spot_img
Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIÂlemde ne siyasetçiler var

Âlemde ne siyasetçiler var

Memleketin hali hakkında siyasetçiler, toplum, dış güçler… Akla gelebilecek gelemeyecek her özne mesul oluyor da, neden memlekette sözün sahibi olmuş olanlar mesul olmuyor, anlamak güçleşiyor. Benim açımdan Türkiye Cumhuriyetinin başarısızlığının esas —belki de biricik— müsebbibi, bu memlekette söz söyleyebilme imtiyazına sahip olmuş ve şimdi de sahip olanlardır.

Liz Truss’ın saltanatı kısa sürdü, malumunuz. Mevzu sadece Birleşik Krallık’ta değil bütün dünyada ve bu arada Türkiye’de de ilgi gördü. Dünya siyasetinde ağırlığı olan bir ülkenin başbakanının istifasının gündem olmasında anlaşılmaz bir şey yok, her daim gündem olur. Eskiden de olurdu.

Ve fakat…

Alışık olduğumuz bir diskura bu defa pek rastlamadık. Bir yerlerde birileri “âlemde ne siyasetçiler var, istifa etmeleri gerektiğinde ediyorlar, bizde nerde…” mealinde laflar ettilerse, bana ulaşmadı. Eksikliğini hissettim.

Eksikliğini hissettim çünkü yıllarca hemen her istifanın ardından neredeyse koro halinde “bizim siyasetçilerimizde iş yok, utanmaz bunlar” ezberi tekrarlanırdı. Ben de her defasında “mevzu bir kişilik mevzuu, bir ahlak mevzuu değil, bir siyasi mevzuat problemi” diye orta yere atlamak zorunda kalırdım. Neticede istifa etmezse ettirilecek, istiskale uğrayacak olmasa, Britanya’da veya Japonya’da da kimse istifa etmez. Başkalarının siyasetçileri de utanmaz olabilirler yani ama tercihleri kendi utanmazlıklarına bırakılmıyor, ortada istikbalini düşünen “kurumlar” var.

Britanya’da Truss’ın istifası Roni Margulies’in Serbestiyet’te 22 Ekim’deki yazısında öne sürdüğü gibi egemen sınıf temsilcilerinin “kulağa fısıldaması” basitliğiyle açıklanabilir mi bilemem. Ben Muhafazakâr Partinin seçmenler nezdinde prestij kaybından ürktüğü için bir refleks göstermesi gibi açıklamaları tercih ederim. Marksist olmadığıma yorulabilir de… Tarihi toplumların yazdığını da, kendi hesabıma, Marks’tan öğrenmiştim.

Türkiye’de ise partileri ve faaliyetlerini düzenleyen mevzuat öyle ki, toplumun filanca başbakandan veya genel başkandan memnun olmamasının herhangi bir neticeye yol açma imkânı yok. Mevzuat zaten toplumun bu hususta bir etkisi olmaması “için” düzenlenmiş. Başka bir şeyler amaçlanıyormuş da beklenmedik bir yan ürün olarak toplum oyunun dışında kalmış değil. “Şöyle kasketlilerin, poturluların bulaşamadığı cici partilerimiz olsun, aklı başında insanlar bir araya gelip her birini tasarlayalım, biz bize oynayalım” denerek kasten, taammüden işlenmiş bir işten söz ediyoruz. “Başlarına yerleştirdiğimiz adamlarımız/kadınlarımız da yeterince güçlü olsun ki, beyhude tartışmalarla, hizip mücadeleleriyle enerji kaybetmeyelim” denmiş. Eh, öyle olunca böyle oluyor. Beyfendi, hanfendi lütfedip kendisi inmezse, zat-ı şahanelerini indirebileceğimiz hiçbir enstrümanı yok kimsenin.

Mesele buydu. Ama “sözün sahipleri”, ısrarla, “bizim siyasi mekanizmamız bozuk” demek yerine “bizim siyasetçilerimiz utanmaz” demeyi tercih ediyorlardı. Koro halinde.

Böyle bakınca, bu defa Truss’ın istifasının ardından “ah âlemde ne siyasetçiler var” geyiğinin dolaşmamasından memnun olmam gerekir. Ben de memnun oldum. Yazdım bir kenara. Esasen bir süredir bu saçmalık ile aramıza mesafe koymaya başlamışız, onu fark ettim. Bu “akıllanma”nın ne manaya geldiğini, bizim hakkımızda ne diyor olduğunu teşhis edebilmek için biraz zamana, başka gözlemlere de ihtiyaç var.

