Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINostajik filmlerle seçim (1): “Bana her şey seni hatırlatıyor”

Nostajik filmlerle seçim (1): “Bana her şey seni hatırlatıyor”

Seçime giderken iktidarın nostaljik reklâm filmleri Marmaray’ı sollayan zaman tüneli. Vaat edildiği gibi yüzeye “sert iniş” yapacak roketiyle aya gidemeyen ülkenin seçmenini zaman makinesine bindirip, zaman yolculuğuna çıkarıyor. Öyle olunca aya bile gidiyorsun, Akdeniz’i Abdülhamit Han sondaj gemisiyle fethediyorsun. Nostaljinin bu kadarı padişah torununda bile olmaz.

Masanın başına geçince… Bu iktidar insana, -en azından bana- uzun yazdırıyor. Bu her alanda perişan ortamda iktidar “leb” dese, mevzu bir avuç leblebiden nohut ekimiyle ilgili sorunlara, çiftçinin bu ortamdaki hâline, “Leblebici Horhor Ağa”ya, dükkânını kapatmak zorunda kalan yüz binlerce (evet, yüz binlerce) esnafa, leblebi tüketemeyicisine filan geliyor.

Sonra da kilosunun 90 lira oluşuna, bi külah leblebinin fiyatına… Oradan da “Yahu biz nohut kadar harçlığımıza rağmen cebimizden eksik olmayan leblebiyi sınıfta, sinemada birbirimiz kafasına bile atardık” babından Hababam muhabbetlere. O araz-maraz nostalji öyle yuvarlanıyor işte insanın duygularına.

Hiç beraber yürümesek de… Bana her şey onu hatırlatıyor yani. Kısa yazamıyorum, arada soğukkanlılık, itidal molaları da yazma süresini uzatıyor. Cümlelerim bile bu ortamın durma eklediği virgüllerle alıp başını gidiyor. Yapılanlar nedeniyle noktayı koyamıyorum.

Mesele noktayı koyamamak

Nokta koymanın başka, daha geniş bir anlamı daha var. Çoğu insanın dilinde meselenin böyle bir “düzen”e/düzensizliğe nokta koymak olduğu aşikârken… Noktayı koyamamak seçimlere giderken de toplumsal, siyasal bir sorun herhalde. Bugünlerde de noktalı virgüller, o birçok örnekte baş derdimiz “ama”lar belki de gereğinden fazla yer kaplıyor.

Benim alfabemden bakınca lamı cimi olmayan meselede, klavyesinde lam ve cim harflerini de arayanlar da var. Hiç normal olmasa da bir bakıma normal. Olmayan demokrasi böyle bir şey: Benim için öyle, başkası için değil.

Olabilir, olacak elbette; hâlâ bir özgürlükten söz edebilenler varsa, bu memlekette seçimler olduğu/kaldığı kadarıyla “özgür irade”yle oy kullanmanın tek sandığı. Alınan hayatî kararların hiçbirisinde -oyu bırak- yurttaşın bir söz, hatta bir soru hakkı olmayan ülkede gidiyoruz seçime. O nedenle bir oy bile kıymetli. Ona karışmak, sandığa birileri gibi durma burnumuzu sokmak haddimiz değil.

Yalınkılıç söyleme Kılıç Kalkan Ekibi

İktidarın yığılan gündemin bu karambolunda “gün”demi de yaşanan günle değil geçmişle, “Ah o günler…” nostaljisiyle açıklama çabası da yazıyı “tarihçe” paragraflarıyla uzatıyor. İktidarın tek çaresi o: Nostaljik seçim kampanyası…

Önermiş gibi olmayayım ama… İktidar çevrelerinin saldırı diline, hep yalınkılıç söylemine bakınca, popülerliğini yitiren o eski Kılıç Kalkan ekiplerini hâlâ neden güncellemiyorlar ki, sorusu da kafamda. Yakışır bence…

Muhalefetin de gelmişi geçmişi

Geçmişe seyahat, muhalefete karşı da ana taarruz. Seçime üç hafta kala bir numaralı resmi kanalımız TRT ve onu büyüyüp de küçülen sırasıyla takip eden “özel numaralı” ekranlar, iktidarın nostaljiyle bezeli reklâm filmlerinden geçilmiyor. Reklâmcı yorumcuların skeçleri de ibadullah. Her apaçık oturumda muhalefetin gelmişinden geçmişinden başlayıp, “Ah o Bizimkiler” dizisine geliyorlar.

