Merak

Şimdi bambaşka bir seviye ile karşı karşıyayız. Mecburen Türk Beşlerinin eserlerini dinlemek zorunda kalıp, smokinlerini, papyonlarını söve saya çıkaracakları saate kadar “ah azizim” ile başlayan cümlelerle, nasıl bir müzik ziyafetine şahit oldukları yalanını söyleyen zevata karşı bir aşağılık kompleksi var. Aşağılık kompleksiyle malul olanlara karşı bir aşağılık kompleksi. Çok alçalmış, çok derinlere inmiş durumdayız.

Birlikte asistan olduğumuz hanım arkadaşlardan biri, iki ay boyunca aynı kıyafetle işe gelmiş. Mevzu dillere düşmüş, dedikodu almış başını gitmiş. Neticede kürsü başkanı olan hanım olaya el koyma ihtiyacı hissetmiş, asistan arkadaşı odasına çağırıp “senin başka kıyafetin yok mu kızım” diye kibarca paylamış. Filan. Hadiseden aylar sonra haberim oldu. O kadar meraksız biriyim yani.

Meraksız biri olmam hiçbir şeyi merak etmediğim manasına gelmiyor. Dehşetli merak ettiğim şeyler var. Şebnem Korur Fincancı’yı ters kelepçeyle evinden alıp başını bastırarak polis aracına bindiren memurların anneleri mesela, eğer sağ iseler, mahut görüntüleri izledikten sonra oğulları ile ilk karşılaştıklarında onlara ne demişlerdir? “Helal olsun oğlum, devletin devlet olduğunu cümle âleme gösterdin” diyerek alınlarından öpmüş olabilirler mi? Yoksa “yahu el kadar kadın, yakışmış mı size onu böyle içeri almak” diye çemkirmiş olabilirler mi? Veya saf saf “kadıncağız karateci filandı da ondan mı böyle tedbirli davrandınız” gibilerinden sormuş da olabilirler belki.

Tahmin edilebileceği gibi, yalnız ve güzel ülkem her gün böyle onlarca tuhaf sorunun aklıma düşmesine sebep oluyor. Türkiye Yüzyılı logosunu gördüğümde mesela, bu tasarımı yapanlar eğer grafik filan okumuşlarsa, nasıl mezun olmuşlar diye bir merak aldı beni. Yani ben de farkındayım, üniversitelerde standart çok düşük ama bence o düşük standartta bile, biri mezuniyet ödevi olarak böyle bir iş getirse… Çakar.

Belki de ilk tasarım bize ulaşandan daha iyidir. Beyefendiye ulaşana kadar şurada biri, burada başka biri müdahale ede ede bu hale getirmişlerdir. Beyefendi müdahale etmiş midir? Zannetmem. İşi yapanın veya yapmış görünenin “kendilerinden biri” olup olmadığına bakmıştır o. Ama eğer yol boyunca müdahale görmüşse tasarım, müdahale edenler bilmedikleri hususlarda müdahil olma hadsizliğini hangi safhada edinmişlerdir? Hep öyle birileriydi de o sayede mi o makamlara geldiler, yoksa o makamlara gelince mi hadlerini şaşırdılar, bence tespit edilmesi gereken bir şey. Kuantum dolanıklığını anlamaktan daha mühim olabilir bu soruya güvenilir bir cevap vermek.

Türkiye Yüzyılı marşı -yoksa “şarkısı” mı demeliyiz- vakası için de benzer şeyler söyleyebiliriz herhalde. Dinlediyseniz alenen bir vaka ile karşı karşıya olduğumuzu herhalde siz de teslim edersiniz. “Bir müzik yapacağız” diye yola çıkılıp kotarılacak bir şeye hiç benzemiyor. Bir vaka olsun diye yapılmış. Erdoğan’ın Türkiye Yüzyılı masalının ömrü ne kadar olur bilemem ama bahse konu olan müzik, hiç şüphem yok ki, şimdilerde kıymeti bilinmese de, bir süre sonra, onlarca yıl boyunca üzerinde konuşulacak bir şey – Cüneyt Arkın’ın oynadığı Dünyayı Kurtaran Adam filmi gibi…

Nasıl bir zihin böyle bir şey yapmayı akıl eder? Herhalde bir tek kişinin zihninden çıkamaz böyle bir şey. Bu şeyi üreten zihinler nasıl etkileşim içine girmiş olabilirler? Şöyle senfonik bir başlangıç olacak. Olacak ki, “sizin paye verdiğiniz müziği de biliyoruz kardeşim, pekâlâ yaparız icap ederse” denmiş olacak. Oradan yerli ve milli şarkı formuna benzer bir şeye geçilecek. Her ikisi de becerilememişken, şöyle akılda kalacak bir melodi inşa edilememişken, küt! Araya bir rap özentisi sokulacak.

