2000’lerin başında bir ‘kanaat ekonomisi’ tartışması vardı. Muhafazakar entelektüellerin tüketim kültürüne karşı önerdiği bu anlayışın kökleri sanırım Sabri Ülgener’e, hatta tasavvuf metinlerine kadar sürülebilir. Aza kanaat etmenin, sosyal dayanışmanın, göz boyayan bir tüketim yaşantısından uzaklaşmanın memleketin paylaşım sorununa da derman olacağını uman biraz safdil bir görüştür bu. Kağıt üstünde kimse itiraz etmemiştir ama kimse tam olarak bunun için gayret de etmemiştir.
Kent Lokantaları meselesi bana bu arayışı anımsattı. İmamoğlu yönetiminde İBB’nin en çok konuşulan uygulamalarından biri Kent Lokantaları oldu. Kent Lokantaları, Metro inşaatları, kentsel dönüşüm ya da kapsamlı altyapı düzenlemeleri gibi dev bir proje değil, ancak medyada görünürlük sağlama bakımından birçok yapısal değişiklikten daha etkili.
Diğer bir deyişle Kent Lokantaları, CHP için bir vitrin projesi. Kent Lokantaları fikri üstünden CHP seçmene bir dizi mesaj veriyor:
Örneğin bu uygulama ekonomik darboğazı vurgulayan bir anlama sahip… Büyük kentlerde öğrenciler gibi belli kesimler için geçinmenin imkansızlaştığını ortaya koyma amacı var.
CHP’nin bu darboğazda “kara gün dostu” olarak seçmenin yanında olduğu iddiası var. Bu iddiayı CHP, İstanbul’da aynı zamanda Halk Ekmek ve çocuklara süt dağıtılması gibi uygulamalarla da destekliyor.
Hatta çok daha geniş kapsamlı altyapı projelerinden çok bu tür uygulamaları vurguluyor.
Ancak niyetim Kent Lokantaları’nı veya bu vesileyle İBB yönetimini övmek değil. Kişisel görüşüm şu: Türkiye, mevcut nüfus yapısı ve ekonomik gerçeklerine bakıldığında saat gibi tıkır tıkır işleyen bir sosyal devlet olmak durumunda. Muhtemelen başka belediyelerin de burada bilemediğimiz benzer işleri vardır, ama bu tür işleyişin yapısal seviyede, devlet ölçeğinde yaygınlaşması şart.
AKP belediyeleri ise yaklaşım açısından CHP’den ayrılıyor. Örneğin Kent Lokantaları ile aynı dönemde Hilmi Türkmen tarafından yönetilen Üsküdar Belediyesi Nevmekân projelerine hız verdi. Bağlarbaşı’nda eski İETT garajı binası, Kandilli’de Glavany Köşkü ya da Kuzguncuk’ta eski hamam gibi yapıları restore ederek konforlu geniş etkinlik ve kültür salonlarına, aslında kütüphaneyle bütünleşik Cafe-Restoran’lara çevirdi.
Nevmekân’larda menü Kent Lokantaları kadar uygun değil, ama çeşit çok, servis de lüks bir restoran seviyesinde. Nevmekân’da Brownie ya da Cheescake, Kent Lokantasındaki bir tabldot menünün iki katı bedelinde satılıyor. Yine de benzer mekanlara kıyasla (Nakkaştepe’den boğazı gören herhangi bir mekanla karşılaştıracak olursak) bu fiyatlar için gayet makul denebilir. Bu mekanların iç dekorasyon ve restorasyonlarının değerlendirmesini ise mimarlara bırakıyorum; ben sadece ferah, konforlu ve temiz olduklarını söyleyebilirim.
Kent Lokantalarını övme niyetim olmadığı gibi Nevmekân’ları da övmeye ya da yermeye kalkışmayacağım. Sadece şuna dikkat çekmek istiyorum: AKP de, tıpkı CHP gibi sunduğu hizmetin biçimiyle seçmene bir mesaj veriyor.
