Âşıklar Bayramı*, Kemal Varol’un Ucunda Ölüm Var ile başlayan üçlemesinin ikinci kitabı; üçlemenin son kitabı Babamın Bağlaması da kısa bir süre önce yayımlandı. Varol, Âşıklar Bayramı’nı babasını kaybettiği bir dönemde yazdığını belirtir ve “kendi meselemi yazıda sınamak istedim” der.
Mesele çok katmanlı; içinde kırgınlık, kızgınlık, pişmanlık, suçluluk, hayatından çıkarıp atma, başını alıp gitme, her şeye rağmen dönüp kazanma gibi birçok duygu var; bu da çok farklı okumalara kapı aralıyor. Bende öne çıkan duygular, helalleşme ve hesaplaşma oldu; bir baba ve oğulun yolu tanık kıldıkları, toplumsal sorun ve kültürle harmanladıkları hesaplaşma ve helalleşme öyküsü.
Yusuf, 14 yaşında yatılı okula bırakılır. Her gün, sınıfın kapısının açılmasını ve küçük bir çocukken elini tutup önce berbere götüren, ardından da kendisiyle fotoğraf çeken babasının gelmesini bekler. Ancak o kapı hiç açılmaz; Yusuf hayat mücadelesini tek başına verir, büyür, avukat olur. Fakat yüreğinin derininden hissettiği kimsesizlik duygusu, geçen vakitle birlikte kabuk bağlamış olsa da, bir yara olarak içinde durur hep.
Soğuk bir yatılı okul kapısında terk edildikten çeyrek asır sonra bir gece vakti “bir elinde üç telli bağlaması, diğer elinde ahşap bavulu” ile babası, Yusuf’un kapısının önünde belirir. Namı Anadolu’nun ücra köylerine kadar yayılmış Âşık Heves Ali, tamı tamına 25 yıldır arayıp sormadığı oğlunun karşısındadır. Yusuf içten içe büyük bir kızgınlık duyduğu babasını içeri alır.
Sözle imar etmek, suskunlukla yıkmak
Heves Ali, çare bulmaz bir hastalığa düçar olmuştur; artık iyileşmesine imkân ve ihtimal yoktur. Bitiş çizgisine yakın olduğunun farkındadır, yol boyunca geride bıraktıklarıyla helalleşmek ister. Son arzusu, Kars’taki Âşıklar Bayramı’na katılmaktır. Ağır hasta haliyle o yolu çıkarması mümkün değildir; o nedenle Yusuf da babasıyla beraber yola revan olur.
Yol, bir yandan helalleşmeye, diğer yandan da hesaplaşmaya açılır. Helalleşmek isteyen Heves Ali’dir. Evvela, kadınlar; çünkü o, yıllarca elinde bağlamayla o diyar senin bu diyar benim gezmiş, muhabbetlerde dem tutmuş ve geçip gittiği yerlerde birçok kırık kalp bırakmıştır. Helallik isteyeceği kadınların listesi kabarıktır. Hoyrattır; Yusuf’un annesinin ve biri vefat etmiş üç sevgilisinin hazin hikâyelerinin müsebbibi olmuştur.
Viran ettiği gönüllerden, sazıyla ve sözüyle af diler; zira sadece onu bilir. Varıp gelmekle ve sözle imar ettiği kalpleri ansızın başını alıp gitmekle ve suskunlukla yıkar. Bir nevi ömürlerini çaldığı, gençliklerini yaktığı kadınların ya karşılarına geçer ya da mezarlarının başına oturur, sazının teline vurur, bir türkü tutturur ve onlara böylece veda eder.
Lakin asıl helalliğine talip olduğu, 25 yıldır bir kuru selam-sabahı bile esirgediği oğludur. El kadar çocuk ne yapar ne eder, aç mıdır tok mudur, başını koyacağı bir dam var mıdır, işi aşı olmuş mudur diye tek bir gün başını çevirip bakmamış, sağ-soldan bile halini hatırını sormamıştır oğlunun. Pişmanlığı da, suçluluk duygusu da açıktır. Her ne kadar kuyruğu dik tutmaya çalışsa da, oğlunun kendisini affetmesi, hakkını helal etmesi için döndüğü her halinden bellidir.