Hepsi nihayetinde “bugün”ün seçimi için ama çoğunda arşiv görüntüleri, nostaljik kurgular, geçmiş söylemi muteber. Seçimler o kadim, o yüce geçmişe özlem tarihimizde, eskiden de öyle miydi yahut özlem koleksiyonumuzda -çeyiz dışında- “Ah o eski sandıklar” diye bir nostalji türü var mıydı diye düşünüyorum.

“Ah, nerede o eski sandıklar”

Son yerel seçimlerde İstanbul’da aynı zarftan çıkan oylardan birinin geçersiz diye iptal edilip, diğerlerinin fevkalâde geçerli kabul edildiği operasyonu (hâlâ sindiremiyorum), referandumda “mühürsüz oylar”ın YSK kararıyla bir güzel muteber sayıldığı örnekleri filan hesaba katmazsak… “Ah, nerede o eski sandıklar” nostaljisi, -muhalefet açısından- uzayıp giden geçmişe özlem sıralamasında çok da önemli bir yerde değil sanıyorum.

İktidar cephesinin iç dünyasını bilemesem de, yüzde 40’ın tahtına kurulan, rahatça yayılan oy oranını sandıkta keklik gören AK Parti’nin bugün kamuoyu yoklamalarını nostaljik “Ah vah…”lar eşliğinde incelediğini düşünmek mümkün. Zaten politikalarıyla da benim çoluk çocuk nostaljilerime rahmet okutacak “kadim” söylemler, ezeli propagandalar iktidarın gözbebeği.

Liderin tebessümü bile nostalji

Liderlerin topluca açık oturuma çıktığı, en azından orada ekran adabına uygun tartıştığı, seçimden seçime de olsa TRT’de küçük partilere bile ekran, söz hakkı tanındığı nazarlık ekranlar da nostaljiye müsait esasında. Hiç öyle görüntüler yok.

Tabii o günlerde (de) TRT ekranına çıkıp o günkü/gündelik senaryosuyla işçi, köylü, memur hakları için gırtlağını zorlayan “Sosyalist” Parti Genel Başkanı Doğu Perinçek hariç. O söylemi de “hane” dolusu koleksiyonuna kaldırıp yakın zamanlara kadar AK Partili ekranların demirbaşı olan Perinçek, tüm hevesine rağmen Cumhur İttifak’ına alınmadı.

Mesela ona, Cumhur İttifak’ından şahsına vekilliği alınca dili-ufku açılan, ekranlara, toplu fotoğraflara sığışan DSP Genel Başkanı’na nostaljiyle bakamıyoruz. O nostaljik açık oturumlara katılan ve Perinçek’in lafını hiç kesmeyen Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz’daki gıpta ettiğim, “Keşke bende de olsa” dediğim hoşgörünün geniş tebessümü, kendinden başka kimseye söz hakkı tanımayan, yalınkılıç iktidarı düşününce sıkı nostalji.

Eski muhalifi kırpıp yıldız yapmak

İşte “Ah o ekranlar” nostaljisi beraberinde -alışmanın o bıkkın kabulüyle- artık pek sorul(a)mayan soruları da getiriyor: Bir lider bunca yılda katılanıyla, soru soranıyla, dekoru/salonuyla “kurgu” olmayan bir programa hiç mi katılmaz?