Bütün bu soytarılık icra edilirken… Taklit çorbasının heyecan eksikliğini icra sırasında giderebilmek için, müzikten daha tuhaf jestler, mimikler. Kimin aklına gelir? Kimlerin aklına gelir? Bu iş hangi safhada beyefendiye götürülmüştür acaba? Daha tasarım aşamasında, “şu sözlerle şöyle bir kompozisyon düşünüyoruz” denmiş midir? Beyefendi, “hmm, iyi düşünmüşsünüz, kim yapacak, bizden biri mi” demiştir herhalde.

Hangi safhada beyefendiye dinletilmiştir malum vaka?

Türkiye’de kimsenin dinlemeyeceği müzikler daha önce de yapıldı. Kendilerine “Türk Beşleri” filan gibi isimler konmuş sanatçılarımız var mesela, birilerinin “gurur vesilemiz” olarak takdim ettiği. O “birileri”, o gurur duymamız istenen adamların yaptıklarını dinliyorlar mı? Zannetmem. Mesele sadece “biz de yaparız ne güzel” diyebilmekti gibi geliyor bana. Bir aşağılık kompleksinin eseri.

O aşağılık kompleksi, “Batı” diye kodlanan bir özne karşısında duyulan kompleksti. Batı, beklenebileceği gibi, bu komplekslerle yapılan işleri hiç iplemedi. Türkiye’de ipleyecek zaten kimse yoktu. Cumhuriyet Bayramlarında filan, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından icra edilmek dışında pek bir işe yaradıklarını düşünmüyorum o eserlerin. Eh, devlete sırtını ve poposunu yaslayıp semirmenin bedeli olarak, o konserlerde boy göstermek bir vazifeydi. Mecburen katlanılmış olmalı. Değer miydi, ben bilemem.

Şimdi ise bambaşka bir seviye ile karşı karşıyayız. Mecburen Türk Beşlerinin eserlerini dinlemek zorunda kalıp, smokinlerini, papyonlarını söve saya çıkaracakları saate kadar “ah azizim” ile başlayan cümlelerle, nasıl bir müzik ziyafetine şahit oldukları yalanını söyleyen zevata karşı bir aşağılık kompleksi var. Aşağılık kompleksiyle malul olanlara karşı bir aşağılık kompleksi. Çok alçalmış, çok derinlere inmiş durumdayız.

Arada bir klarnet görünüyor, sesi de işitiliyorsa, benim pek de hassas olmayan kulağıma değmedi. Elektrogitarı birileri işitmiş, ben onu da işitmedim. Yani bir sentez iddiası varsa -önümüze konan çorbaya mana yakıştırmak için “sentez” filan gibi kavramları heder etmeyi göze alıyorsak- o sentez de müzik yaparken farklı enstrümanları “göstermek”ten ibaret. AKP’nin diğer alanlarda yapıp ettiklerine uygun. Etrafına hep aynı insanları dolduracaksın, araya da sözlerini hiç kaale almadığın, başka sosyal sektörlerden birilerini serpiştireceksin mesela. Sentez olacak, çoğulculuk olacak.

Sözünü ede geldiğim “şey”, bir takım uğultulardan sonra, “korkmuyoruz gecenin karanlığından” diye başlıyor. “Aha,” dedim kendi kendime, “İstiklal Marşıyla bir diyalog galiba. Aptalca olurdu ama o bile yok. Gecenin karanlığından korkmamak ne demek? Bize “korkma” diye ünleyen marşta, korkulmaması telkin edilen özne, bütün dünyayı tahakkümü altına almadan doymayacakmış gibi görünen “tek dişi kalmış” olsa da, bir canavardı. Torunları gecenin karanlığından bile korkabilecek kadar acizler ki, “korkmuyoruz” diye ilan etme ihtiyacı hissetmişler.

Yazık!

- Advertisment -