6 Şubat Kahramanmaraş Depremlerinde 38901 bina deprem anında yıkıldı ve resmi rakamlara göre 53537 yurttaşımız vefat etti. Ağır hasarlı olduğu için yıkılanlarla birlikte yaklaşık 700 bin bağımsız bölüm yıkıldı. Milyonlarca insanımız evinden barkından oldu.
Vefat eden insanlarımız çöken binalar altında değil çöken bir sistem altında can verdiler. İmar aşamaları başta olmak üzere bina inşa süreçlerimizin ve eğitim süreçlerimizin masaya yatırılıp belki de sil baştan tasarlanması gerekliydi. Arenaya benzettiğim mahkeme salonlarında (https://serbestiyet.com/featured/depremden-sonra-muteahhit-sayisi-neden-artar-171644/) siyasetçiler ve kamu görevlileri yargıdan kaçırılırken, günah keçisi ilan edilenler ile asıl sorunlar perdelendi. Bir sonraki depremde enkaz altında kalmamak adına hiçbir faydası olmayan ve başından sonuna usul hatalarıyla dolu, esasa hiç dokunmayan yargılamalar hala devam ediyor.
Deprem yargılamalarında bilirkişi heyet raporlarının önemini anlatmaya gerek yok. Ancak bilirkişi raporları da yargılamaları baştan sakatlayan, ileride daha büyük problemlere neden olacak, belki de bilinçli yanlışlar halinde dosyalara dahil oldu. Belki de bilinçli yanlışlar dememdeki sebep bu kadar açık hukuka aykırılıkların ve teknik yanlışların nasıl yapıldığını bir türlü anlayamıyor oluşumdan.
Neler mi yanlış bilirkişi raporlarında? Sayalım.
Mevzuata aykırı olarak kusur belirlemesi yapılmış, (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/deprem-yargilamalari-yanlis-basliyor-bilirkisi-hakim-olamaz-143499/ )
Bir paket program kullanılmış ve analiz çıktıları değişmez gerçeklik gibi değerlendirilerek kusur belirlemesinde kullanılmış, (https://www.imo.org.tr/TR,179037/paket-program-analiz-ciktilari-degismez-gerceklikler-degildir–salt-paket-program-analiz-ciktilari-uzerinden-kusur-degerlendirmesi-yapilamaz.html )
Paket program analizlerine yönelik tek bir data dosyası soruşturma veya kovuşturma dosyasına sunulmamış, bu nedenle denetlenebilirlik şartı sağlanmamış,
Raporlarda yapılan kabuller gerekçelendirilmemiş,
Neden-sonuç ilişkisi içinde binaların yıkılma nedenleri açıklanmamış.
İmar aşamalarının tamamen görmezden gelinmesi, imar affındaki problemleri görmezden gelmeler, beton dayanımı tespitindeki ısrarla devam ettirilen hatalar (https://www.imo.org.tr/TR,152225/depremde-yikilmis-betonarme-bir-binadan-beton-karot-numunesi-alinir-mi.html), illiyet bağı kesilmiş olsa bile kusur atfetmeler, modelleme ve analiz hataları gibi teknik sorunların yaygınlığı da eklenince bilirkişi heyeti raporları faydadan çok zarar getiren bir hal aldı.
Tüm bunlara bir skandal eklendi. Evet, anlatacağım olay bence bir skandaldır.
Kahramanmaraş ilinde bir dosya ile başlıyor süreç. Tutuklu veya adli kontrol hükümleri uygulanarak yargılamaları devam eden mühendis ve müteahhitler soruşturma aşamasında bir üniversitemizin inşaat mühendisliği bölümü öğretim üyelerince/elemanlarınca hazırlanan, denetlenebilir olmayan ve neden-sonuç ilişkisi içerisinde gerekçelendirilmemiş Bilirkişi Heyet Raporunda teknik görüşlerine göre çok sayıda hata içerdiğini görüyorlar ve bu kadar hata olmaz, olmamalı serzenişleri arasında imzalara bakıyorlar. İmzalara bakılan yer cezaevi koğuşu.