Karşısına en “Ağzına vur, lokmasını-lafını al” faslından bir “gazeteci”yi, hatta emekli muhalif olup da ekranlarda yeni iş kuranlardan birisine “muhalif rolü”yle figüranlık yaptırarak “mizansen muhalif” esintiler taşıyan bir sahneye, bir kerecik çıkmaz mı?

Oysa AK Partili bazı “becerikli” kanallar bunu harika yapıyor. Alıyorlar karşılarına eski muhalifi, hep beraber kırpıp yıldız yapıyorlar güzelce. İşte o zaman bir “Ah o eski ekrancıklar…” çekiyorsun: Ne günlere, “ne günlük”lere kaldık…

“Miş”li zaman senaryoları

İktidarların iktidarında öyle olamayınca seçim süreci partilerin senaryolu propaganda, reklâm filmleriyle renkleniyor. Tabii öyle prodüksiyonlara bütçesi yetenler, kanallara reklâm verebilen partiler için. Öyle olunca “Bir parti sadece İstanbul’u bilboardlarla döşemek için 80 milyon harcamış” dedikodularına da gönül koyuyoruz.

Siyaset arenası video filmler, “TikTok”larla tıklanıyor, senaryolar desen bi dünya… İktidar deyince o da başka dünya, başka siyasi gezegen. Öyle ki televizyonda iktidarın seçim vaatlerine denk geldiğimde “yeni” reklâm filmi,  son seçim prodüksiyonu/senaryosu mudur yoksa sınırlı-sorumlu basın açıklaması mı…  Kolayca ayırt edemiyorum.

Cumhurbaşkanı’nın, AK Parti’nin “yeni” reklâm filmleri de aslında “Ah o eski günler” makamından nostalji estirdiği için kafa karışıklığım bence normal. “Miş”li zamanlardan, “Hey gidi günler”den bugüne gelemiyoruz.

Bindik zaman makinesine…

Aslında bir bakıma Marmaray’ı çoktan sollayan zaman tüneli. Vaat edildiği halde yüzeye “sert iniş” yapacak roketiyle aya gidemeyen ülkenin seçmenini zaman makinesine bindirip, zaman yolculuğuna çıkarıyor. Öyle olunca aya bile gidiyorsun, Akdeniz’i, Karadeniz’i filan Fatih, Yavuz, Kanunî, Abdülhamit Han sondaj gemileriyle fethediyorsun.

O kabinden çıkıp, o yolculuktan dönüp ayağının tozuyla oy kabinine… Lâkin o makine, o yolculuk bile öyle sanıldığı, öyle varsayıldığı kadarıyla “Ah o eski güzel günler”i bugünün manzarasına iliştiremiyor. Bilet tek yönlü… Albümlerdeki “Ah o eski fotoğraflar”, adıyla müsemma.

“Genç görüntü”yle eski vaat

İlkine, “Türkiye Yüzyılı” reklâm filmine bakalım… Nostalji daha idareli, tasarruflu kullanılmış. Çünkü o da bol kepçe dağıtılacak gibi değil. Bugünün savaş makineleri ve elbette TOGG filan da var. Film Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kütüphanesinden aldığı bir kitabı karıştırmasıyla başlıyor.

Fikrimce bir tarih kitabı olabilir ama fikrimi hiç sormuyorlar. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’nin siyaset sahnesine çıktığı günlerden genç görüntüsü: “Şu dakikadan itibaren Türkiye’nin siyasal hayatında AK Parti diye bir gerçek var.”

Sonraki sahnede havalimanı, Yavuz Sultan Selim köprüsü, TOGG, bayrak, baraj, otoyol, SİHA, sondaj gemisi Yavuz görüntülerinin fonunda “Bugünden sonra Türkiye’mizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sözleri”: “Bize inanın, bizlere güvenin…” (Bu arada seçimlerde Hatay Havalimanı’na yolculu uçuş olmadığına dair haberler, iddialar ortada. Deprem yüzünden başka illere giden ve kaydını oraya aldırmayan depremzede seçmen de şehrindeki olmayan “ev”ine dönmediği takdirde oy kullanamayacak. Bekleyip, göreceğimizi göreceğiz.)

