[21-23 Nisan 2023] Geçen gün, Gülsüm Ekinci’nin röportaj dizisinin önemini anlatmaya çalışırken, bazı şüpheler de dile getirmeden edememiştim, erkekler tarafından ne kadar okunduklarına ve özümsendiklerine dair. Dile getirdiğim kaygılar doğrulanır gibi olmuştu şu yazıyla: Callisto, Europa ve Ganymede (15 Nisan 2023).
Çeşitli boyutları vardı (var) eleştirmek istediğim. Birleşik Cephe, her zaman hazmedilmesi çok zor bir sorun, ister Marksizm ister Atatürkçülük kökenli radikal solcular açısından. Çünkü temelde çok maksimalistler; “tek yol devrim” veya “tek yol sosyalizm” dışında bir tahayyül geliştirmekte zorlanıyorlar. Kafalarında hep sosyal mühendislik projeleri var. Bu da, toplumun olabildiğince tamamını bir bakıma olduğu gibi kucaklamayı değil, peşinen dostlar ve düşmanlar diye bölmeyi beraberinde getiriyor. 2010 Anayasa Referandumu’nda DSİP’in (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi) başını çektiği “Yetmez ama evet” hareketi, Türkiye solunda nadir bir akılcılıktı, bir basiret ve dirayet istisnasıydı. Ne ki, temel mantığının kalıcılaşmadığı her fırsatta ortaya çıkıyor.
Belki de engel, solculuğun ideolojik kimlik ve kibir sorunudur; bilemiyorum. Solun olanca zayıflığına, sayısal küçüklüğüne ve yeryüzünde sosyalizm diye bir şeyin neredeyse kalmamışlığına karşın, hâlâ var böyle bir üstünlük iddiası — ve öncelikle teoriden, Marx ve Engels okumuşluktan, “biz neler neler biliyoruz; evrenin sırrına ve tarihin yönüne vakıfız” havasından kaynaklanıyor. Bu da siyaset karşısında çok yukarıdan konuşmayı beraberinde getiriyor.
Nitekim Margulies, âdetâ kendini zor ikna ediyor, Kılıçdaroğlu’na oy vermeye. Ona göre, iktidar ve muhalefet çok da farklı değil anlaşılan: “El âlem Jüpiter’e gidiyor, biz daha… Biz daha iki faşist partinin hangisinin dahil olduğu ittifakın adayını destekleyeceğimizi konuşuyoruz!” Başlı başına bu cümle, bir sektarizm âbidesi. Demek, Millet İttifakı’nın başat özelliği “faşist” bir partiyi (yani sağcı filân değil, MHP’den koptuktan ve Cumhur İttifakı’na karşı mevzilendikten sonra da hâlâ kestirmeden “faşist” dediği İYİ Parti’yi) içermesinden ibaret. Geçtim; CHP de neredeyse aynı yerde duruyor: “Göçmen düşmanlığında Ümit Özdağ ile yarışan, Kürt sorununun çözümünde aslen İYİ Parti’den çok da farklı bir tavrı olmayan, seçim afişinin koyu mavi fonuna Andımız’ı yazan bir partiden ne beklenebilir ki?”
