[8 Haziran 2024] Şiddet şiddeti doğurur. Doğuruyor. Zulüm yeni yeni zalimler yetiştiriyor. Hitler Yahudilere soykırım uyguladı. İsrail devletinin kurucuları, Haganah’çıları, İrgun’cuları, Shin Bet’çileri, Mossad’çıları bir bakıma o fidelikte, Auschwitz’in gölgesinde yetişti, pişti, sertleşti. Kendilerine yapılanı, 1948’den bu yana Filistin halkına yapıyorlar.
Bu fidelikten de Hamas ve Hizbullah çıkıyor. İsrail hapishanelerinde, 1967’den beri işgal altındaki topraklarda, duvarın gölgesinde, yasadışı Siyonist yerleşimcilerle burun buruna, Sabra ve Şatila’da, Gazze gettosunun sefaletinde… yetişiyor, pişiyor, sertleşiyorlar. Azim. Cesaret. Tahammül. Fedakârlık. Liderlik yetenekleri. Evet, var bu özellikleri. Kin ve nefretle, gaddarlıkla, amansızlıkla içiçe. Başka şey görmemişler. Bütün dünyaları bu. Herşey ak ve kara. Normal hayatın grilikleri yok. Hepsi Yahya Sinwar’da somutlanıyor.
1962’de (o sırada Mısır yönetimindeki) Gazze’de, Han Yunus mülteci kampında doğuyor. Ailesi 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda Aşkelon’dan kaçıp buraya sığınmış. Şiddet içinde büyüyor. İlk 1982 yılında tutuklanıyor ve birkaç ay Fara hapishanesinde yatıyor. Burada Filistinli aktivistlerle tanışıyor ve kendini Filistin dâvâsına adıyor. 1985’te tekrar tutuklanıp çıktığında, Macd olarak da bilinen Munazzamat al Jihad w’al-Dawa örgütünü kuruyor. Esas amacı, İsrail işbirlikçilerini tesbit edip cezalandırmak. Bunun yanısıra, bir tür ahlâk jandarmalığı da yapıyor (aynen, Pontecorvo’nun Cezayir Savaşı filminde, küçük kriminal işlerden gelen Ali la Pointe’in (asıl adı Ali Ammar), FLN’e katıldıktan sonra, kasbah olarak bilinen Müslüman mahallesindeki, mutlak hegemonya tesisine yönelik ahlâk jandarmalığı eylemleri). Al Macd örgütü 1987’de Hamas’ın “polisi” haline geliyor. Bütün bunlar Sinwar’ı karşı-şiddetin göbeğine oturtuyor. Henüz yirmilerinde. “Han Yunus’un kasabı” lâkabını bu dönemde kazanıyor.
1988’de, (a) iki İsrail askerinin kaçırılıp öldürülmesinin; (b) İsrail devletine çalıştığından şüphelendiği dört Filistinlinin öldürülmesinin planlayıcısı. O yılın Şubat’ında tutuklanıyor. Sorgusunda, kurbanlarından birini kendi çıplak elleriyle, bir diğerini bir kefiyeyle boğduğunu, üçüncüsünü “şiddet içeren bir sorgu” sırasında “istemeden” öldürdüğünü, dördüncüsünü ise kaçırma girişimi sırasında “kazara” öldürdüğünü anlatıyor. Dört cesedi gömdükleri meyva bahçesini gösteriyor. Öldürdüklerinden birinin “ölmeyi hak ettiğini kabul ettiğini” söylüyor. İşbirlikçilerden (veya öyle gördüklerinden) zorla itiraf almayı ahlâkî bir yükümlülük sayıyor, savunuyor. İsrail yetkililerine göre, muhbir diye şüphelendiği birini, erkek kardeşine diri diri gömdürdüğünü, hattâ bunun için (çok uzun sürsün diye) kürek değil kaşık kullandırttığını övünerek anlatıyor.
