Meral Akşener, ülkücü/merkez sağ/ seküler bir seçenek olarak toplumun ilgisini çekmeyi başarmıştı. Toplumun ilgisini kazandığı günlerde Akşener oldukça ılımlı bir dil kullanıyordu. Ülkücülükten merkeze doğru yönelirken “ötekileştirici” değil birleştirici bir yaklaşım içindeydi.
Sonra araba yokuşa gelince durdu. Kürt meselesi, Kürtlerin siyasete entegrasyonu konusunda da bir şeyler söylenmesi gerekiyordu. Akşener arabayı geri vitese taktı. Belki de tepeyi geçmek için enerjisini, birikimini yeterli görmedi. Aşması gereken duvara baktı, kararını verdi. “Ben ülkücüyüm, Kürtler konusunda da sert tavırdan vazgeçmeyeceğim” yaklaşımı içine girdi ve ipler koptu.
Araba, aşağıya yuvarlanmaya başladı. Araba bir daha toparlanıp yeni bir başlangıç yapamadı. Türk milliyetçiliğinin iki temel açmazı var: Birisi Kürt meselesi, diğeri dindar muhafazakarlar… Türkiye toplumundaki dindarlık gerçeği, milliyetçilerin gözünde eskiye oranla kısmen normalleşti. Artık eskisi kadar “şeriat tehlikesi” teması üstünden siyaset yapılmıyor. Ancak “bölücülük” konusu hâlâ taze bir siyaset malzemesi olarak duruyor.
Türkiye’nin derin sorunlarına çözüm üretebilmesi için bir merkez inşası şart. AK Parti bir ölçüde merkezde gibi görünebilse de hiçbir zaman gerçek merkez olamadı. Bundan sonra da “merkez arayışı” meselesi gündemimizi meşgul edecek. Merkez sağ ya da merkez, nasıl gelişebilir? Eski söylemlerle yeni Türkiye’de tutunmak mümkün görünmüyor. Meral Akşener tecrübesi önemliydi. Kürt meselesi dahil kritik alanlarda yeni şeyler söyleme imkanı vardı. Parti yönetimindeki ülkücü kabuğu kırabilme fırsatı elindeydi. Güncel dünyayla, 2020 yıllarının gerçekliğiyle paralel, yeni bir milliyetçi dil, daha anlamlı bir milliyetçilik geliştirilebilirdi.
Yapmadı, yapamadı. Kolayı seçti ve milliyetçiliğin klasik söyleminin sınırlarının dışına çıkamadı. Öyle olunca da siyasette ona yer kalmıyor. Ülkücülüğün, sert milliyetçiliğin sahibi var sonuçta. Örneğin Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP gibi partiler tarafından temsil edilen merkez sağ çizgi bu açıdan başarılı tecrübeler olarak görülebilir. Bu partiler, kendi dönemlerinin ölçütleri içinde çağdaş dünyayı yakalayabilmiş veya en azından bunun için çaba göstermiş, gerçekçi partilerdir. 2023 yılında ise bu alan boşlukta.
İYİ Parti’nin makul düşünen milletvekilleri ve yöneticileri bu işin çıkmaz olduğunu görüyorlar ve bir siyasi yenilginin parçası olmamak için partilerinden ayrılıyorlar. Meral Akşener, her ne kadar Süleyman Demirel’le siyaset yapmışsa da bir Demirel kıvraklığı gösteremedi. Bir Özal gibi akıntıya karşı yüzebilen, ufkun öte yanını görebilen bir tutum sergileyemedi. Demirel, sağdaki birleştirici güç olarak Türkiye’nin geçmiş 50 yılına damgasını vurdu. İyi kötü. Ancak merkezi bırakmadı. Aşırılıklarla uzlaşsa da kendisi aşırılığın temsilcisi olmadı.
Tabii ki, çözüm 50 yıl önceyi taklit ederek bulunamaz. 60-70 yıllık, çok partili sistemin örnekleri gösteriyor ki; Özal, Demirel ve Menderes merkez sağı uygarlıkla birleştirmeye çabaladılar. Öte yandan bu yolculukta birçok zaman demokrasi konusunda özürlü bir tutum sergilediler. Ne olursa olsun, o çabaların değerini anlamadan yeni bir merkez oluşturulamaz.