Öyle mi; bunlar mı, CHP’nin bugünkü yeri ve konumuyla temsil ettikleri? Bu nasıl bir solculuk sanatıdır ki, kendince en kötü gördüğü üç şeyi cımbızla çekip öne çıkarıyor ve başka her şeye gözlerini kapatabiliyor? Kaldı ki, CHP’nin “Kürt sorununun çözümünde aslen İYİ Parti’den çok da farklı bir tavrı olma[dığı]” da, kendi başına doğru ve ahlaklı bir cümle değil. Ne yapacaktı CHP; mevcut koşullar ve kısıtlarda çıkıp “kendi kaderini tâyin hakkı”nı mı savunacaktı? Biraz insaf buyrulsun; bunun için mi Kürtler neredeyse toptan Kılıçdaroğlu’nu destekliyor ve karşılığında Erdoğan terör diyor da başka bir şey demiyor? Onu da geçtim; hepsi gelip bir “yan cebime koy” tavrına dayanıyor. Tipik solcu tavrı; hem destekleyecek ve yararlanacak, hem de önemsemiyormuş gibi yapıp kendini çok yukarılarda bir yere koyacak. Şöyle diyor, mağruren ve tenezzülen: “Millet İttifakı’nı ve/veya Kemal Kılıçdaroğlu’nu ben de alternatif olarak görmüyorum, kazandıkları takdirde olumlu herhangi bir şey yapacaklarını ben de düşünmüyorum. ‘Erdoğan’dan kurtulmak’ dışında hiçbir şey vadetmiyor Millet İttifakı. Tamam, ‘Erdoğan’dan kurtulmak’ az şey değil. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’na oy verebilirim…” Bu ne cömertlik, bu ne âlicenaplık böyle! Bu arada, elçabukluğu marifet, “Erdoğan’dan kurtulma”yı, “az şey değil” dese bile, hemen sırf bir kişinin gitmesine indirgediği; strüktürel ve kurumsal (hattâ kültürel) boyutlarını gözardı ettiği; çok aşırı merkeziyetçi bir başkanlık sisteminin gitmesi ve parlamenter demokrasinin geri gelmesi, ya da hukuk devletinin ve kuvvetler ayrılığının geri gelmesi, ya da kutuplaşma kültürünün gitmesi ve bir demokratik uzlaşma kültürünün geri gelmesi gibi düşünmediği ortaya çıkıyor. Bu da insana ister istemez, böyle sonuçların herhalde Marx’tan beri horlanan “burjuva demokrasisi”nin özellikleri olduğu için bir kere daha azımsandığını düşündürüyor.
Bırakalım; gelelim, asıl üzerinde durmak istediğim, Gülsüm Ekinci’nin kadın röportajlarının merkezinde yer alan meseleye. AK Parti neleri olumlu yaptı, sonra hangi konularda olumsuzlaştı? Canan Aydın Bıçak, 13 Nisan tarihli mülâkatta ilk soruyu şöyle cevaplıyor (bir kısmını ben siyah yaptım ve numaraları da ben ekliyorum): “[1] Başörtülü kadınların kamusal alanda, talep ettikleri ve hak ettikleri yerlerde bulunması yönünde atılan adımlar; [2] engellilere yönelik kanun çıkartılması; sosyal hizmetler kurumunda devletin bakmakla yükümlü olduğu çocuklar için ‘Sevgi Evleri’ projesinin ve ‘Koruyucu Aile’ projesinin hayata geçirilmesi; mevcut hastanelerin fiziki şartlarının ve işleyişlerinin iyileştirilmesi; hasta haklarının uygulamaya sokulması; SSK, Bağkur, Emekli Sandığı ayrımı olmadan özel hastanelerin düşük/orta gelirli insanların istifadesine açılması; CİMER’in kurulması; tüketici haklarındaki iyileştirmeler; [3] tütün ürünlerinin kamu kurum ve kuruluşlarında, ilgili kanuni düzenleme ile kamuya açık yerlerde kullanımının yasaklanması; [4] anadil konusunda Kürtçenin kullanımı konusunda yasakların kalkması ve Kürtçe eğitim hakkı, yayın hakkı, kanal açılması mutlulukla karşıladığımız çalışmalardı.”
Dikkat edilirse, eklediğim numaralarla da işaret etmeye çalıştığım gibi, burada başlıca dört unsur söz konusu: (1) Başörtüsü sorunu (kadınların istedikleri gibi giyinme hakkı); (2) çok genel bir ifadeyle sağlık hizmetleri ve ilişkili sosyal hizmetler (engelli ve çocuk hakları dahil — benim özel olarak vurguladığım bölüm); (3) tütün ürünlerinin yasaklanması; (4) Kürtçe hakları. Roni Margulies pek beğenmiyor bu listeyi. Yeri gelmişken, küçük ama ilginç bir ayrıntıya değineyim: Margulies tam burada “Canan Hanım” diye söz ediyor Canan Aydın Bıçak’tan. Fikir yazılarında düzgün ve alışılmış kullanım, lâkap ve ünvansız, nötr bir hitap tarzıdır. Eminim muhatabı erkek olsa, tanıdığı ve arkadaşı bile olsa, asla “Falanca Bey” demezdi. Şimdi ise nedense, bu üstten okşayıcı (patronizing) ifadeyle “Canan Hanım”ı hanımlaştırıyor, kadınlığının özel olarak altını çiziyor.
