Muhtemelen son yüz yılın en büyük ve en uzun süreli orman yangınını yaşadık, yaşıyoruz.
Ormanlardan köy ve mahallelere, oralardan ilçelere sıçrayan çok büyük bir felaketin içindeyiz.
Çok sayıda insan yaşamını yitirdi, ailelerin ocağı söndü. Binlerce insan doğup büyüdüğü, yaşadığı yerleri gözyaşı içinde terk etti.
Henüz ne kadar orman alanının yandığını bilmiyoruz ama çok büyük olduğu açık. O alanlarda yok olan canlı yaşamı ise ayrı bir üzüntü konusu.
Güney ve batı sahillerimizdeki turizm beldelerinin önemli bölümü ağır yara aldı. Turizm hayli etkilendi. Toparlanma zaman alacak.
İktidar yanan yerlerin yapılaşmaya açılmayacağına dair söz verip duruyor. Anayasa da öyle söylüyor.
Lakin yakın tarihe bakınca, bu sözlere insanın inanası gelmiyor; ama şimdilik izleyeceğiz.
Felaketin tam bilançosu epey sonra çıkacak. Asıl değerlendirme o zaman ilgili kurumlar, uzmanlar ve siyasi odaklarca daha etraflıca yapılacaktır.
Kamuoyuna yansıyan bazı hususlar hakkında ise sınırlı bir değerlendirme yapmak mümkün.
Bakanlık böylesine hazırlıklı mıydı?
”Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu yangınlara hazırlıksız yakalandığı” eleştirisi en fazla dile getirilen husus; ama iktidar bunu kabul etmiyor. Muhalefeti “yangın üzerinden politika” yapmakla, “yanlış ve zamansız” eleştiri yöneltmekle suçluyor.
Tabii ki bütün yangın görevlileri hayatları pahasına çalışıyorlar ve ülke onlara minnettar. Ama özellikle ilk üç-dört gün için havadan müdahale desteğinin yetersiz kalması, farklı kurumlarla koordinasyon ve organizasyonun doğru dürüst olmaması, ciddi bir yönetim zaafı olarak görülüyor.
Bölge halkı, yerel yöneticiler, STK temsilcileri, iktidar bağımlısı olmayan medya mensupları bakanlığın ciddi bir hazırlığının olmadığında birleşiyorlar.
Rüzgâr ve sıcaklık etkisine rağmen, yangının bu kadar hızlı yayılmasının önüne havadan müdahale ve iyi koordinasyonla geçilebilirdi, diyorlar.
Yangın mağduru belediyelerle koordinasyon
Yangınlar sürerken iktidar yerel yönetimlerle ilgili tartışmalı söylemler tutturdu. Önce yangınlarla mücadeleden yerel yönetimleri sorumlu tuttular. Sonrasında “yerleşim yerlerini kurtarmak için ormanları feda ettik” gibi değerlendirmelerde bulundular.
Yerel yönetimlerle işlevli bir ilişki sürdürmedikleri anlaşılıyordu. Bu nedenle problemlerini iktidar medyası dışındaki bağımsız medya organlarına canhıraş bir şekilde anlatmaya çalışan belediye başkanlarına tanık olduk.
Havadan müdahale isteyip, gelmeyince yönettiği yerleşimin cayır cayır yanışı karşısında ağlayan belediye başkanlarını görmek iktidar sözcülerinin söylediği her şeyi yerle bir ediyordu.
Yıkmak kolay da…
Türkiye’nin arazi yapısı, dağ ve orman özellikleri, yerleşimlerin durumları, sıcaklık, yangın ve rüzgârla ilişkisi bilinmeyen şeyler değil. Orman yolu ve patikalarla karadan ulaşılması imkânsız bölgelerin çok olduğu ve buralara havadan müdahalenin zorunlu olduğunun farkına da herhalde 2021 yılında varılmadı.
Tam bu noktada çok sert bir THK tartışması yaşanıyor ve kampanyalar yürütülüyor.
Bu konuda iktidara yönelik bir suçlama ve bir iktidar kararı öne çıkıyor.
İktidarın, söylendiği halde THK filosunu geliştirmediği ileri sürülüyor. Karara gelince, su taşıma kapasitesi 100 lt eksik olduğu için yangın söndürme ihalesine de sokulmuyor. Bunlar, doğal olarak inandırıcılığı zayıf, tartışmalı şeyler.