Bakıyorlar ki ilk sayfa kapak sayfası, 2. sayfada 7 ayrı akademisyen imzalar var, kalan tüm sayfa altlarında da paraflar var. Bir bakıyorlar ki tüm sayfalardaki paraflar birbirinin tıpatıp aynı, sayfadaki yerleri milimetre ölçüsünde dahi şaşmamış, nokta kadar fark yok hiçbir sayfada. Onlarca sayfada böyle şey olmaz deniyor elbette.
Cezaevinde tutuklu yargılanan diğer mühendis ve müteahhitlerin de dosyalarına aynı üniversiteden raporlar geliyor. Aylarca sadece tek bir üniversiteden raporlar geliyor. Halbuki deprem zamanında 124 (bir dönem 148’e kadar çıkan sayı hali hazırda sayı 104’e indi) üniversitede inşaat mühendisliği bölümü var. Neden sadece bir üniversite anlam verilemiyor. Bir de bakıyorlar ki tüm raporlarda tüm imza ve paraflar birbirinin tıpatıp aynısı. Cezaevine gelen raporlar genelde siyah beyaz olduğu için renkli istiyorlar ve görüyorlar ki imzalardaki renk tonları, kalem baskıları, aklınıza gelebilecek her şey aynı.
Mahkemeye elektronik imzalı mı sunuldu diye kontrol ettiriyorlar. Görülüyor ki hiçbir raporda e-imza da yok. Kahramanmaraş Türkoğlu Cezaevinde tespit edilen bu durum dosyalardan birini takip eden avukat kanalıyla bir uzmana aktarılıyor.
Adli uzman aynı üniversitenin 12 ayrı raporunu inceliyor ve görüşlerini raporlaştırıyor. 12 ayrı raporun her birinde 7’şer akademisyen imzası ve toplamda 12 ayrı akademisyenin imzası var. Çapraz kontrol edilen imzaların tüm raporlarda en küçük ayrıntısına kadar aynı olduğu görülüyor. Bilindiği gibi el ürünü olduğu iddia edilen 2 imza birbirinin tamamen aynı ise biri mutlaka sahtedir.
Burada bir parantez açayım. 24 Kasım 2023 tarihinde “Deprem yargılamaları için uyarı: Dikkat bilirkişi çıkabilir!” başlığıyla bir yazı (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/deprem-yargilamalari-icin-uyari-dikkat-bilirkisi-cikabilir-149248/ ) kaleme almıştım. O yazıda isim vermeden bahsettiğim üniversite ile cezaevinde imza ve paraflarında problem tespit edilen üniversite aynı. Dikkat bilirkişi çıkabilir başlığının nedeni raporlardaki problemler ve bilirkişi heyetinin başındaki akademisyen hocamızın Hürriyet gazetesinde yayımlanan röportajı idi.
Hürriyet gazetesinde 12 Kasım’da bir haber yayınlandı. İlk birkaç bin dosyanın gönderildiği üniversitede bilirkişi heyetinin başındaki hocamız “7 ayda 4 bin dava dosyasıyla uğraştıklarını” söylüyor ve kamuoyunda da sıkça gündeme gelen bazı binalarla ilgili yıkım sebeplerine yönelik değerlendirmelerde bulunuyordu.