Ki bu da bana tesadüfî değil hayli tutarlı geliyor, asıl içerik meselesinde söyledikleriyle. Anladığım kadarıyla Margulies, daha ağır sorunlar karşısında hafif buluyor, Canan Aydın Bıçak’ın AKP’nin ilk döneminin olumlulukları çerçevesinde saydıklarını. Bir tek Kürt meselesini hariç tutuyor; ilginçtir, (1)’inci noktayı, yani başörtüsü sorununu dahi önemsizler arasına itiyor (oysa yazısının başka bir yerinde, DSİP’in inanç, ibadet ve giyinme özgürlüğü konusunda geçmişte verdiği mücadeleyi gururla zikrediyor). “Ne sayardım ben?” diyor: “En başta Çözüm Süreci. İkincisi askerî vesayete ve Ergenekon’a karşı mücadele, darbeci generallerin cezaevine tıkılması. Arkasından Ermenistan ve Kıbrıs politikalarındaki yumuşama. Sonra Andımız’ın kaldırılması, devletin el koyduğu azınlık vakıf mülklerinin iadesi.”
Tabii bunların da hepsi haklı ve doğru. Hepsi çok önemli. Fakat sanırım bu karşılaştırmada işin özü, Canan Aydın Bıçak’ın cevabının benim tasnifimde (2)’nci sırada yer alan sağlık ve diğer sosyal hizmetler bölümüne bakışta düğümleniyor. Margulies, kendi zikrettikleri için, Canan Aydın Bıçak bunları DA saymalıydı, listesine eklemeliydi demiyor. Bu, ciddî bir politik eleştiri olabilirdi kuşkusuz. Fakat öyle yapmıyor; onlar değil bunlar önemli; onları değil bunları saymalıydı demeye getiriyor. Dolayısıyla “engellilere yönelik kanun çıkartılması; sosyal hizmetler kurumunda devletin bakmakla yükümlü olduğu çocuklar için ‘Sevgi Evleri’ projesinin ve ‘Koruyucu Aile’ projesinin hayata geçirilmesi; mevcut hastanelerin fiziki şartlarının ve işleyişlerinin iyileştirilmesi; hasta haklarının uygulamaya sokulması; SSK, Bağkur, Emekli Sandığı ayrımı olmadan özel hastanelerin düşük/orta gelirli insanların istifadesine açılması”nı, AKP’nin ilk döneminde topluma verdikleri arasında pek de önemli saymamış oluyor.
Offf. Ne desem ki? Veya neler demesem? Roni Margulies hangi dünyada yaşıyor acaba? Bir. Bunlar, hele sağlık hizmetleri, hastaneler ve hasta hakları, emekçiler, dar gelirliler, toplumun alt sınıfları için hayat memat meseleleri. Hali vakti yerinde orta sınıflar (ve onların da özellikle erkekleri) pek dert edinmeyebilir. Ama toplumun ezici çoğunluğu için günlük hayat kavgası çok büyük ölçüde bunlar ve benzeri sorunlar etrafında dönüyor.
İki. “Özellikle erkekleri” dedim, çünkü sınıf farklarıyla birlikte toplumsal cinsiyet farkları da önemli, bu çerçevede. Çünkü bu sorunları, en azından belirli bir gelir seviyesine kadar, özellikle kadınlar yaşıyor. Çünkü günlük hayata daha yakınlar. Çünkü bilhassa emekçi ve dar gelirli aileleri daha çok kadınlar ayakta tutmaya çabalıyor. Nitekim, benzer bir röportaj dizisi, faraza Roni Margulies tarafından, “Erkekler AK Parti Dönemini Anlatıyor” şeklinde yapılsa, dindar-muhafazakâr mahallenin erkekleri dahi Canan Aydın Bıçak’ın söylediklerini söylemeyebilir doğrusu.
