Oxford Üniversitesi Müzesi’nde 30 Haziran 1860’ta tarihe Huxley-Wilberforce tartışması olarak geçen ilginç bir tartışma yaşandı.
Biyolog, anatomist, antropolog Thomas Henry Huxley ile ünlü hatip Piskopos Samuel Wilberforce dinleyiciler arasında bulunuyordu, ama etkinlik onlarla ilgili değildi. New York Üniversitesi’nden John William Draper, Darwin’in teorisiyle ilgili olarak Avrupa’daki entelektüel gelişmeler konusunda bir tebliğ sunuyordu.
Türlerin Kökeni (veya tam adıyla Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Yaşam Mücadelesinde Avantajlı Türlerin Muhafazası Üzerine) yayınlanalı yedi ay olmuştu. On dokuzuncu yüzyılın önemli bilim insanlarından ve evrim teorisinin en erken ve ateşli savunucularından biri olan Huxley’den “Darwin’in buldogu” diye söz edilmeye başlanmıştı.
Huxley-Wilberforce tartışmasını ‘tartışma’ değil ‘atışma’ olarak düşünmek belki daha doğru olur!
Draper’ın sunumundan sonra, Wilberforce kalkar ve Huxley’e büyükbabası tarafından mı, büyükannesi tarafından mı maymundan geldiğini sorar. Huxley, atasının bir maymun olmasından hiç utanç duymayacağı, ama yetenekleriyle zekâsını gerçeklerin üstünü örtmek için kullanan bir insanla ilişkili olmayı utandırıcı bulduğu cevabını verir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, toplantıda kimse cep telefonunu açıp kayıt yapmadığına ve hatta kimse eksiksiz not bile tutmadığına göre, tam olarak neler söylendiğini bilemiyoruz. Ama olayın aşağı yukarı aktardığım gibi gerçekleştiği belli; ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Hikâye burada da bitmiyor; toplantıdan 13 yıl sonra Wilberforce’un 1873’te ölmesiyle devam ediyor. Lord Granville ile birlikte at sırtında Başbakan Gladstone’u ziyarete giderlerken Wilberforce attan düşüyor, kafasını bir taşa çarpıp ölüyor.
Haberi duyduğunda Huxley yanındaki ünlü fizikçi John Tyndall’a dönüyor ve şöyle diyor: “Wilberforce’un beyni hayatında ilk defa gerçekle temas kurdu ve sonuç maalesef ölümcül oldu.”
“Keşke sadece maymun olsa”
Geçen ay Brezilya’da yeni bulunan bir fosil hakkında Journal of Anatomy dergisinde bir yazı çıktı.
Brasilodon quadrangularis 225 milyon yıl önce yaşamış. Yani tüm deniz türlerinin %96’sının, tüm kara omurgalılarının %70’inin yok olmasına yol açan Permiyen-Trias Yok Oluşu’ndan, ‘Büyük Ölüm’den sadece 25 milyon yıl sonra. Dinozorların ortaya çıkmasından yaklaşık 20 milyon yıl sonra.
Brasilodon quadrangularis 10-15 cm boyunda, yaklaşık 20 gram ağırlığında, günümüzün kır farelerine benzer bir hayvanmış.
Çok da önemli bir bulgu olmadığını düşünebilirsiniz. Ve yanılırsınız.
Önemi şu: Bugüne kadar bulunmuş olan en eski memeli hayvan!
Elimizdeki fosil, çene kemiğiyle dişlerden ibaret. Nasıl anlayabiliyorlar peki memeli bir hayvan olduğunu? Memelileri tanımlayan özelliklerden biri, iki kez diş çıkarmak. Brasilodon quadrangularis ile aynı zamanda yaşayan sürüngenler, örneğin, defalarca diş çıkarabiliyor, her kırılan dişi yenileyebiliyor. Farkındasınızdır, Brasilodon quadrangularis gibi, biz de yenileyemiyoruz.
Bu hayvan herhalde ilk memeli türü değil. Olabilir de. Ama olması ve bizim de onu bulmuş olmamız çok inanılmaz bir tesadüf olurdu. İlk değil, ama çoook erken; büyük ihtimalle ilklerden biri.
İlk memeli olması, kendisini izleyen ve günümüzün memelilerine kadar gelen tüm memeli hayvanların atası olduğu anlamına gelirdi. İlk değil de ilklerden biriyse, o zaman kendisine çok benzeyen, kır faresi benzeri bir başka hayvan günümüz memelilerine kadar gelen tüm memeli hayvanların atası. Ve bu arada insanın da atası elbet.
Wilberforce yaşıyor olsaydı, insanın sadece maymundan değil, 15 santimlik faremsi bir şeyden de geldiğini öğrendiğinde ne düşünürdü? “Keşke sadece maymun olsaydı” der miydi acaba?
İnsanın tüm diğer canlılardan ayrı, farklı, kendine özgü bir yaratık olduğunu düşünen, Tanrı’nın özel ve özellikle sevgili yaratıkları olduğumuzu zanneden, doğanın ve tüm canlıların sırf bizim keyfimiz için var olduğunu vehmeden herkes Wilberforce’un yanılgısını paylaşıyor. Oysa aradan 150 yıl geçti; hiç gerek yok yanılmaya!