AK Parti defterini açmadan önce biraz uzaklara gidelim. Paris’e.
Dün Paris’te tarihi bir olay yaşandı. 46 yaşında Fransa Cumhurbaşkanı Macron, 34 yaşındaki Gabriel Attal’ı Fransa’nın yeni Başbakan’ı olarak atadı.
Attal, Fransa tarihinin en genç Başbakan’ı. Bir ilki daha var; Fransa tarihinin ilk açık eşcinsel Başbakan’ı .
Attal, Macron’un partisinden Avrupa Parlamentosu’nda olan bir siyasetçiyle resmen evli.
Bazı yerlerde Fransa’nın İlk Yahudi başbakanı olduğu yazılsa da babası Tunus Yahudisi, annesi Yunan-Rus kökenli bir Ortodoks Hristiyan. Annesinin dini inancına sahip.
Magazin kısmını böylece kapatıp, profilinin bizi ilgilendiren kısımlarına bakalım.
Attal bir film yapımcısının oğlu. Elit bir okulda okumuş. Hatta o günlerden televizyon röportajları var. Üniversite öğrencisiyken sosyalist olmuş, 2006’daki öğrenci olaylarına katılmış. Sosyalist Parti’nin seçim kampanyalarında çalışmış, parlamenterlerin danışmanlığını, metin yazarlığını yapmış, yerel seçimlerde yerel meclislere aday olmuş, seçilmiş, bakanlıklarda çalışmış, bakanlara danışmanlık yapmış. Sonra da Macron’un partisine katılmış. Milletvekili olarak Meclis’e girmiş. Gençlik Bakanlığı, hükümet sözcülüğü yapmış.
Yani 34 yaşının yarısını siyasetin içinde adım adım yükselerek geçirmiş.
Yani siyasi kariyeriyle 34 yaşında Başbakan olmuş bir isim.
Peki neden bu kadar genç bir ismi seçti Macron?
Kendisinden genç bir Başbakanla çalışmayı tercih etmiş olabilir.
2024 Paris Olimpiyatları’nda ülkeyi genç bir isim yönetsin istemiş de olabilir.
Ama daha önemlisi, artık siyasette genç rakipleri var. Mesela 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en ciddi rakibi Marienne Le Pen, partisini 28 yaşındaki Jordan Bardella’ya teslim etti. Bardella, karizmasıyla yeni nesilleri, eski usül Le Pen ailesinin faşist Ulusal Cephesi’ne ısındırıyor.
O da siyaset tepeden inmedi. 16 yaşında girdiği Ulusal Cephe’de parti kademelerinde yükseldi, yerel siyasette görevler aldı, en son da Meclis’e girdi.
Yani o da siyaseten yetişmiş bir isim. Yoksa süper CV’si, müthiş yöneticilik, mühendislik yetenekleri yok. Sorbonne’dan terk.
Fransa siyasetinin iki genç ismi de siyasetin içinden geliyor.
Siyasi tartışmalarda yer almışlar, bir davaları olmuş, pozisyon almışlar, söz söylemişler, ülkedeki siyasi müktesebatın, kim kimdirin farkındalar.
Herhangi bir konuda partilerin pozisyonlarını, karşı pozisyonları çok iyi biliyorlar.
Tıpkı Tayyip Erdoğan gibi.
Erdoğan da RP’nin Beyoğlu İlçe Başkanı olduğunda 30, İstanbul İl Başkanı olduğunda 31 yaşındaydı. Ama siyasete 20’li yaşlarda Akıncılar’ın içinde girmişti.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde 40 yaşındaydı. Başbakan seçildiğinde ise 49.
Bütün bu makamlara bürokrasideki ya da iş dünyasındaki başarıları, ekstra yetenekleri, müthiş CVsiyle değil, siyasi mücadeleyle gelmişi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni bıraktığı Kadir Topbaş da siyasetin içinden gelen bir isimdi. En son aday gösterdiği Binali Yıldırım, her ne kadar belediye kadrolarından yetişmiş olsa da aralarında Başbakanlık da olan 20 yıllık bir siyasi kariyeri arkasına bırakarak bu makama aday olmuştu.
Ama son İstanbul Büyükşehir Belediye başkan aday adayları listesinde aynı profilde insanlar yoktu.
Ali Yerlikaya, hiç siyaset yapmamış, kaymakamlık, valilikten İçişleri Bakanlığı’na atanmış bir bürokrattı. Menşei, ideolojisi, fikriyatı hakkında hiçbirşey bilmiyoruz.