İktidar da mı muhalefete geçiyor?

Eskisi gibi olmayacak” vurgusu “AK Partili 21 yıl külliyen mi kast ediliyor?” sorusunu da getiriyor akla elbette. Öyledir, öyle de olmalı tabii; kim ister ekonomiden siyasete, adaletten eşitliğe bu perişanlığı, manavlı ikinci reklâm filminin seçim şarkısındaki gibi  “Bi daha, bi daha, bi daha…”yı?

Yani “eskisi gibi olmayacak” diyerek, aslında son altı-yedi yılın filan iktidarı da kast ediliyor bence. Bir bakıma kendine muhalif bir reklâm. Eh iktidarın vaatlerindeki muhalefetten “esinlenmeler” de öyle bir şey sanki: “Bu memlekette muhalefet olacaksa, onu da biz yaparız.”

Alıp başını giden yazım yine uzayacak ama lüzumlu bir paragraf açaraktan… Seslendirilen, önemli bir kısmı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Millet İttifakı’nın vaatlerinden -açık artırmaya girilerek- devşirilen vaatler öyle.

Bence normal… Böyle bir ülkede, böyle bir ortamda hemen her seçim vaadi bu iktidar sayesinde yığılan sorunların çözülmesini, yönetimde, ekonomide felaket tablolarına neden olan icraatlara son verilmesini gerektiriyor. O yüzden resmi-sivil Cumhur sözcüleri bile bazı mevzularda artık kendileriyle de muhalefet etmek zorunda: “Tabii canım o da biraz elden geçirilecek…”

“Başkanlık”a bile restorasyon

O güzelim ekmek devletten, su milletten Başkanlık sistemine bile restorasyon vaadi(!) Sarayın ısı camları değişecek belki, şimdilik belli değil… Üstelik tarihi eserler düşünülünce bu ülkede “restorasyon” bile şaibeli, sabıkalı bir kavram. Burada sayılamayacak kadar çok örnekte de eskiden asla yapılamaz, sözü bile edilemez dedikleri şeyleri bile seçilirlerse yapacaklarını vadediyorlar.

Misal işe almada mülakat kaldırılacakmış… Yıllardır liyakatla değil mülakatla işe alınanların emekli olup torun baktığını ya da ikinci maaş, “ikinci bahar” filan yaşadığını söylemek sadece bir espri değildir herhalde. De ki yani velev ki seçilirlerse mülakatı kaldıracaklar, ben de “Sorular mı çalınır acep?”le esprilerime devam ederim. Olmadı mı geçmişte?

Cumhurbaşkanı Erdoğan “İmar affı vs. var… Bu konuyla da ilgili inşallah yeni dönemde, katalog suçlar var, onu da onun içine alacağız. Ama biz onla daha da köşeye sıkıştıracağız, çünkü bu işin affı maffı olmaz”  diyor mesela. En son imar affının, 2018 genel seçimlerinden hemen önce bu iktidar tarafından imar barışı adı altında çıkarıldığını söylesem, o da espri değil.

Ne sıkıntısı biz gayet iyiyiz

Konumuza dönersek, sözünü ettiğim reklâm filminin finali de fondaki fonojenik sesin “20 yılda yaptıklarımız, milletimin yıldızıdır parlayacak… Türkiye Yüzyılı senin yüz yılın olacak”ıyla kafiyeli kafiyeli geliyor. Hep “Yola devam” marş marşı, sloganıyla…

Yol nedir derseniz onu da Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni açıkladı: “Ekonomide sıkıntı varmış, yooo biz gayet iyi yolumuza devam ettik ve ediyoruz.” Ama o artık “Beraber yürüdük, beraber ıslandık biz bu yollarda”ki yol değil. Andırmıyor bile. Zaten iktidar kanalları da ne zamandır çalmıyor o şarkıyı. Kullanım ömrü doldu.