Ama anladığımız bir husus var: iktidar THK’yi geleneksel yönetsel yapısıyla, ciddi mal varlığıyla, askeri vesayetin bir biçimde devam eden bir kurumu olarak görmüş. Bu nedenle pek de göz önünde olmasını istemiyor. Yönetimi kayyıma devredilmiş durumda. Kurban derisi geliri zaten kesilmiş. Bu ay içinde önemli mülkleri de satışa çıkıyor.
Fakat bir husus var, hangi aklı başında ve işini bilen devlet havacılıkta ve yangın söndürmede ciddi birikimi olan, teknik olarak kullanılabilir filo çapında uçağa sahip ve deneyimli personeli bulunan bir kurumu böyle hoyratça ortalığa savurur!
Neden kurumsal bir yenileme ve güçlendirme yoluna gidilip, ülkenin hizmetinde kalması ve böyle günlerde devreye sokulması düşünülmez?
THK’yı devre dışı bırakmak isterken, yeni bir filo hazırlamamak büyük bir hata olarak görünüyor.
Uluslararası destek bizi bozar mı?
İhaleye giren üç uçakla yapılan havadan müdahale yeterli gelmeyince ilk iki-üç günde yangın hızla yayıldı. Ne yapsın evi barkı tehdit altında olan halk? Eline ne geçirdiyse yangın bölgesine koştu. Yangın söndürme tüpleri, su bidonları ve küreklerle ormana koştular. Kadınlar hortum taşırken, kimileri de uluslararası yardım anonsu, “Help Turkey” çağrısı yaptı. Türkiye’nin yaşadıklarına dünya kamuoyunun bigâne kalmamasını istedi?
Ne var ki, iktidar tuhaf bir şekilde bunu “milli ve yerli onur” meselesi yaptı. Halbuki deprem, yangın, susuzluk, kıtlık, pandemi gibi felaket durumlarında böyle uluslararası anonslar ve ardından gelen dayanışma ve destek girişimleri insanlığın yabancı olmadığı bir durumdu.
Zamanları aşan bir gerçektir: insandan insana uzanan el sınır tanımaz. Atalarımız de boşuna “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” dememişlerdi. İçine sızan üç-beş kötü niyetliyi ya da sorumsuzu bahane edip, böyle çağrıların “ülkeyi aciz gösterdiğini” ileri sürmenin, Strong Turkey” sloganlarıyla ulusal kibir fırtınasına kapılmanın anlamı var mı? Hele de yangın başladıktan 3-4 gün sonra isteğimiz üzerine çok sayıda ülkeden yangın söndürme uçağı gelmişken!
Gönüllülere yasak
Son olarak değinmek istediğim konu ise iktidarın “Görevli olmayanların yangın bölgesine sokulmaması” yönündeki kararıdır.
Konunun görevlilere yardım eden ve bölge halkıyla dayanışma gösteren gönüllülerle alakalı olduğu aşikâr.
İktidar bundan neden rahatsız oldu anlamadım. İster ulusal ister yerel düzeyde olsun, felaket anında, gönüllüler etrafında şekillenen dayanışma girişimleri, halkın örgütlenme kapasitesini ve dayanışma ruhunu yükseltir. Sorunların daha kısa zamanda ve daha hafif atlatılmasına hizmet eder. Can alıcı sorunların ve gerçeklere dair bilgilerin ilgili kurumlara daha hızlı ulaşmasını sağlar.
Hal böyleyken, tam yangının ortasında, gönüllülerle ilişkiye geçerek onların dinamizmini ve yaratıcı gücünü de devreye sokmayı tercih etmeyip, yasaklama yoluna gitmesi anlaşılır gibi değil.
Gönüllülerin ve görevli olmayanların can güvenliğinden endişe duyularak bu yolun tercih edildiği şeklindeki bir gerekçeyi ise hiç sahici bulmuyorum.
Gönüllülerle yangın bölgelerindeki muhalefet belediyelerinin işbirliği içinde çalışıyor olmaları belli ki iktidarın hoşuna gitmeyen bir tablo yaratmış.
Bu kararı olaylar sırasında güvenlik güçlerinin görüntülerinin alınmasının özel hayata müdahale olarak nitelenip, yurttaşın cep telefonlarıyla görüntü almasının yasaklanmasına benzetiyorum.
İktidarın bu tavrında bir kamu yararı olduğu kanısında değilim.