Ergün Turhan, beş yıl önce Fatih Belediye Başkanı seçilene kadar bürokraside görevler almış, TOKİ başkanlığı yapmış bir isimdi. İslami çevrelerden gelse de o da siyasetten değil, bürokrasiden gelme ve bürokratik yetenekleriyle siyasete geçmiş bir isim.
Fahrettin Koca, doktor, hastane sahibi ve oradan Sağlık Bakanı. Rengini, fikrini daha fazla belli eden bir isim ama o da siyasetten değil, önemli siyasi tartışmalar hakkında ne düşündüğünü bilmiyoruz.
Ve listeden aday olarak seçilen Murat Kurum. Aralarında Ali Yerlikaya’dan sonraki en siyaseten renksiz, en bürokrat olanı. Hangi konuda ne düşündüğünü bilmediğimiz, bütün kariyerini bürokraside TOKİ’de, Emlak Konut’ta ve buralardaki yetenekleri yüzünden atandığı bakanlıkta geçirmiş. Daha önce ne yapmış, ne okumuş, ne demiş bilmiyoruz. Bakanlığı sırasında da siyasi tartışmalarda taraf olmamış, bakanlık yaparken bile renk vermemiş bir isim.
Aday adayları içinde siyasi kariyeri olan tek isim Tevfik Göksu’ydu. Milli Görüş’ten yetişmiş, eski fotoğraflarda olan, hep siyasetin içinde kalmış, siyasi tartışmalara girmiş, en son 2019 Yerel seçimlerinde de İmamoğlu ile polemikler yapmış, seçimin ardından belediye meclisinde AK Parti’nin sözcülüğünü yapmış bir isimdi.
Ama anketler onun aday olmasını sağlamadı. Çünkü siyasete girdikçe ve pozisyon aldıkça yara da almıştı. Kutuplaşmış bir ülkede siyasi tartışmalarda taraf olmak insanı yıpratıyor.
Peki, bizzat kendisi siyasetin çekirdeğinden gelmiş Erdoğan’ın İstanbul için aralarında tercih yaptığı adaylar neden siyaset değil de bürokrasi kökenliydi?
Çünkü AK Parti, uzun bir süredir artık devletle iç içe geçmiş bir parti.
Valiler, bürokratlar, emniyet müdürleri hatta Genelkurmay Başkanları siyasileşti. Parti kadrolarıyla, bürokrasi kadroları birbirine karıştı.
Özgürce siyaset yapma, konuşma tekeli sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’da olunca, diğer siyasilerin profilleri silikleşti.
Onlar istenenleri yapan, kendi iradeleri olmayan, yanlış şeyleri de savunmak zorunda kalan isimlere döndüler. Karizmaları sarsıldı.
Siyasi tartışmalarda taraf olmayan, sadece işlerini yapan siyaset dışı kadrolar içinse bu siyasi renksizlik bir avantaja dönüştü.
Sadece işlerini yaptılar, hiçbir tartışmaya girmeyerek itibarlarını, popülerliklerini korumaya çalıştılar. “Sadece işini yapan adam” olmak övgü aldı.
Böyle bir demokraside Belediye Başkanlığı da siyasi bir pozisyon olmaktan çıkıp, iş yapacak adamların arandığı teknik bir pozisyona dönüştü.
En azından AK Parti için.
Ama işte o teknik pozisyona ulaşmak için önde aşılması gereken küçük bir engel var: Seçimleri kazanmak….
O da siyaset yapmadan yapılamayacak bir iş. Polemiklere girmeli, her an size fikirleriniz sorulduğunda verecek cevaplarınız olmalı, bu cevapları verirken siyasi hata yapmamalı, referansları ve mesajları yerinde kullanmalısınız.
Sadece arada “kutlu dava”, “Kudüs, Saraybosna” diyerek kapatılamayacak bir açık bu.
Bakalım Murat Kurum, bu üç aylık siyasi sınavı nasıl geçecek?
Özellikle de karşısında da siyasetten gelmiş, her şeyiyle siyasetçi olan Ekrem İmamoğlu varken.
“Ben siyasetle ilgilenmiyorum, polemik yapmayacağım, ben proje adamıyım” diyerek siyaset yapılabilir mi? seçim kazanılabilir mi göreceğiz.
AK Parti’nin kendini hapsettiği siyasetsizlik kıskacında isim listeleri her seferinde daha kısalacak, devletleşme, bürokratlaşma sürdükçe de siyasi profilleri yüksek isimler yetişmeyecek, öne çıkmayacak ve geriye düşecek.
Bir siyasi parti için siyasetsizlikten daha büyük tehlike olabilir mi?