O arada biz, belki de başka şeyler konuşabiliriz. Bütün seksenler ve doksanlar boyunca, dünyanın herhangi bir yerindeki bir Başbakan istifasını “görüyorsunuz âlemde ne siyasetçiler var” sosuyla servis edenlerin bu memlekete ne yapmış olduklarını konuşabiliriz mesela. Şimdi —Truss’ın istifasının ardından— başımıza “âlemin siyasetçileri” yağmuru yağmamış olsa da, zamanında o zehirli yağmurlarla fena halde yıkanmış topraklarda bitmiş zehirli ayrıkotları ayağımıza dolanmaya devam ediyor.

Şöyle ki…

“Japonya’da ortaya çıkan filanca problemin ardından Başbakan istifa etti, bizde siyasetçiler benzer durumda istifayı akıllarına bile getirmiyorlar” dediğinizde, diğer her şey aynıymış, sanki mesele siyasetçilerin kişilik özelliklerine endeksliymiş gibi bir algının içinden konuşuyor ve bu algıyı topluma enjekte ediyorsunuz. Toplumda zaten öyle bir algı varsa, onu pekiştiriyorsunuz. Bu tutumun tabii neticesi olarak da, artık filanca adamın veya kadının kişiliğini konuşmak, siyaseti o kişilik parametreleriyle anlamlandırmak kaçınılmaz oluyor. Yani mesele bağışıklık sisteminin çalışmamasından kaynaklanırken, siz filanca yerde mikrop kapmakla açıklıyorsunuz rahatsızlığı.

Neticede o filanca şahsı başkasıyla değiştirince de hiçbir şey değişmiyor. Bağışıklık sistemi çalışmayınca, şu enfeksiyon riskinden kurtulduğunuzda sağlıklı olma ihtimalini artırmış olmuyorsunuz, bir başka enfeksiyon sizi yatağa düşürüyor.

Yani?

Bağışıklık sistemini güçlendirerek ancak aşılabilecek problemlerin, enfeksiyon riskinden korunmakla aşılabileceği zannını yaymış oluyorsunuz.  

Bugün aynı geyiğin tekrarlanmıyor olmasının da bir faydası yok artık. Çünkü toplumun kahir ekseriyeti, görüldüğü gibi, Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Yavaş, İmamoğlu, Akşener filan konuşuyor. Hayati olduğunda hemen herkesin emin olduğu seçim hakkındaki tartışmanın ana aksını adayın kim olacağı mevzuu teşkil ediyor. Bu arada bize demokrasi vadeden —esasen pek öyle bir şeye tenezzül etmeseler bile bizim en azından demokrasi vaat ettiklerini vehmettiğimiz— genel başkanların partilerinde neden demokrasi olmadığı tartışması mesela, gündemimize pek girmiyor. Olsa olsa, Kuzey Kutbundaki kış güneşi gibi, nadiren, görünecekmiş gibi yapıp kayboluyor.

Ve böyle bakınca…

Memleketin hali hakkında siyasetçiler, toplum, dış güçler… Akla gelebilecek gelemeyecek her özne mesul oluyor da, neden memlekette sözün sahibi olmuş olanlar mesul olmuyor, anlamak güçleşiyor. Benim açımdan Türkiye Cumhuriyetinin başarısızlığının esas —belki de biricik— müsebbibi, bu memlekette söz söyleyebilme imtiyazına sahip olmuş ve şimdi de sahip olanlardır. Bahse konu olan ve genel olarak entelijansiya diye adlandırabileceğimiz, memleketin aydın koltuklarını işgal etmiş ve etmekte olan kesimin aptal veya cahil olduklarını varsaymayacaksak, koro halinde işlenmiş ve işlenmekte olan günahların taammüden işlendiğini düşünmemiz gerekiyor.

Eh, “bunlar kötü insanlar” deyip geçemeyeceğimize göre… Ne oluyor da mesela İsveç başbakanı istifa ettiğinde sanki bir merciden dağıtılmış basın bültenini yaymak gibi işlerin işlendiğini anlamak, ciddi bir mesai gerektiriyor. Anlamak isteyen varsa tabii…

- Advertisment -