Her şeyden önce Nevmekân ifadesi bir çeşit oksimoron. Anlamı “Yeni Yer”, ama bu anlama varmak için özellikle eski sözcükler seçilmiş. Bu isim seçiminde gelenek vurgusunu gözden kaçıramayız. Kent Lokantasında “Şehir” yerine “Kent” denmesi gibi bilinçli bir tercih. Ancak bu ayrımda geleneksel görünen modern tüketim kültürünün etkilerini taşıyor, önerdiklerini öneriyor… Modern görünense Osmanlı vakıflarının aşevi kültürünü anımsatan bir şeyi hayata geçiriyor.
Muhtemelen “yerli ve milli” bir konfor sunma amacındaki bu Nevmekânlar…Ama menüye baktığımızda ağır şerbetli tatlılarımızdan çok Kestaneli Sufle ya da Budapeşte gibi seçeneklerle karşılaşıyoruz. Son yıllarda yükselen kahve trendine de zengin bir menüyle karşılık veriyor Nevmekân…
CHP’nin “ekonomik darboğazda yanınızdayız” demesine karşılık sanki AKP “Keyifle zaman geçireceğiniz konforlu mekanları ayağınıza serdik” diyor. Bir bakıma iki partinin ülkeye bakınca ne gördüğünü, daha doğrusu seçmenin ne görmesini istediğini bu stratejiden az çok okuyabiliyoruz.
CHP stratejisini ihtiyaçlar açısından koyarken AKP arzular açısından seçmene sesleniyor. AKP’nin bu yönde oldukça etkili propaganda yapabildiğini geçmişten biliyoruz. Seçmenini bir savaş uçağı ya da bir otomobil ile hareketlendirebiliyor. Kalkınma bizim için hala bir büyük emel!
Hangi stratejinin daha doğru olduğu meselesi elbette tartışmaya açık. Sosyal devleti, dayanışmayı ve hakça paylaşımı öne çıkaran projeler beni daha çok heyecanlandırıyor. Ama ben bir kişiyim, görüşlerim çoğunluğun arzularını, meraklarını ve beklentilerini açıklamıyor.
Açıkçası entelektüel ilgilerle kendini oyalayan benim gibi insanlar çoğunluğun arzularını okumakta zorlanıyor. Örneğin yıllardır tüketim kültürünü eleştirir dururuz ama doğru yerde açılmış bir AVM bunaltıcı iç yapısına rağmen dolup taşabilir. Siz otomobilin insanın ayağını yerden kesen bir ihtiyaç olduğunu söyleyebilirsiniz, ama çoğu insan için büyük bir arzu nesnesidir. Örneğin kusursuz bir sağlık ve eğitim sistemi karşılığında otomobil kullanımını azaltmayı teklif ettiğiniz bir kitleden ne kadar oy alabilirsiniz? İnsanlar sağlık sigortasından önce kaskoya para veriyor, çocuğunu iyi bir özel okula göndermek yerine taksitleri otomobil kredisine yatırıyor.
Böyle bakınca şunu düşünmeden edemiyorum: Birçok seçmen AKP’nin Nevmekân’larına baktığında kendisine konforlu bir dünya sunulduğunu görüyor. Dar bütçesiyle Nevmekân’a sadece ayda bir kez gitse bile orada çekip Instagram’a koyacağı fotoğrafın keyfini peşinen satın alıyor. Ve belki aynı kişi, Kent Lokantasına baktığında – karnını doyursa bile – hep CHP ile birlikte düşünülen uzun bir kuyruk ve tabldot menü görmeden edemiyor.
Bu ayrımın siyasi bir stratejide anahtar olabileceğini seziyorum. Ama her şeyde olduğu gibi ancak kapsamlı araştırmalarla seçmen algısını bilebiliriz. Belki de kapitalizm ya da tüketim kültürü eleştirisine harcadığımız enerjinin birazını arzunun mekaniğini kavramaya yönlendirmeliyiz.