1989’da dört defa ömür boyu hapse mahkûm ediliyor. 22 yıl cezaevinde kalıyor. 26 yaşında giriyor, 48 yaşında çıkıyor. Sertleşme ve katılaşma süreci, bizler gibi sıradan insanların tasavvur edemeyeceği noktalara ulaşıyor. Tutuklu ve hükümlülerin mutlak lideri konumuna yükseliyor. Gene İsrail istihbarat servislerine göre, “zalim, otoriter, etkileyici, olağanüstü dirençli, kurnaz, manipülatif… cezaevinde, diğer mahkûmların ortasında bile sır saklıyor.”
İşbirlikçiliğinden şüphelendiklerini hedef almaya devam ediyor. İki muhtemel muhbir öldürülüyor, kafaları kesiliyor, organları parçalanıp hücrelerden dışarı atılıyor. Ardında Sinwar’ın olduğu sanılıyor ama kanıtlanamıyor.
Hamas’ın kaçırdığı ve beş yıl rehin tuttuğu İsrail askeri Gilad Şalit için 2011 yılında gerçekleştirilen değişim kapsamında, 1026 Filistinli tutuklu veya hükümlü arasında Yahya Sinwar da serbest bırakılıyor. Gazze’ye dönüyor ve bir kahraman olarak karşılanıyor. Bu arada İsrail Gazze’den çekilmiş. 2006 seçimleri yapılmış ve Hamas kazanmış, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kaybetmiş. Bu da, İsrail’in “iki devlet” sözünü dahi tutmamasına karşı tırmanan radikalleşmenin bir parçası. Sinwar bu dalgayla birlikte yükseliyor. Alan hegemonyası tesisinde, FKÖ’nün (mensuplarının yüksek binaların tepesine çıkarılıp oradan atılması gibi yöntemlerle) fizikman imhası sürecinde yer alıyor. Hem karizmatik, hem vahşi ve gaddar. Filistin dâvâsı uğruna hapiste katlandıkları nedeniyle seviliyor ve el üstünde tutuluyor. Aynı zamanda müthiş korkuluyor. Yahya Sinwar’a itaatsizlik ölümle bir tutuluyor.
Kassam Tugayları, Hamas’ın askerî kanadı. Bir birimi, Zeytun Taburu. Komutanı Mahmud İştiyavi. 2015’te, yolsuzlukla (zimmetine para gçirmekle) ve eşcinsellikle suçlanıyor. Şubat 2016’da işkence görüyor ve öldürülüyor. Sürekli kırbaçlanıyor; günler boyu, her gün saatlerce tavandan asılıyor; nihayet göğsünden üç kurşunla vurularak idam ediliyor. Bütün süreci Sinwar’ın yönettiğine inanılıyor.
Sinwar, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihli saldırısının herhalde en üst sorumlusu. Şu anda Refah bölgesinde, yeraltındaki tünellerde saklandığı düşünülüyor. Türkiye’de PKK’nın 2015-2016’da başlattığı hendek ve barikat savaşları, güneydoğunun birçok şehir ve mahallesini harabeye çevirdi. Sivil Kürt halkın yaşamını mahvetti. Hamas’ın huruç harekâtı bin beterine uğrattı Gazze’yi. İsrail’in sekiz aydır dur durak bilmeyen intikam operasyonunda, 15,000’i aşkın çocuk dahil en az 36,550 kişi öldü. Yaralı sayısı en az 82,959; kayıp sayısı en az 10,000. Evet, İsrail de yalnızlığa itildi ve (bir şekilde) barış gelecekse dünya kamuoyunun baskısıyla gelecek. O baskı ABD’ye de çizgi değiştirtecek. Peki bu yitik hayatlar ne olacak?
Bir dâvânın haklılığı, o dâvâyı sahiplenen örgüt ve liderlerin de iyi, doğru ve haklı olması anlamına geliyor mu? Bu özdeşliği kendileri kuruyor. PKK (ve Kürtler) ve Abdullah Öcalan. Hamas (ve Filistinliler) ve Yahya Sinwar. Biz niye onaylayalım?