“Babayla bozgun çocuklar”
Helalleşme, mühim; adaletin tesisinde bu toprakların baş tacı ettiği kavramlardan biri. Yusuf, babasının bir ömür gecikmeli olsa da evladının, mâşuklarının ve dostlarının gönül kapılarını aralamaya ve onlardan veda mahiyetinde hoş bir seda duymaya gayret etmesini anlar, hatta buna bir parça kıymet de biçer. Ancak, onun niyeti helalleşmekten önce hesaplaşmaktır.
Çünkü babası gelmekle kötü hatıralarını ayaklandırmış, kabuk bağlayan yaralarını kanatmıştır. Yüreğini paramparça eden o günlerin, gecelerin hesabını sormak ister. Babasıyla geçirdiği o son üç güne bir ömrün muhasebesini sığdırmaya çalışır. Israrla, sinirle, kızgınlıkla hep aynı sualin etrafında döner durur: Neden, neden bunca zaman babası bir kez olsun onu arayıp sormamıştır?
Bir cevaba ihtiyacı vardır; bağıracağı, çağıracağı, küfredeceği, tartışacağı, içini dökeceği bir cevaba. Bir cevap, belki de tanımadığı babasını bir nebze olsun tanımasını sağlayacaktır. Çünkü birlikte vakit geçirdikçe, kendisinin de babasına benzediğini hisseder. Babası gibi onun da hayatına birçok kadın girmiştir, gönül işlerinde o da sütten çıkmış ak kaşık değildir. Zaten “babayla bozgun her çocuk”un, aşklarına karşı “hoyrat” olması, bir “ferman” değil midir?
Fakat o cevap çıkmaz Heves Ali’nin ağzından. Yusuf gözünü her ona diktiğinde, o ya başını yere eğer ya da sağa sola bakar. Dost meclislerinde ve sevdiği kadınların huzurunda bülbül gibi şakıyan babası, Yusuf’un önünde lâl ü ebkem olur. Aslında onun suskunluğu da bir hesaplaşmadır. Heves Ali ile hesaplaşan yalnızca Yusuf değildir, Heves Ali’nin kendisi de kendisiyle hesaplaşır. Oğluna söyleyecek bir lafı olmamasında, onun acizliği ve oğlunun kendisini affetmesi umudu vardır.
Arada kalmak
Yine başkalarına karşı söze gelen Heves Ali’nin kendisine karşı suskunlaşması, Yusuf’u çileden çıkarır. Fakat aynı zamanda, babası gözlerinin önünde ölmektedir; bu dünyadan elini eteğini çekerken onun üstüne bu kadar gitmek de Yusuf’u ruhi sıkıntıya sokar. Sıkıntısını o da kimi zaman susmakla, kimi zaman kendisini arabadan veya mekândan dışarı atmakla dışa vurur.
Arada kalır Yusuf; bir yanını babasının yakasına yapışıp hesap soramamanın öfkesi, diğer yanını babasını yitirmenin üzüntüsü sarar. Heves Ali vadesi dolup göçtüğünde, babasının kadim arkadaşı Kul Yakup, Yusuf’un sırtını sıvazlar “Üzülme evlat” der, “Baba dediğin zaten yarım kalmış bir kelimedir.”
Doğru, “Babalar hep yarım kalır” ama babalar da evlatlarını yarım bırakır; bazen hayatlarıyla bazen ölümleriyle.
Ya da Yusuf’un hikâyesinde olduğu gibi, hem hayatları hem de ölümleriyle…
“Âşıklar Bayramı” romanını da, romanın Özcan Alper tarafından çekilen filmini de sevdim. Romanı okumanızı, filmi seyretmenizi öneririm. Bir de okurken de seyrederken de Kemal Varol’un “Küfran” şiirini elinizin altında bulundurmayı ihmal etmeyin derim.
Perspektif, 25 Eylül 2022
https://www.perspektif.online/asiklar-bayrami-evlatlar-da-yarim-kalir/