Oysa üç, zıddında, bakın, Gülsüm Ekinci’nin diğer röportajlarında da yankılanıyor bu fikir. Hemen hepsi zikretmiş. Canan Aydın Bıçak’ı tekrarlamıyorum. Cihan Aktaş (12 Nisan): “Engelliler için büyük imkânlar oluşturuldu ki bu alanda çok daha fazla çaba gösterilmesi gerekiyor. Evde yaşlı hastaların bakımına verilen desteğin, bir nebze de olsa pek çok hanedeki boğucu ortamı ferahlattığı söylenebilir.” Sümeyye Kavuncu (14 Nisan): “Halbuki kadınlara dar gelen durumlar tüm toplumun refahını da aşağı çekiyor, kadınların talepleri aslında tüm toplumun lehinedir diye düşünüyorum. Kadınlar pek çok açıdan hem daha hassas hem daha güçlü. Meselâ çocuk, yaşlı, hasta bakımının çalışsa da çalışmasa da kadınlara kalması, kadını herkes için daha iyi bir dünya istemeye mecbur bırakıyor.” Yıldız Ramazanoğlu (17 Nisan): “Öte yandan işletme sahibi olmak isteyen kadınlara verilen mikro krediler, ücretsiz kadın sağlık merkezleri, engellilerin ve yaşlıların bakımı için sağlanan destekler çok olumlu gelişmelerdi…. Güvenlik, sağlık, ulaşım, iletişim gibi devasa alanlarda çok önemli gelişmeler kaydedildi.” Arzu Kılıçarslan (19 Nisan): “AK Parti’nin sağlık alanında yaptığı düzenlemeler (şehir hastaneleri hariç) eskiye nazaran insanları çok rahatlattı.” İlginç bir kadın konsensüsü.
Ve dört. AK Parti de ilk dönemlerinde bu basit gündelik sorunlara ciddî biçimde el attığı ve çözümler getirdiği için, kendine güçlü bir taban yaratmayı başardı zaten. Buna karşılık, bu yalın gerçekleri göremeyen Atatürkçüler, yıllar boyu halkın bir çuval kömür – bir paket makarnaya oyunu sattığı edebiyatıyla kafamızı şişirdi.
Ve beş. Roni Margulies bir de sosyalist. Bu da nihaî paradoks olsa gerek. Çünkü Sovyetler Birliği’nin ve diğer sosyalist ülkelerin, kapitalizmin vahşetine alternatif olarak sunduğu sosyo-ekonomik eşitlik platfomunun en önemli unsurlarıydı, bütün halka açık, parasız sağlık ve eğitim hizmetleri. Onyıllar boyu bununla övünmüştük. Övünüyorlardı. Batı ülkeleri arasında, Margulies’in iyi bileceği gibi, biraz benzerine İngiltere sahip. NHS (National Health Service, Ulusal Sağlık Hizmetleri), İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasının ilk İşçi Partisi hükümeti döneminde, 1948’de kamu finansmanına bağlandı. Maliyeti devletin topladığı vergilerle karşılanır oldu. Yani bu da sosyalistimsi bir reform sayılabilir (tabii reformist-revizyonist burjuva boyutu (?), halkı aldatıp devrim yolundan saptırması (?) bir yana). İyi de, sağ-muhafazakâr güçlerin aşındırma ve özelleştirme çabaları karşısında, halk açısından önemli bir kazanım değil mi, her şeye rağmen? Böyle yeni ultra-piyasacı saldırılar gelse, Roni Margulies’in DSİP’inin İngiltere’deki karşılığı olan SWP (Socialist Workers Party, Sosyalist İşçi Partisi), hiç de önemsiz bulmayıp sokaklara dökülmeyecek mi, nitekim Thatcher döneminde yaptığı gibi?
Ve altı. İşe bakın ki bu seçim kampanyasında bazı şeyler tersine dönmüş, başaşağı duruyor. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, ekonomik sorunları öne çıkarıyor. Soğan fiyatları üzerinden hayat pahalılığının, geçim sıkıntısının altını çiziyor. Buna karşı iktidar medyası ve yazarları, sen soğanı bırak, İHA’lara, SİHA’lar bak diyor. Sağın önemli-önemsiz ayırımı bu şekilde. Roni Margulies de bu zihniyetin solcu versiyonunu sunuyor.
Yani ister sağcı ister solcu olsun, hep tuzu kuru erkekler (ya da erkek ideolojisi) biliyor, neyin önemli ve önemsiz olduğunu. “Kadınlar AK Parti Dönemini Anlatıyor” dizisi için, “Değme kibirli erkek, değme kibirli solcu, kibirli Kemalist, kibirli sosyalist erkek, böyle düşünemez ve yazamaz” demiştim önceki yazımda. İyi demişim doğrusu.