaştı, “hangi cami olduğu bulunamaz” dedi, birkaç saat içerisinde tespit edilip tutuklandı. Yakın bir akrabasının verdiği ifadeye göre, 18 yaşına daha yeni girmişti, yani ergen, yani çocuk, yani yukarıdaki iki örnekle hemen hemen aynı yaşta.

Bu örnekler, bir anlamda birbirlerinin muadili, bir anlamda değil.

Birbirlerinin muadili değiller zira Atatürk ve Kuran’ı Kerim birbirlerinin muadili değil, her ne kadar yerleşik anlayış için eşitlenmiş ve hatta karşı karşıya getirilip, toplumsal kutuplaşmada savaş aparatı olarak kullanılmış olsalar da.

Birbirlerinin muadili sayılabilirler zira ikisine de toplum tarafından ciddi birer değer atfediliyor, bu anlamda bu toplum için “dokunulmaz” tabular. Üzerlerine konuşmak kolay değil, örneğin; ilahiyatçıların Kuran’ı Kerim ayetleri ile ilgili yaptıkları açıklamalar, ilmi dayanağı olsa dahi, genel kabullerin dışına çıkıyorsa tefsir profesörlerinin bile kariyerleri bitirilebiliyor, ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlar. Atatürk üzerine konuşmak da kolay değil, birçok kez tecrübe edildi, kanun var, konuştuğunuz birkaç cümle için hapsedilebiliyorsunuz. Ya da bilgiye ulaşmanız engelleniyor; Şükrü Hanioğlu’nun Atatürk’ün entelektüel biyografisi üzerine araştırma yapmak istediğinde karşılaştığı engellerden öğreniyoruz, Atatürk ile ilgili birçok bilgi, arşivlerde gizli ve araştırmacıların dahi ulaşmasına izin verilmiyor. Hem kutsal kitap hem de Atatürk, çok önemliler, çok değerli ancak onlarla ilgili araştırma yapmak, tam anlamıyla tanımaya çalışmak yasak. Ancak izin verilen kadarıyla kendilerini bilebiliyoruz. Dünyanın en büyük paradoksu olmasa da ciddi bir paradoks. Çünkü “ben”, “benim” kurucu liderime ulaşamıyorum, çünkü “ben”, “benim” kutsal kitabım hakkında bilgi edinemiyorum. Severken boğmak, korurken zarar vermek, değer atfederken uzaklaştırmak bu olsa gerek.

Hem din, hem kurucu lider, bu toplum için çok önemli, çok değerli… birinin kutsal diğerinin profan olması noktasında ayrılar ancak birbirleri ile toplumun değeri olmak açısından aynılaşabiliyorlar. Ve dogma muamelesi görmeleri açısından da…

Her insan, kendi çevresinin ürünüdür. Ailesinin, içinde yaşadığı toplumun, aldığı eğitimin, öğrendiği siyasi iklimin, üzerine sinen yönetim modelinin ürünüdür. Yani ne ve nasıl olması gerektiğini bir şekilde içinde yaşadığı ortamdan öğrenir. Yukarıdaki üç olumsuz örnek kınanırken sadece üç çocuk ve aileleri hedef alındı. Ancak çocuklar sadece ailelerinin değil, toplumun da ürünüdür. Yani karşımızda kötü bir sonuç varsa, bu kötü sonucun bir faili de toplumdur. Değerlere yönelik bir saldırı varsa bu, uzun yıllar boyunca bu değerler üzerinden çatışma üreten, bu değerleri araçsallaştıran, savaş aparatı olarak kullanılmasına izin verenlerin de etkisinde oluşmuş bir şeydir. Değerlere yönelik bir saldırı varsa, bu değerlere değer atfetmekten değil, değerler arasında ayrım yapmaktan, değerleri değersizleştirmekten kaynaklanır ve bunun faili de kesinlikle bu üç çocuk değildir.

Üç çocuk, üç ergen, üç saçma eylem… sadece üç. Bunlar istisna, bunlar kaide değil, görmezden gelinebilecek kadar dahi az örnekler. Ancak sanki dünya savaşı kopmuş gibi tüm ülke ayağa kalkıyor. Üç hormon mağduru ergene karşı, koskoca siyasetçiler, yaşını başını almış sanatçılar, hukuk, gazeteciler ayağa kalkıyor. Ama nasıl kalkıyor? Birkaç istisna hariç, üç ergene karşı üç binler, üç milyonlar, tutuklansın, sınır dışı edilsin, linç edilsin eşliğinde ayağa kalkıyorlar. Beddualar, hakaretler, küfürler havada uçuşuyor. Şimdi, bu üç ergen hatalı, yanlış, kusurlu peki onları tutuklamaktan, sınır dışı etmeye, küfürlere boğmaya kadar ileri giden yetişkinler ne, çok mu masumlar? Hangi çocuğa, hangi insana öfke ve nefret ile saygı, değer öğretilir? Kendisine değer verilmeyen, saygı gösterilmeyen çocuklardan, değer bilen, saygı gösteren bireyler olmasını bekleyemeyiz.

Her insanın, insan olmaktan dolayı sahip olduğu değerler var. Bu anlamda, 5 yaşındaki çocuk da, kurucu lider de değerli. Her insana, insan olmayı öğreten ahlaki kaynaklar var, bu anlamda kutsal kitap da, dini öğreti de değerli. Eğer bunların korunması gereken değerler olduğu konusunda hemfikirsek, önce bunlara muhatap olacak çocukların da korunması gereken değerler olduğunu kabul edip, onlara değerin ne olduğunu öğretip kendilerine değer verdikten sonra değerlere değer atfetmelerini beklemek zorundayız. Çocukların, nesebinden canına kadar sahip olduğu her değeri en sert biçimde hedef alarak o çocuklara değer eğitimi verilemez.

Elbette herkes dilediği gibi hakaret etsin, suç işlesin, sonra suç topluma atılsın ve konu kapansın diye bir şey olmaz. Ancak suç varsa sebebi vardır, suçun engellenmesinin de hedef alma ve tutuklama yanında başka yolları vardır. Sosyolog Robert K. Merton, suçun ya da kabahatlerin, normal olduğunu, her toplumda olabileceğini ve sebeplerinin sadece psikolojik, bireysel olmadığını aynı zamanda ortada bir suç varsa bunun sosyolojik olabileceğini de söylüyor. Merton’a göre, herhangi bir toplumda kültürel ve sosyal yapı bütünleşmesi sorunluysa, diğer bir deyişle, kültürel yapının arzu ettiği davranışları, sosyal yapı engellemişse bu, anomiye, normsuzluğa bununla ilişkili olarak suça neden olur. Ve evet, hakaret de bir suçtur.

Bu ülkenin sahip olduğu kültürel ve sosyal yapının bütünleşmesinin sorunsuz olduğunu kimse iddia edemez. Ülkedeki her kesimin, hem geçmişteki hem de bugünkü tutumlarında kültürel ve sosyal yapının sorunlu bir biçimde bütünleşmesinde payı vardır. Dolayısıyla üç ergenin eyleminin büyük suç olduğu iddiasındaki kesimlerin, bu suçlarda doğrudan olmasa da dolaylı yoldan payı vardır.

Hala üç çocuğun tutuklanarak, hedef alınarak ıslah edileceğini düşünen ve tek problemin bu üç çocuktan kaynaklandığını düşünenler varsa, kendilerine bu üç çocuktan birini koğuş arkadaşı seçmekte özgürler.

- Advertisment -