Ötesi… Birkaç günönce de“Ekonomide sıkıntıları biz çözeceğiz” denmişti… Şimdi bir sıkıntı yok. Yine dilimin tutulduğu, öyle de gerektiği bir açıklama. Dilimin kemiği kaval kemiğime “Boş ver, kalk gidelim” diyor. Dilsiz dilsiz yazıyoruz.

(İ)zafiyet, “Üzerinize Afiyet”

O yol nasıl tek yönlü bir otoyolsa memleketin bu manzarasına, hâl-i pür melâline rağmen hâlâ “gayet iyi”. Asıl mesele de bence bu zaten; bunca geçim zorluğuna, ağır, insanları boğan hayat şartlarına rağmen “siz”in, sizlerin gayet iyi, gayet güzel dünyanız, hayatınız, o “protokol”(deki) yolunuz.

Tam da bu mevzuda, yani insanın kendi dünyasından, oturduğu yerden baktığı, kendi hayatına göre yorumladığı “iyilik-kötülük” kavramının göreliliğine Serbestiyet’te 4 Nisan’da yayınlanan “Hadi yine iyiyim” yazımda değinmiştim. Ama bu cümledeki kadarını ben de beklemiyordum doğrusu. İşte “(İ)zafiyet Teorisi”ne göre mi desem yoksa “Üzerinize Afiyet”e mi, buyurun size “iyi”.

Gençleştiren oy pusulası

Reklâm filmindeki “genç görüntü” meselesini bugünlerde basılan “yeni” oy pusulasında da görüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafı, 2014 seçimlerinde de kullandığı vesikalık. On yaş daha genç yani, 59 yaşında…

Yok, böyle şeyleri yadırgadığım için söylemiyorum. Benim de Facebook’daki fotoğrafım muhtemelen sekiz-on yıllık, köşe yazılarımdakiler ise dört-beş yıllık filandır. Her yıl yenileyecek hâlimiz yok.  Ama seçimlerde insan her anlamda bugünkü hâliyle oy ister herhalde.

Kendini belli etsin yeter

Ne bileyim, resmi belgelerde hep yeni, neredeyse günü gününe fotoğraf istiyorlar. Da… Gidip kıyısındaki şipşak fotoğrafçılarda o resmi belge dışında hiç kendimize benzetemediğimiz, dehşetle irkildiğimiz ibretlik resmi vesikalıklar çektiriyoruz.

 “Oy pusulası da ‘resmi’dir herhalde” diye düşünürken, meseleleri bir cümleyle kapatabilen/kilitleyebilen YSK noktayı koyuyor: “Adayın fotoğrafta kendini belli etmesi yeterlidir.”

Yine harika, yine yeni bir bakış açısı… Üşenmedim 30 yıllık fotoğrafımı buldum baktım, sevindim: “Beni belli ediyor valla…” Kim görse şöyle yakından bakıp “Evet sensin” der nihayetinde: Tıpkı ben… Gerçi iş seçimlere gelince “adayın kendini belli etmesi” için vesikalık fotoğraf da yeterli olmuyor esasında ama… Başka mevzu.  

Daha da uzatmadan filmlerle seçimin birinci bölümüne burada noktalı virgülü koyuyorum. Yarın nostaljinin dibine vuran ve o bir zamanların “Mahallenin Manavı” stüdyosunda, setinde “Haydi bi daha, bi daha, bi daha” seçim müziğiyle çekilen ikinci iktidar filmiyle, şarkılı türkülü devam edeceğim.

“Şarkılar olmadan seçim olmaz”ı, “Nostaljinin bu kadarı padişah torununda bile olmaz”a ekleyip yazacağım. Şarkılar böyle işte; yerli yersiz gelir kulağına yerleşir, diline dolanır da başka bir şey duyamazsın: “Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda /Bana her şey seni hatırlatıyor.”

- Advertisment -