Bilirkişilik yapılan dosyalarla ilgili bu şekilde açıklama yapılmasının mevzuata aykırılığı küçük bir problem. Asıl sorun 7 ay olarak ifade edilmekle birlikte fiilen 5 aylık sürede 4 bin dosya ile “uğraşılmış” olmasında. 4000 raporu 7 ayda tamamlamak için hiç ara vermeden her gün ortalama 19 rapor yazılması gerekli. Bir günde bırakın 19 rapor yazılmasını, yazılmış 19 rapor okunamaz, kontrol edilemez, değerlendirilemez, varsa hataları düzeltilemez. Nitekim, depremden sonraki ilk 2 ay dosyalar oluşturuldu, bilirkişilere 2 aydan sonra iletilebildi. Fiilen 5 ay çalışıldığı ve yalnızca hafta içi çalışıldığı düşünülürse günlük 36 rapor yazılması gerekli. Akademisyenlerin aynı zaman diliminde ders verdikleri, tez yönettikleri, başkaca akademik faaliyetlere katıldıkları, defalarca deprem bölgesini ziyaret edip çalışma yaptıkları, birçok resmi toplantıya da katıldıkları dikkate alınınca insan sormadan edemiyor: Kim yazdı bu raporları?
Belki de bu yazı ve röportajdan sonra, sahadan gelen baskılarla da bilirkişi raporları başka üniversitelere de gönderilmeye başlandı. Ancak nasıl gönderildiği, Savcılarımızın dosyaları göndermeden önce hocalarımızla nasıl görüşmeler yaptıkları ayrı bir yazı konusu olsun.
Ancak aynı üniversiteden çıkan bilirkişi heyet raporu sayısının 6 bini geçtiği söyleniyor.
Bu kadar rapor gereken özenle hazırlanabilir mi?
Şimdi parantezi kapatalım ve adli uzmanın raporunda yer alan sonuç bölümünden alıntı yapalım.
“Bilirkişi raporlarının 2.sayfalarında hazırlayanların adları (7 kişi) karşısında adlarına atfen birer adet mavi renkli kalem renk tonlarında imza tatbik edilmiştir.
Eğer iki imza/paraf birbirini tamamlar şekilde/aynısı ise mutlaka en az bir tanesi taklit/sahtedir veya dijital yöntemlerle ayni kaligrafik desenle imza atılmış-monte edilmiştir.
Bu imzaların hiçbirinin ıslak imza olmadığı, şahısların orijinal imzalarından üretilen fotoğraf imzanın belgelere monte edildiği, imzaların dizayn, yerleşim yeri, mürekkep rengi, imza karakteristiği yönünden TIPKI-AYNI-OTOMATİK-FOTOKOPİ imzası/paraf oluşturma programı veya yerleştirilmesi suretiyle belgelerin paraflı imzalı hale getirildiği anlaşılmıştır.
12 adet belge de her belge kendi içindeki tüm sayfalarında hazırlayanlar adına yer alan paragrafların AYNI-TIPKI baskı monte olduğu 12 adet belgede kısmi hazırlayan değişikliği ile yine yer alan PARAGRAFLARIN AYNI-TIPKI baskı-monte olduğu tespit edilmiştir”
Adli uzmanın raporunda tüm imzalar gösterilmiş ve paraflar da her rapordan 3 sayfa örnek gösterilerek aynılıkları gösterilmiş. Kopyalama işleminin nasıl yapıldığı da anlatılmış. İmzaları vermeyelim ama paraflardan birkaç örnek gösterelim.
Parafların ve burada göstermediğimiz imzaların kopya olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek var mı?
Okuyup ıslak imza atacak vakit bulunamadan veya en azından bu kadar değer verilmeden hazırlanan Bilirkişi Heyet Raporları mahkemelerce hükme esas alınabilir mi? Mahkeme heyetlerinde teknik uzman olmayan yargı mensupları bu raporlarla yanlış yönlendirilmiş olmaz mı? Kopya imzaları yer alan akademisyenlerce okunmadan dosyalara dahil edildiği düşünülen raporlarla adil yargılama sağlanabilir mi? Hem mağdurların hem yargılananların (ki her biri aynı zamanda depremzededir) adalete erişimleri gecikmez mi?
Allah aşkına ne yapıyoruz? Yoksa amaç adil yargılama değil mi?